Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Modayı sonsuz bir doyumsuzluğun, mükemmeliyetçiliğin, sınırsız değişimin ve daha ötesinde bitmeyen bir arayışın hikayesi olarak gören Hünkan Tellioğlu’ndan markası NU’yu ve günümüz moda endüstrisine bakışını dinledik.
NU’yu sadece moda markası olarak adlandırmak yeterli olmaz. O, bundan 20 sene evvel Hünkan Tellioğlu ve geçtiğimiz sene kaybettiğimiz Nurçin Sebük’ün işbirliğinde kurulan, zamanın değişen çehresine karşın sadık olduğu ideallerden taviz vermeyen, buna rağmen daima güncel kalan bir oluşum. Yavaşlığıyla hızlı… Yaratıcı, özgün tasarımlarıyla ise “hazır giyim parçaları”dan ziyade sanata yakın duran, giyilebilir eserler ortaya koyuyor. Gelip geçici moda akımlarının rüzgarına kapılmadan, kendi yelkeniyle en dalgalı sulardan bile kolaylıkla süzülüp geçiyor. Bu 20 senelik hikayeyi dinlemek için markanın kreatif direktörü ve kurucularından Hünkan Tellioğlu’na kulak veriyoruz.
Şimdiye kadar NU’ya dair verdiğiniz röportajlarda markanın bugününe dair birçok şey okuduk ancak bundan 20 sene geriye dönüp oluşumunuzun ilk adımlarını nasıl attığınızı dinlemedik. Bize NU’nun kuruluş hikayesinden bahseder misiniz?
Markayı kurarken nereye gideceğini bilmeden yola çıktım aslında. İçimde duygusallık, hayalperestlik, yapmak istediklerim, bildiklerim ama bir o kadar da zaman içinde öğreneceklerim vardı. “Gelecekte markayı şurada görmek istiyorum” diye bir hedef koymadım hiçbir zaman, hedeflere inanan ve bunun getireceği kısıtlamalarla yaşayabilecek yapıda biri değilim. Küçücük bir atölyede, küçük bir ekiple numuneler dikerek çıktım yola. O dönemde Nurçin Sebük farklı bir markada tasarımcı olarak çalışıyordu. İlk olarak Sultans of the Dance performansının tüm kostümlerinin imalatı için geldi, hemen ardından Gora filminin kostümlerinin imalatını yaptık. Kısa bir süre sonra Nurçin kurmak istediğim markanın ruhunu üflemek üzere aramıza katıldı. İlk mağazamı açtığımda tüm dünyam orasıydı. Her gün yaptığımız ürünleri ellerimle mağazama götürür, düzenini bizzat yapardım. Müşterilerimin neredeyse çoğunu şahsen tanırdım. Markanın adı ilk gün NU oldu ama kapıya o denli küçük bir logo yaptırmıştım ki bize “isimsiz mağaza” derlerdi. Yavaş yavaş, adım adım, hissederek, özümseyerek, içimize sindirdiğimiz bir farkındalıkla büyüdük.
Rutin ve ritüellerinize son derece sadık biri olduğunuzu biliyoruz. Moda sektörü ise devamlı değişen, dönüşen bir kulvar. Kırmayı, “atomu parçalamaktan zor” olarak gördüğünüz alışkanlıklarınızla bu dinamik alandaki kreatif yaratım ve üretim süreciniz nasıl ilerliyor?
Hayatınızda sizi siz yapan şeylerin dengesini sağlıklı tutabilmek, bu rutinlerden ve alışkanlıklardan geçiyor aslında. Bundan kastım körü körüne bir şeylere bağlı olmak, bağımlı olmak değil; size değer kattığına inandığınız şeylere hakkıyla sahip çıkmak. O doygunluğa ulaştığınızda üstüne ne koymanız gerektiğini, neyin değişime açık neyin ise olmaması gerektiğini daha iyi tespit ediyorsunuz. Moda bence sonsuz bir doyumsuzluğun, mükemmeliyetçiliğin, sınırsız değişimin ama daha öte bitmeyen bir arayışın hikayesi. Aynı hikayede olup bu güçten etkilenmemek mümkün değil tabii ki, ama hikayede hangi karakter olacağınızı seçmeniz mümkün. Biz aykırı, ayrışan, kusurlu ve kuralsız olmayı seçtik. Hikayenin akışına uymayan çok yönümüz var. Ruhumuza, kim olduğumuza iyi geldiği kadarıyla değişime açığız diyelim. Bu, kreatif yaratım ve üretim sürecinde de aynı denklikte işliyor hâliyle.
Nurçin Sebük, NU’ya isminden bir parça veren, markanın köklerine işlemiş, nadide bir yaratıcı zihin. Onun mirasını nasıl yaşatıyorsunuz?
