Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.


Hollandalı fotoğrafçı Marcel Heijnen’in geçtiğimiz aylarda Thames & Hudson etiketiyle çıkan “City Cats of Istanbul” kitabı kedilerin, insanların ve şehir kültürünün iç içe geçtiği kadim bir İstanbul hikayesi.
İstanbul’un sokaklarında her köşe başında karşımıza çıkan kediler hem şehrin kadim tarihinin hem de gündelik hayatımızın ayrılmaz bir parçası. Şehrin karmaşık notalarla bezeli fon müziğini usulca yumuşatıyor; bilge, sevecen ve vazgeçilmez bir motif olarak ekleniyorlar kentin ritmine. Hollandalı fotoğrafçı Marcel Heijnen’in Hong Kong ve Çin’deki dükkan kedilerinden sonra rotasını İstanbul’a çevirip bu benzersiz ilişkiyi mercek altına alması da o yüzden.

Hayatının büyük bölümünü Singapur ve Hong Kong gibi Asya ülkelerinde geçiren, şu anda Amsterdam’da yaşayan Heijnen’in serüveni, kedilerin kentsel mekanlarla kurduğu bağı fark etmesi ve Hong Kong ve Çin’de dükkan kedilerini fotoğraflamasıyla başlamış. Dükkan kedilerinin fotoğraflarından birer kitap kurguladığı sırada “2016’da Ceyda Torun’un yönettiği Kedi belgeselini izledim. Beni çok etkiledi ve İstanbul’u ‘kedi başkenti’ olarak zihnime kazıdı. Ama İstanbul’u ancak 2023’te ziyaret edebildim; ardından 2024’te iki ayrı dönemde toplam dört hafta kalarak çekimleri tamamladım” diye anlatıyor.
Heijnen’e göre İstanbul kedileri ne tam evcil ne de tam sokak kedisi; ikisinin arasında bir hibrit. Birilerine ait değiller ama mahalleliler tarafından bakılıyorlar: “Onlara gösterilen saygıyı başka yerde görmedim. İnsanlar kedilere isim veriyor ve hasta ya da yaralı olduklarında veteriner masraflarını karşılıyorlar. Bunu görmek yaklaşımımı da etkiledi; fotoğralarla kanıtlamak istedim.” Onun için kedileri fotoğraflamak, kentsel yaşamı belgelemekle eşanlamlı. Yollar, binalar, köprüler, tramvaylar, otobüsler gibi büyük unsurlarla; tuğla, beton, cam ve çelikten örülen şehrin dokusunda “Başka bir canlı türünün kendi yerini talep etmesi çok özel. Üstelik halkın bu canlılara özen göstermesi daha da özel. Kediler yüzlere gülümseme, kalplere sıcaklık getiriyor” diyor.
İstanbul kedilerini fotoğrafarken yaşadığı en önemli zorluk fotoğrafların kültürel bir bağlam taşımasını sağlamak olmuş. Zira “İstanbul’da neredeyse her yerde kedi var, çok tatlılar ama benim için arka planda şehrin DNA’sının olması gerekiyordu. Sonunda onu da başardım.”
Peki İstanbul bir kedi olsaydı, nasıl bir kedi olurdu?Kesinlikle Van kedisi olurdu. Zarif, asil, biraz sıradışı ve dayanıklı.

“Madam Çaki’nin yaşadığı Beyazıt Camii muhtemelen en sevdiğim yerdi. Defalarca döndüm, özellikle günbatımında saatlerce kaldım. Kapak kedisi olabileceğini biliyordum ve gerçekten In Vogue’du. Fotoğraflar istediğim tüm unsurları taşıyordu: güzel bir kedi, dokular, ışık, renkler ve mekan hissi. Kedi, mimari unsurlar ve sütunun arkasından uzanan insan eliyle, bu fotoğraf en sevdiklerimden.”

“Kediler yiyecek paylaşan, barınak kuran ve durup onlarla etkileşime giren İstanbullular tarafından sevgiyle kucaklanıyor. Bu ilişki kayıtsızlık değil, karşılıklı saygı ve sevgiye dayanıyor.”

“İstanbul’un kedilerini fotoğraflarken onların geçmiş ile bugünü nasıl birbirine bağladığını gördüm. Bu hayvanlar şehrin karşıtlıklarını ve zamansızlığını somutlaştırıyor. Sadece gezgin değiller; onlar İstanbul ruhunun yaşayan sembolleri.”

“En çok etkilendiğim anlardan biri çıplak ayaklı bir çocuğun şişe kapağına su döküp kediye içirmesiydi. Çocuğun yoksul olduğu belli; yine de suyunu kediyle paylaşıyor. Kedi de suyu içip dudaklarını yalıyor, minnettar görünüyor. İstanbul halkının kendilerine ait olmayan hayvanlara bile sevgisi çok büyük.”

“Her yerde hikayeler vardı: kalabalık bir baharat çarşısına hükmeden turuncu tekir, bir cami basamaklarının sıcak tonlarına karışan alaca kedi… Osmanlı ihtişamı ile mütevazı arka sokaklar arasında özgürce dolaşıyorlar.”