Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Gastronomi tüm dünyada sürekli bir dönüşüm içinde. Geleneksel mutfaklar modern tekniklerle yeniden tanımlanıyor; kültürel kimlikler tabaklarda yeni bir anlatım buluyor. Bu değişimin parlayan yıldızlarından biri de hiç kuşkusuz Yasmina Hayek.
Yasmina Hayek, Orta Doğu’da MICHELIN Genç Şef Ödülü’nü kazanan ilk kadın olarak dikkat çekiyor. Aynı zamanda 50 Best tarafından Orta Doğu ve Kuzey Afrika'nın En İyi Kadın Şefi seçiliyor. Ancak onun yükselişi sadece prestijli ödüllerle değil, kendi köklerine olan derin bağlılığıyla şekilleniyor.
Em Sherif’in hikâyesi, bu dönüşüm çağında sabit kalmanın, hatta köklerine daha da yakınlaşmanın bir örneği olarak öne çıkıyor. Yasmina Hayek için önemli olan yenilik değil, özüne sadık kalarak gelişmek. İnovasyon değil, evrim. “Kimliğimizi değiştirmeden daha iyisini yapmayı öğreniyoruz” diyen Hayek, geleneksel tarifleri çağdaş tekniklerle rafine ediyor ama hiçbir zaman mutfağın öz ruhunu bozmuyor. Em Sherif bu yüzden her gittiği şehirde tanıdık bir duyguyla karşılanıyor: geçmişe ait, ama bugünün zarafetini taşıyan bir sofra kültürüyle.
Hayek, başarının bireysel ödüllerden çok daha fazlası olduğunu vurguluyor. “Bu ödüller sadece bana ait değil,” diyor. “Gerçekten de mutfağımızda birlikte çalışan her bir ekip üyesinin emeğiyle kazanılıyor. Restoran bir ekip işi; herkesin aynı anda, aynı duyguyla çalıştığı bir senfoni gibi.” Lübnan mutfağına olan ilgisi ise çocukluk yıllarına dayanıyor. Annesi Mireille Hayek, bölgenin en etkili gastronomi figürlerinden biri olarak Yasmina’nın ilham kaynaklarının başında yer alıyor. Kendi yolunu şekillendiren kişinin annesi olduğunu söyleyen Yasmina, “Çocukken yaptığı her şeye hayranlıkla bakardım. Hep onun gibi olmak istedim. Aslında doktor olmak istiyordum ama zamanla fark ettim ki mutfak, hastane ortamından çok daha mutlu bir yer. Mutfağın enerjisi bana her zaman daha yakın geldi.” diyor.
Eğitimini Lyon’daki Paul Bocuse Enstitüsü'nde tamamlıyor ve ardından Michelin yıldızlı restoranlarda geçen yıllar, onun hem teknik ustalığını hem de özgüvenini geliştiriyor. Bu sürecin zorluğunu şu sözlerle anlatıyor: “Yeni mezundum ve çevremdeki herkes benden çok daha tecrübeli, yaşça büyük ve kendinden emindi. Ama bu deneyimler mutfakta kendime güvenmemi sağladı. Uygulamalı olarak öğrendiklerimi gerçekten hayata geçirme fırsatı buldum.” Zamanla, edindiği bu birikimi kendi kültürel kimliğiyle harmanlamaya başlıyor. Özellikle Lübnan’daki kriz ortamı, onun mutfakta daha net bir yön çizmesine sebep oluyor. “Lübnan’daki ekonomik kriz beni çok etkiledi. Kendi kültürüme ve kimliğime odaklanmam gerektiğini fark ettim. Tüm enerjimi kendi mutfağımızı keşfetmeye ve onu nasıl bir üst seviyeye taşıyabileceğime yönlendirdim.”
Hayek’in mutfağında füzyon değil, teknik rafinelik ön planda. Geleneksel Lübnan tarifleri modern gastronomiyle buluşuyor ancak özü asla bozulmuyor. “Her şeyi geleneksel olarak ama daha rafine şekilde yapıyoruz. Füzyon yapmıyoruz. Abartılı füzyonlara inanmıyorum. Benim için asıl mesele, mutfağın evrim geçirmesi. Fransa’daki Michelin yıldızlı restoranlarda edindiğim teknikleri bizim tariflerimize entegre ediyorum. İşte benim için inovasyon bu: Mutfağa yeni bir şey katmak ama temel kimliği koruyarak.”
