Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Vintage İstanbul ve Nadzar’ın kurucusu Özge Özbek, “vintage”ın ne olup, ne olmadığını ve sürdürülebilirlik anlayışında bu kavramın önemini anlatıyor.
Vintage İstanbul ve Nadzar’ın kurucusu Özge Özbek, “vintage”ın ne olup, ne olmadığını ve sürdürülebilirlik anlayışında bu kavramın önemini anlatıyor.
Vintage İstanbul’a nasıl başladınız? O zamanlarda sürdürülebilirlik bilinciniz var mıydı? Yoksa vintage sevgisi mi bu girişime vesile oldu?
Açık konuşayım sürdürülebilirlikle ilgili bir bilincim yoktu ama ben öğrencilik yıllarımdan beri hep vintage giyiyordum zaten, aksesuar olarak da birçok vintage ürün topluyordum; çanta, küpe, takı... İlginç olan çok ürün biriktirmeme rağmen takmıyordum bu parçaları. Bir nevi koleksiyon gibiydi benim için. Yurtdışına sıklıkla çıkıp, pazarlardan, vintage dükkanlardan parçalar biriktirmeye devam ettim. Yeni bir şey almaktansa vintage’ı yeğledim daima. Ben hep sevdim o kullanılmışlığı, yegane olmasını. Bizim zamanımızda öğrenciler çok vintage giyiyordu çünkü daha uygun fiyata daha karakterli şeyler bulabiliyorduk. Daha sonra bir dönem bir kozmetik firmasında çalıştım, sonra istifa ettim. O sırada, 2013 yılında, ne yapacağım diye düşünürken bir gün bu topladıklarımı arkadaşım gördü ve Galata’da Anglikan Kilisesi’nde bir pazar olduğunu, bu koleksiyonu orada sergileyip satabileceğimi söyledi. Bu fikre sıcak baktım ve sahip olduğum vintage takı ve aksesuarlarımı alıp alana gittim. O gün güzel ve verimli geçince bu hobimi işe dönüştürmeye karar verdim. O zaman henüz Instagram’da dükkanlar yoktu ama benim işimi duyurabileceğim ve ücretsiz icra edebileceğim tek platform orasıydı. Ben de bir Instagram hesabı açıp, koleksiyonumu paylaşmaya ve satmaya başladım. Sonrasında Balat’ta bir dükkan açtık; UNESCO’nun restore ettiği tarihi bir binada. Eş zamanlı olarak Balat’ın popülerleşmesiyle arkamıza güçlü bir dalga aldık ve Vintage İstanbul da bu şekilde rayına oturdu. Biz de, dönemin kimi blogger’ları ve komünitemizle birlikte elimizden geldiğince vintage kavramını duyurmaya, insanlara vintage’ın kıymetini anlatmaya çalıştık.
Peki sizin sürdürülebilirlik bilinciniz nasıl ve ne zaman gelişti?
Özellikle giysi sattığımız zamanlarda şöyle söylüyorduk: “Yeni üretim almaktansa ikinciye bir şans verin, hem ürünler daha kaliteli hem de hızlı modayı beslememiş oluyorsunuz.” Mottomuz her zaman “yerel tüketici, yerel üretim”di. Yerel işletmeye, eski ürünlere, ikinci el ürünlere yönelin ki hem küçük işletmeler iş yapabilsin hem de tekstil sektörünün atık kirliliğinin önüne geçmiş olalım. Dolayısıyla biz adına sürdürülebilirlik demesek de hızlı modadan ziyade vintage'ı savunuyorduk. Sonra iklim krizi konusunda bilgi sahibi oldukça, çevre bilinci geliştikçe vintage akımı da yükselişe geçti. Şu anda vintage ürünler tabi ki sürdürülebilirliğin en önemli artısı, çünkü yeni üretim yok. Tertemiz ürünleri alıp kuru temizleme yapıyorsunuz, sürekli bir dönüşüm var ve sizin aldığınız ürün değerli olduğu için iyi baktığınız sürece bundan yararlanıyorsunuz ve ciddi anlamda sürdürülebilirlik farkındalığı yaratıyorsunuz. Yani bana sorarsanız, sürdürülebilir kumaşlarla dahi olsa yeni üretim yerine vintage tüketimi daha doğa dostu. İçeriklerini organik seçseniz bile yine enerji harcıyorsunuz, yine bir tüketicisiniz. Farkındalık yaratmak için büyük markaların da artık bir şeyler yapması lazım. Nasıl kürk yapılmaktan vazgeçildiyse, satılmayan ürünler de değerlendirilmeli.