Kendimi onun ardında kalmış gibi hissetmiyorum, bu duyguyu kabullenirsem yenilirim çünkü. Bir insanın koşulsuz parçanız olduğu gerçeğini, bedenen yanınızda olamasa da her an beyninizde onunla konuşuyor olduğunuz gerçeğini kelimelere dökebilmek çok kolay değil. Zamandan ve her nevi koşuldan bağımsız olarak NU, Nurçin’in yaşayan, nefes alan bir parçası. Unutulması mümkün olan için yaşatma çabası duyarsınız değil mi? Söz konusu olan Nurçin ise bu benim kontrolümde olan ya da çaba gösterilmesi gereken bir durum değil. Daha net olayım; ölüm bir terk etme şekliyse, onun gibi güçlü ve ayrıcalıklı ruhlar ait olduğu yeri asla terk etmezler. Nurçin Sebük markanın ilham kaynağı, bu sebeple varlığının gerçekte veya hayalde olmasının hiçbir önemi yok.
NU, 16 ülkede yaşayan bir marka. Geçtiğimiz senelerde Londra’daki ikonik Liberty mağazasıyla yaptığınız işbirliği ise gerçekten gurur verici. Yurt dışına açılma maceranız nasıl gelişti?
Yıllardır hep savunduğum; yurt içi ve yurt dışını ayrı parçalar olarak görmeden, 360 derece uçtan uca bütüncül bir bakış açısıyla kararlar almak gerektiği. Belki de sırf bu yüzden markanın büyümesini hiç arzu etmedim, bugün de aynı yerdeyim. Bugün bizi yoran en önemli şey, etrafımıza baktığımızda durmayan, hızla büyüyen bu karmaşa. Kaygı ve endişelerimizin çoğu da aslında bu sebepten. İşte tam bu noktada niş kalabilmek, haddinizi bilmek, konsantrasyonunuzu kaybetmemek ve kim olduğunuza odaklanmak önemli. 2013 - 2014 yıllarında Kuveyt, Katar ve Dubai mağazalarını peş peşe açtık. Akabinde Londra devreye girdi. New York, Tokyo, Nice ve Casablanca mağazaları için hazırlığa başlamıştık ki pandemi hepimizin dünyasını değiştirdi, hedef aynı kaldı ancak aksiyon planlaması 2023’ün ikinci yarısına sarktı.
Bu sene 20. yaşınızı kutluyorsunuz. Modanın geçirdiği evrime NU çatısı altında şahitlik ettiniz. Bu süreçte tasarım anlayışları, pazarlama stratejileri değişti. Sosyal medya kavramı da bu 20 sene içinde doğdu ve gelişti. Tüm bu dönüşümleri deneyimlemek bugünkü bakış açınızı nasıl şekillendirdi?
Dün de, bugün de kendime öğrettiğim en önemli şey ne modada, ne dijital dünyada, ne de başka bir alanda agresif olmamak, dingin kalabilmek. Bu benim hayata dair genel mottom. Moda hızla değişirken, biz kendi stilimiz içerisinde değişimi benimsedik. Tek gayemiz tüketmeden, tükenmeden, varlığımızı uzun soluklu kılabilmekti. Size tuhaf gelecek belki, bizim öyle büyük harflerle yazılan pazarlama stratejilerimiz, satış stratejilerimiz hiç olmadı, halen de yok. En iyi bildiğimizi; kendi değişimimizle, deneyimlerimizle dengeleyerek ilerledik. Bugün durduğumuz noktada halen bunu yapıyoruz. Doğru yolda olduğumuzun en önemli teyidi, tüm sektörlerin ekonomik durgunlukla boğuştuğu böyle zor bir dönemde bu olumsuz etkileri en az hasarla göğüsleyebilecek bir yapıda olabilmemiz.
Bu 20 senelik sürece değinmişken, atlamamamız gereken en önemli unsurlardan biri kuşkusuz ki jenerasyon. Yeni neslin tüketim alışkanlıkları birçoğumuzdan çok farklı. Bu hedef kitlesi sizin yaratıcı önceliklerinizi ya da markaya dair inşa ettiğiniz yol haritasını etkiliyor mu?
İnşa ettiğim yol haritasını genel prensipler bakımından bir nesil veya jenerasyonun değiştirme kabiliyeti yok. Dokunabilirler, tabii ki etkileyebilirler, farklı bir pencere açabilirler. Yeni jenerasyondan bahsedecek olursak; bakış açıları çok farklı, algıları, yaşam biçimleri de... Bu beni zaman zaman çok heyecanlandırıyor. Mesela sekiz yaşındaki kızımın benden daha fazla şey bildiği konular olduğunu fark ettiğimde şaşırıyorum. Çoğunluk onları çok talepkar buluyor, ben tam aksini düşünüyorum. Ne istediklerini çok iyi biliyorlar, ne istemediklerini de. Talepleri var ama ısrarları yok, o talebi siz karşılayamazsanız alternatifine ulaşabilme kabiliyetleri o kadar hızlı ki, müdanaları yok. Bu müdanasızlığı seviyorum. Hızını anlık takip edebildiğimiz dijital bir dünyanın göbeğinde duruyorlar, statülerle işleri yok, yönetip şekil veriyorlar. Bağ kurmak konusunda evet zayıflar ama belki de bu onları daha özgür kılıyor. Kurallar, prensipler, örf ve âdetler gibi kavramlar odak noktaları değil. Bir şeyi yapmaları veya yaptırabilmeniz için tutarlı ama aynı zamanda da heyecanlandıran bir sebep sunmanız lazım. Birçok klişe onlara işlemiyor. Bir yönden markamızın asi ve cinsiyetsiz yanını besledikleri çok net. Yeni nesil çok evrensel ve onlarla en önemli ortak bağımızın bu olduğunu düşünüyorum. Tasarım ekibinin zaman zaman bu jenerasyonu heyecanlandırmak yönünde konsantrasyonu oluyor ki bizi hiç ummadığımız yönde yeni deneyimlere itebiliyor.
