Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.


Bu ay boyunca yılın bitişine eşlik edecek duygusal kitapların listesi...
Aralık ayı geldiğinde hep, biraz durup etrafımıza, sonra da içimize bakıyoruz sanki. Yılın ağırlığı, sevinçler, bitenler, başlayamayanlar... Bu ay tam da bu ruh hâline eşlik edecek duygusal kitaplar seçtim. Hani okurken boğazınıza bir şeyler düğümlenir, bir cümleyi dönüp tekrar okursunuz ya... İşte öyle hikayeler.

Fotoğraf: @1kitap.1mekan
Jennifer Clement’le yolum ilk kez Dul Bayan Basquiat’da kesişmişti; New York’un sanat çevresindeki suskun ama çok şey anlatan bir kadının hikayesiyle tanımıştım onu. Kadınlar Ormanı ise beni bambaşka bir yere, Meksika’nın kırsalına götürdü. Bu kez sahnede, kız çocuğu olmanın en büyük risk, hayatta kalmanın ise başlı başına bir beceri olduğu bir dünya var. Erkeklerin birer birer ortadan kaybolduğu, geride annelerle kızların kaldığı, kız çocuklarının saklanarak, çirkinleştirilerek “korunmaya” çalışıldığı bir yer...
Clement, bu romanda şiddeti ve umutsuzluğu uzun uzun anlatmak yerine, o atmosferi kızların gündelik hayatının içine yedirerek gösteriyor ve yıllar boyunca kadın cinayetleri ve insan kaçakçılığı üzerine yaptığı saha araştırmalarını, edebiyat alanına taşıyor. Böylece roman, testimonio geleneğinin çağdaş bir örneğine dönüşüyor. Anlatıcı Ladydi’nin sesi, kaybolan yüzlerce kadına dokunuyor, bireysel hikayeyi kolektif bir hafızaya dönüştürüyor.
Roman doğa, toprak ve kadın bedeni arasındaki ilişkiyi bir çok yönüyle ele alıyor. Patriyarkal şiddeti arka planına alarak çok etkileyici bir hikayeye dokunuyor. Her bir detayından o kadar etkilendim ki!..
“Bir şeylerin yalnızca bana ait olduğunu düşünmekten çoktan vazgeçmiştim.”

Fotoğraf: @1kitap.1mekan
İncecik bir kitap boğazınızı bu denli düğümleyebilir mi?
Bu romanda ilk hissettiğim şey derin bir sessizlik oldu. Gürültülü dramların değil, evin içinde kimsenin yüksek sesle adını koyamadığı bir acının anlatısı. Bir dağ köyünde, ağır engelli bir çocuğun doğumuyla birlikte bütün aile yavaş yavaş “uyum sağlamayı” öğreniyor ve duygularıyla, hayattaki rolleriyle dönüşüyor. Romanın en çarpıcı yanı ise bizim bunları çok tarafsız bir yerden, taşların tanıklığıyla öğrenmemiz.
Bir yandan sevmenin nasıl şekil değiştirebildiğine tanık oluyoruz, diğer yandan acıları kapatmak için uğraşmaya. Kalbimde uzun süre yer edecek bir roman oldu gerçekten.
“Her yetişkin, bir zamanlar olduğu çocuğa karşı borçlu olduğunu unutmamalıdır.”

Fotoğraf: @1kitap.1mekan
Açıkçası ilk okuduğumda metne bir türlü giremedim; zorlandım, yoruldum ve etkilenmeden kapattım kitabı. Sonra günler geçtikçe aklıma tekrar tekrar geldiğini fark ettim. Fanny’nin zihninin akışını, o dağınık gibi görünen iç konuşmalarını kendi içimde duydum sanki. Duygusunun bana aslında ağır ağır geçtiğini o zaman anladım. Keşke orijinal dilinden okusaymışım bu kitabı.
Anne Serre’nin Leopar Desenli Şapka’sı büyük bir olayın romanı değil, bir insana karşı değişen duyguların romanı aslında. Anlatıcı, çocukluk arkadaşı Fanny’ye bakarken sadece bir arkadaşına değil, elinden sürekli kayıp giden bir hayata da bakıyor. Fanny’nin ruh hâli, iniş çıkışları, hayata bir girip bir kayboluşu; adı tam konmayan bir rahatsızlığın etrafında dolaşıyor ama Serre, hiçbir şeyi etiketlemiyor.
Serre’nin kardeşinin intiharından etkilenerek kaleme aldığı, incecik ama yoğun bu roman, başkasının hikayesini anlatmanın ağırlığını ve sevdiğimiz insanı asla tam anlamıyla kavrayamayışımızı hatırlatıyor.
“Her zaman beklediğimiz şeyler teselli etmez bizi.”