Sürdürülebilir olmak bir yandan da maddi olarak külfetli. Bu yüzden her marka sürdürülebilir sıfatını tamamen karşılamasa da en azından elinden geleni yapmalı. Bu konuda küçük markalara ne önerirsin?
Kargo poşeti kullanımını azaltmak için kargoyu haftada iki güne indirdik. Karton kutu kullanıyoruz, hiç baskı kullanmıyoruz. Hatta paketlerin ne kadar sade olduğuna dair geri dönüşler alıyoruz. Bu yüzden, büyük markaların da buna yönelmesi önemli. Onlar yönelir, üretici de bilinçlenirse alternatif yollar çıkar. Küçük işletmeler de daha uygun ve kolayca yaptırabilecekleri yollar bulur; ama dediğim gibi, biz bu koca çınarın sadece bir dalıyız. Bunu büyütmek şu an için çok zor çünkü devamlı talep var, dolayısıyla sürekli üretim devam ediyor.
Peki bu talep artışını sosyal medyayla bağdaştırıyor musunuz?
Kesinlikle. Sosyal medyada gördüğümüz her şeyi istiyoruz. Oradaki insanlar gibi olmak istiyoruz. En önemlisi de influencer’lar. Paylaştıkları ürünlerin birebir aynısını istiyor takipçiler. Örneğin seyahatler de seyahat influencer’larıyla arttı. Hepimizin karbon ayak izi fazlasıyla çoğaldı. Evet, vintage sürdürülebilir ama baktığınız zaman biz de ürün toplamak üzere yurt dışına gitmek için uçak kullanıyoruz. Yüzde 100 sürdürülebilir olmak çok mümkün değil. Bu nedenle büyük markaların yanı sıra influencer’lara da görev düşüyor. Önemli olan sürdürülebilir olmanın trend haline gelmesi. Sosyal medya tüketime iterek sürdürülebilirliğin DNA’sını bozuyor ancak bizi yine sosyal medya kurtarabilir.
Takı markanız Nadzar’da ne yapıyorsunuz?
Nadzar’da kullandığımız boncuklar 1960’lardan kalan, bir kısmı da 1980’lerden kalan eski nazar boncukları. Bunları yapan ustalar artık yoklar ya da işten çekildiler. Zaten Kapalıçarşı’da çok az usta kaldı. Bunlar yapılmış ve Türkiye’de çok az satılmış, genelde Amerika’ya pazarlanmışlar zamanında. Dolayısıyla depoda kalmışlar, biz de tesadüfen rastladık. Genelde çocuk nazarlığı olarak kullanılan top şeklinde nazarlıklar var. Hatta Amerika’da bu top gibi olanları bilmiyorlar, Viktoryen döneme ait diyorlar ama bunlar Anadolu’dan çıkma Türk boncukları. Biz de önce top nazarlıkları toplamaya başladık. Ben Anadolu’da çok aradım bunları. Çok peşine düştüm, tek tek koleksiyon yaptım. Bir dönem de sattık ama artık satmayacağım çünkü onlar artık bulunamayacak. Kapalıçarşı’da bir yer vardı, eski boncuklar satan. Klasik boncuktan ziyade benim daha çok beğendiğim şeyler çıktı. Bu kadar boncuk var, yeni bir şey üretmeye gerek yok biz bunları değerlendirelim, dedik. Nerdeyse bütün depoyu satın aldık başka yerde kalmasın diye. Hepsi el yapımı kuvars kaplama. “Bunlara yuvalar yapalım ve birleştirelim” dedik. Biz tasarımcı değiliz, sadece bu boncukları değerlendiren bir marka olalım. Ustayla konuştuk. Denemeler yaptık, çatlayıp kırılanlar oldu ama gün sonunda usta nasıl çalışacağını öğrendi. İleride bazı tasarımcılarla çalışacağız, onlarla olan iş birliklerimizden bir şeyler çıkaracağız. Ürün aldığınızda gerçekten paraya ihtiyacı olanlardan alıyorsunuz. Nadzar’ın ürünlerini usta yapıyor, küçücük atölyesinde, kaplama da aynı şekilde. O yüzden küçük işletmeler çok önemlidir sürdürülebilirlikte. Hatta bütün ekonomide. Çünkü biz olmazsak, onlar da olmaz. Tüketici bilinçlenmeli, nerden alışveriş yapacağını öğrenmeli. Mutlaka vintage almasına gerek yok ama etiket okumayı öğrenmeliyiz. Neyden yapılmış bakmalıyız. Küçük işletmeden ürün alıp onları destekleyebilirsiniz, hem daha karakterli hem daha kaliteli olur. Sürdürülebilirlikte büyük markalara rol düşüyor evet ama tüketiciye de düşüyor. Alışveriş yapmayı öğrenmemiz gerekiyor.