NU, tasarımlarıyla yalın bir maksimalizm anlayışı sunuyor. Sanatsal, özgün, iyi anlamda sarsıcı, incelikle düşünülmüş ve beklenmedik bir marka. Tüm bu betimlemeler günümüzde hüküm süren hızlı tüketim olgusuyla taban tabana zıt. Sosyal medyanın bize dayattığı bu sisteme nasıl direniyor ve bu denli kendinize, ruhunuza sadık kalabiliyorsunuz?
Bizi tasvir eden doğru felsefe, işin doğası maksimalist bir yapı değil, gerçekte azın çok olduğu bir ifadelendirme biçimi. Aynen söylediğim gibi yavaş olabilmek, hıza yenilmemek, haddini bilmek en kıymetli anahtar. Böyle olunca direnmek üstüne kurgulanmış bir konsantrasyonunuz olmuyor. Moda aslında çok önemsendikçe, onu zorlayan anlamlar yükledikçe daha da önemini yitiriyor. Gerçeklikten uzaklaşıyor. Dinamiklerine belli bir anlamda saygı duyduğum, mutat varlığının hepimizi beslediği bu dünyayı takip eden bir anlayışımız yok, kendi stilimizde devam etme arzumuz, bugün bize dayatılması mümkün birçok unsuru aslında yok sayıyor.
Biraz da 2022 Sonbahar/Kış koleksiyonunuza gelelim isterim.
Sert, karamsar ve karanlık bir oluşumun içerisinde, ait olmayı istediği dünyayı arayan, natürelliğin ve samimiyetin gerçekliğine atıfta bulunan bir koleksiyon. Tüm bu duygular yeni, bu sebeple birçok deneysellik hep olduğu üzere bu koleksiyonda da fazlasıyla var. Ruhun temeli siyah; doğallığa atıfla nötr renkler ve doğal kumaşlar; canlanmak ve tekrar fark edilmek iştahını temsil eden bronz ve gümüş tonları…
Sürdürülebilirlik kimileri için mecburen, zoraki yakalanması gereken bir “trend”. Bu konuda atılan samimiyetsiz adımlara da şahitlik edebiliyoruz. NU için ise sürdürülebilirlik, kurulduğu günden bu yana markayı oluşturan doğal bir yapıtaşı. Siz sürdürülebilirliğe dair ne düşünüyorsunuz?
En önemli yapıtaşımız bu, çok doğru! Bizim dokumuzu güçlü kılan, evrensellik inancımız içinde başta kendimizi, çalışanlarımızı; dokunduğumuz, ulaştığımız ve dolaylı dolaysız etkilediğimiz herkesi bütüncül bir aile olarak görmemiz. Aile her şeydir! Sürdürülebilir işler yapmak, gerçekte sizi siz yapan DNA’nızı her koşulda gerekleriyle ortaya koyabilmenin gücünü temsil ediyor. Yani hiçbir yapının etik değerleri döneme göre değişiklik gösteremez. İlk gün yola hangi duygu, gerçeklik ve etiklerle çıktıysanız bugün ancak o değerleri daha da yüceltebilmiş, hakkıyla sergileyebilmiş olmanın hikayesini anlatıyor olmanız lazım.
NU için hayalleriniz, planlarınız nelerdir?
Hedefler koymak, bu hedeflere hizmet edecek hayaller kurmaya zorlar insanı... Öte yandan dünyanın hâli belli, gelecek adına hayaller kurabildiğimiz bir dönemden de geçmediğimiz aşikar. Ama bugüne dek kurduğum her türlü bağın gerçekliğini yitirmemesi, en önemli dileğim. Duyulması zorunlu hâle getirilen tüm kaygıların aksine kaygısızlık lüksümüzü kaybetmemek, aynen Stoacılar gibi, “Mutluluk dış koşullara bağlı olmamalıdır” felsefimizi uzun yıllar koruyabilmek, mutlu kalabilmek ve bu mutluluğu etki edebildiğimiz her noktada yansıtabilmek…