Yasmina için yemek pişirmek yalnızca teknik bir beceri değil, aynı zamanda sanatsal bir ifade biçimi. “Her tabak bir duygunun, bir anının ve bir niyetin yansımasıdır,” diyerek mutfağı bir sanat formu olarak tanımlıyor. Onun için her reçete yalnızca ölçülerle değil, duygu ve sezgiyle şekilleniyor. Aynı zamanda Lübnan mutfağını sadece bir lezzet geleneği olarak değil, bir halkın ortak hafızası olarak görüyor. “Her yemeğin ardında kolektif bir geçmiş, ortak bir hatırlama biçimi var. Bu mutfağı yaşatmak, aynı zamanda bir kültürü geleceğe taşımak demek,” diyerek tariflere yaklaşımının ardındaki düşünsel derinliği ortaya koyuyor.
Em Sherif, geleneksel Lübnan mutfağını çağdaş bir sunumla dünyaya taşıyan bir marka olarak dikkat çekiyor. Restoranın özünde, aile reçeteleriyle büyüyen bir mutfak kültürü yatıyor. Bu kültür zamanla farklı konseptlerle genişliyor: klasik Em Sherif Restaurant lüks ama samimi bir yemek deneyimi sunarken, Em Sherif Café daha rahat ve gündelik bir atmosferle öne çıkıyor. Deniz ürünlerine odaklanan Em Sherif Sea Café ise Akdeniz’in tazeliğini Lübnan dokunuşuyla harmanlıyor. Markanın en yeni yüzlerinden Em Sherif Deli ise popüler lezzetleri paketli ürünlere dönüştürerek Harrods Londra gibi seçkin noktalarda yerini alıyor. Em Sherif bugün Beyrut’tan Londra’ya, Kuveyt City, Doha, Riyad, Monte Carlo ve Dubai gibi şehirlerde, her biri bulunduğu yere özgü detaylarla uyumlu ama ruhunu koruyan şubeleriyle hizmet veriyor. Hayek ailesi bu geniş ağı bir zincir mantığıyla değil, bir sofra kültürünü paylaşma anlayışıyla yönetiyor. Her şube Beyrut’taki orijinal restoranla aynı özeni taşıyor. “Markamıza çok yakınız, tüm süreçlerde birebir yer alıyoruz. Ekiplerimiz bizim gibi hissediyor. Gerçek bir aidiyet duygusu var. Örneğin şu anda Paris’teyim, bir buçuk aydır yeni şubemizin ekibini eğitiyorum. Bizim sistemimiz böyle işliyor.”
Yemeklerinde her zaman bir hikâye anlatıyor. Az bilinen tarifleri yeniden hayata döndürmekten keyif alıyor. Özellikle Moughrabieh adlı geleneksel bir yemeği yeniden yorumluyor. “İnsanların genellikle çok yakın bir bağ kuramadığı bir yemekti. Ama düşündüm ki her ülkenin kendi makarnası var, neden bizimkine gereken değeri vermeyelim? Mantarla, deniz ürünleriyle farklı versiyonlar geliştirdik. Bu malzemeyi başka bir şekilde değerlendirmek istedik, çünkü hak ediyor.”
Sürdürülebilirlik Hayek’in mutfağında temel bir ilke olarak yer alıyor. Yerel üreticilerle çalışmak, mevsimsel ürünlere yer vermek onun için sadece çevresel bir sorumluluk değil, aynı zamanda kaliteyi artıran bir yaklaşım. “Bulunduğumuz coğrafyaya ait en iyi malzemeleri menüye dahil etmek bizim için öncelik. Yerel ürünlerle çalıştıkça tazelik artıyor, karbon ayak izimiz azalıyor. İstanbul’a gelirsek, o bölgenin en iyi malzemesini menüye entegre ederiz.”
Gastronomideki geçici trendler hakkında ise oldukça net bir görüşü var: “Trendlere değil, zamansızlığa inanıyorum. Lübnan mutfağı zamansız. Eğer yaptığınız şey yıllar boyunca değerini koruyorsa, işte o zaman gerçek başarıdan söz edebiliriz.” Bu zamansızlık düşüncesi, onun mesleğe ve hayata bakışını da özetliyor. Genç kadın şef adaylarına “Kendinize inanın. Ne kadar klişe gelse de, sevdiğiniz işi yaparsanız hiçbir gün gerçekten ‘çalışmış’ gibi hissetmezsiniz,” diyor. Bazen yorulduğunu ama yine de her sabah tutkuyla mutfağa gittiğini söyleyen Hayek, bunun tarif edilemez bir his olduğunu ekliyor. Hayali ise hep daha fazlasını başarmak.
Bugün Yasmina Hayek sadece ödüllerle onurlandırılmış bir şef değil; aynı zamanda bir kültür taşıyıcısı, bir yaratıcı ve kendi kimliğini tabakta yeniden inşa eden ilham verici bir kadın. Onun mutfağında yalnızca lezzet değil, geçmişin kökleriyle geleceğin vizyonu arasında kurulmuş güçlü bir bağ da yer alıyor. Ve bu bağ, onu gastronomi dünyasında gerçekten özgün kılıyor.