Bir ürüne “vintage” demek için kriterlerimiz zamanla değişiyor. Vintage’ı nasıl tanımlamalıyız?
Normalde vintage’ın sözlük anlamına baktığımızda bir ürünün vintage olması için en az 25 yaşında olması gerekir. 50 yaş ve üzeri ise antika oluyor, 100 sene üzerinde ve belli kriterlere uyanlar ise tarihi eser kategorisine giriyor. Bu arada vintage kelimesi de şarapçılıktan geliyor, yıllanmış demek. Kelime, sonrasında eşyalar, kıyafetler, aksesuarlar için kullanılmış. Tabi tıpkı antika ve tarihi eserdeki gibi, öncelikle her 25 yaş ve üzerindeki ürün vintage olmuyor. Bir şeye vintage demek için üretildiği dönemde bir etki yaratmış olması gerekiyor. Bir moda akımına ait olması, insanların ondan etkilenmiş olması gerekiyor. Örneğin Levi’s 501 jean’ler, biker ceketler ya da yüksek bel pantolonlar... Dolayısıyla ürünün ikonlaşmış olması şart. Bunlar ve bunlara paralel olarak yapılmış ürünlere de vintage diyebiliyoruz. Ya da 1960-1970’lerden kalma, aslında en değerli vintage ürünlerden biri, bakalit plastik malzeme takılar. Dolayısıyla bunlara rahatlıkla vintage diyebiliriz. Ama 2000’lerin gelecekteki vintage’ları ne olacak bilmiyorum. 1980-1990’larda çok fazla seri üretim yoktu. Bu ürünler hep terzilerden ya da az üretim yapanlardan çıkma sınırlı sayıda ya da kişiye özel parçalardı. Şimdi 2000’lerde hızlı modayla birlikte birlikte çıkan tasarımlara vintage diyebilecek miyiz, emin değilim. Bu sebeple biz her zaman maksimum 1990’ların ürünlerini toplamayı tercih ediyoruz.
Ürünleri toplama sürecin nasıl geçiyor?
Çoğunlukla yurtdışından topluyoruz. Pandemi zamanında epey dursak da genellikle Almanya, Fransa, Belçika ve Amerika’yı tercih ediyoruz. Sadece ürün toplamak için de değil, mimari için de seyahat ediyoruz. Zaten gezmek benim daimi hayalimdi. Vintage İstanbul dolayısıyla da baya gezdim. Karbon ayak izimiz çok olduğu için ben başka yerlerden kısıyorum. Mesela plastik şişeden su almıyorum.
Son olarak tüketicilere ne önerirsin?
Bence tüketiciye vereceğimiz mesaj önemli. Gerçekten neye para harcadıklarına çok dikkat etmeleri gerekiyor. Nereden ürün aldıkları, o ürünü aldıkları yer kimlerden yararlanıyor, kimlere para kazandırıyor, bunlar önemli detaylar. Aldığı kumaşın etiketini okuması da şart. Belki çok klişe ama çok doğru, bir şeyi alırken gerçekten ihtiyacım var mı diye bakmalı. Sosyal medyada takip ettiklerimize dikkat etmeliyiz. Onlardan etkileniyoruz; eco-influencerlar takip edilebilir. 2018’de bir rapor yayınlanmış. Dünyada kadınların yüzde 64’ü vintage ya da ikinci el ürün almış. Yani dolayısıyla dünyada farkındalık artıyor, burası kesin! Ayrıca yapılan çalışmalar Y kuşağıyla başlayan bu alışkanlığın Z kuşağında da artacağını ve 2028 yılında birçok kadının gardırobunun %13’ünün vintage ve ikinci el kıyafetlerden oluşacağını söylüyor. Bir de hepimiz aynı giyinir, aynı görünür olduk. Dolayısıyla yegane olmak isteyenler de vintage ve ikinci ele yöneliyor çünkü farklı şeyleri giymek istiyorlar. Bence çok önemli bir şey daha var: Kıyafet kiralamak. Bunun da mutlaka yaygınlaşması lazım.