Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.


Kasım, okuma ritüellerinin en güzel mevsimi...
Havanın erken kararmasıyla birlikte dışarının telaşından sıyrılıp evde bir fincan kahve eşliğinde kitaplara sığınmak geliyor insanın içinden bu ay. Belki de bu yüzden Kasım, okuma ritüellerinin en güzel mevsimi. Bu ay raflardan, rastgele uzandığım ve okurken bana iyi gelen kitapları bir araya getirdim; belki siz de aralarında kendinize iyi gelecek bir hikaye bulursunuz.

Fotoğraf: @1kitap.1mekan
Bazı kitaplar, bir hikaye anlatmaz; bir gerçeği ortaya koyar. Hüzünlü Kaplan tam da böyle bir kitap. İnanılmaz zorlayıcı ama bir o kadar da etkileyici. Neige Sinno, çocukluğunu paramparça eden sessizliği kendi kelimeleriyle bozuyor. Üvey babasının yıllar süren istismarını anlatırken ne dramatize ediyor ne de duygusal bir koruma kalkanına sığınıyor. Bu yüzden de kitap, tokat gibi çarpıyor size.
Okur olarak sayfaları çevirdikçe, onun sessizliğinin ağırlığı üzerinize çökerken, bir toplumun da bu sessizliğe nasıl ortak olabildiğini görüyorsunuz. Hüzünlü Kaplan, yalnızca bir kadının yaşadıklarını değil, suskunluğun nasıl bir şiddet biçimine dönüşebildiğini de anlatan bir yüzleşme metni.
“Suçluların çoğu dayanılmaz şeyler yaşadıklarını anlatan hikayeler uydururlar kendilerine. Sapıkların çoğunun kendine söylediği ise hissettiklerinin ve yaptıklarının sevgiden kaynaklandığıdır.”

Fotoğraf: @1kitap.1mekan
Editörlüğünü yaptığım Kakımın Kanı, beni sürekli araştırmaya iten çok farklı bir kitap.16. yüzyıl Fransa’sının ışıklı salonlarıyla karanlık dehlizleri arasında geziniyoruz. Sofralardan yükselen baharat kokuları, komploların soğuk havasına karışıyor. Genç Kral I. François, ülkesine bir rüya armağan etmek ister: Chambord Şatosu. Ve bu rüyanın kalbinde, dünyaya aklını bırakan bir isim vardır: Leonardo da Vinci. Onu Fransa’ya getirme görevi, çocukluk arkadaşı Quentin’e verildiğinde başlayan yolculuk, kısa sürede bir tehlike haritasına dönüşüyor.
Michèle Barrière, tarihi sadece anlatmıyor; onun içinden geçen tatları, sesleri, kokuları da duyuruyor bize. Tarihi polisiyeyle gastronominin iç içe geçtiği yeni bir türle tanıştırıyor bizi. Sayfalarını çevirdikçe hem tarihin hem de lezzetlerin izini sürüyorsunuz.
“Böyle bir sihir içinde insan ruhunu, derin düşüncelerini, varlığının özünü keşfetmek mümkün müydü? Bu deneyi sonuna kadar götürmeyecekti, bir insan imgesinin sonsuz kez yeniden oluştuğunu görmeyecekti.”

Fotoğraf: @1kitap.1mekan
Hacim Hesabı Üzerine, yalnızca bir roman değil; zaman, bilinç ve varoluş üzerine kurulmuş derin bir düşünce deneyi gibiydi benim için. Tara Shelter bir gün zamanın kusursuz akışının bozulduğunu fark eder. Takvim, herkes için ilerlerken onun için durur; her gün yeniden 18 Kasım’dır. Bu kırılma, hem dünyanın düzenine hem de kendi iç dengesine duyduğu inancı fazlasıyla sarsar.
Roman, bu döngü içinde Tara’nın yaşadığı ruhsal salınımları, anlam arayışını, mantıkla duygunun birbirine çarptığı anları ustalıkla örüyor. Gerçek ile kurgu, bilinç ile yanılsama arasındaki sınırlar giderek silinirken, zamanın yalnızca saatlerle değil, insanın iç titreşimiyle ölçüldüğünü hissediyorsunuz. Tara’nın her tekrarda değişen farkındalığı, insanın varoluşla hesaplaşmasının küçük ama derin bir izdüşümüne dönüşüyor. Hem psikolojik hem de felsefi olarak çok güçlü bir metin kesinlikle.
“Çoğu zaman her şeyi bilmenin mümkün olmadığına kanaat getiriyorduk, hayatta bazı yer değiştirmeler olacağını kabul etmek, tutarsızlıklar olabileceğini beklemek zorundaydık ve zaten bizim karşı karşıya olduğumuz da buydu: Örüntüler, tutarsızlıklar, birleşmeye çalışan iki dünya…”



