Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Gluten ve düşük kalitede süt ürünleri vücutta ciddi enflamasyonlara neden olabilir.
Bazı gıdalar kesinlikle hassasiyete veya sindirim sorunlarına neden olabilir. Hatta bazı gıdalar iltihaplanmaya katkıda bulunabilir. Johns Hopkins Medicine’ın açıklamasına göre “Kronik, sistemik enflamasyon, diyetle daha kötü veya daha iyi hale getirilebilen ciddi bir sağlık sorunudur”.
Peki enflamasyona en çok sebep olan yiyecekler hangileridir? Fransa'da yaşayan ve mikro beslenme konusunda uzmanlaşmış bir naturopath olan Yohan Mannone, My Anti-Inflammatory Diet adlı kitabında, sağlıklı yaşam tarzında yaptığı değişiklikleri ve kronik bir hastalığın üstesinden gelmesini sağladığına inandığı anti-inflamatuar gıdaları anlatıyor.
Kitapta ayrıca, ikisi sistematik olarak tekrar eden, kaçınılmasını önerdiği iltihaba sebep olan gıdaların listesi de yer alıyor: “Birçok iyi beslenme şekli var, bu nedenle herkes için geçerli tek bir tabak önermem mümkün değil” diyor. “Öte yandan, artık bazı yiyecek türlerinin, özellikle de yüksek kalitede değillerse, iltihap yapıcı olduğunu biliyoruz. Bu nedenle bunlardan kaçınmak önem taşıyor.”
Enflamasyonu artıran iki gıda:
Gluten
“Gluten buğday, arpa, çavdar, kavuzlu buğday ve kamut gibi tahıllarda ve dolayısıyla bunların makarna, ekmek, kurabiye, kek, irmik ve hamur işleri gibi tüm türevlerinde bulunan bir maddedir. Gluten iki tür bitki proteininin bir karışımıdır: prolamin ve glutenin, nişasta ile birleşerek başta buğday (yüzde 80) olmak üzere bazı tahılların tanesindeki protein rezervini oluşturur. Elastik yapısı onu ekmek yapımı için çok ilginç bir yapışkan madde haline getirir. Bu özellikleri sayesinde gluten, unun pişmesini iyileştirir ve ekmeğin kabarmasını sağlar."
“Bu neden bir sorun? Son 30 yılda gluten alerjisi ve intoleransı vakalarındaki hızlı artış, günümüz buğdayının atalarımızınkine hiç benzemediği düşünüldüğünde pek de şaşırtıcı değildir. Orijinal 14 yerine 42 çift kromozomdan oluşan modern buğdayın DNA'sı yapay olarak değiştirilmiştir. Özellikle tarım endüstrisi, verimi artırmak için çeşitli buğday türlerini çaprazlamıştır. Buğdayın genetik modifikasyonu onu endüstri için daha verimli, ancak insanlar için daha az sindirilebilir hale getirmiştir. Sonuç olarak, söz konusu gıda yeterince sindirilememekte (enzimlerimiz tarafından parçalanamamakta) ve büyük ölçüde bağırsak hasarına neden olmaktadır: kötü bakteriler beslenmekte ve bu da disbiyoz (mikrobiyotanın dengesizliği) ile sonuçlanmaktadır. Dahası, glutene ve dolayısıyla onun meşhur 'alfa-gliadin' molekülüne maruz kalmak, bağırsak düzeyinde bağırsağın sıkı bağlantılarının gerilmesini destekleyen bir protein olan zonulin üretimini artırır. Bu da bağırsak hiper geçirgenliği fenomenini yaratarak bağırsağı gerçek bir eleğe dönüştürür."
“Glutene karşı radikal bir intoleransı olan çölyak hastaları haricinde, gluteni tamamen ve kalıcı olarak tüketmeyi bırakmak pek arzu edilen bir durum değildir. Bununla birlikte, bağırsaklara zararlı çok sayıda maddenin varlığı göz önüne alındığında, gluteni, özellikle de modern buğdayı, mümkün olduğunca sınırlandırmanızı öneririm. Bunun yerine, daha kolay sindirilebilir gluten kaynaklarını tercih edin: antik bir buğday olan einkorn ve tercihen doğal ekşi maya ile yapılan ekmekleri seçin. Ekşi maya fermantasyonu, glütenin ön sindirimi olarak işlev görür ve daha kolay asimile edilmesini sağlar.”
Düşük kaliteli süt ürünleri
“Laktoz (süt şekeri), glikoz ve galaktozdan oluşan bir karbonhidrattır. Normalde vücut tarafından ‘laktaz’ adı verilen bir enzimle sindirilen bu şeker, bağırsak mikrobiyotamızdaki sağlıklı bakterileri beslemek için laktik aside dönüşür. Ancak yetişkinlik döneminde birçok insan artık bu enzimi üretme kapasitesine sahip değildir. Bebeklerde anne sütünü sindirebilmeleri için doğal olarak bulunan laktaz üretimi, yıllar geçtikçe azalır ve yok olur. Sonuç olarak, vücut sadece belirli bir miktarda laktozu tolere edebilir ve bu da kişiden kişiye farklılık gösterir. Bu durum laktoz intoleransı olarak bilinir. Fazla tüketilen ve enzimatik aktivite ile parçalanmayan laktoz fermente olur ve sindirim sorunlarına, iltihaplanmaya ve çok sayıda belirtiye (cilt bozuklukları, rinit, sinüzit, migren, konsantrasyon sorunları, eklem ağrısı...) neden olur."
“Ancak laktoz intoleransı, süt ürünlerinden tamamen uzak durmanız gerektiği anlamına gelmez. Bazı sert peynirler (emmental, gouda, parmesan, gruyère, vb.) ‘laktozsuz’ süt ürünleri gibi çok az laktoz içerir, bu da onları potansiyel olarak daha kolay sindirilebilir ve dolayısıyla laktoz intoleransı olanlar için daha az zararlı hale getirir."
“Kazein, süt ürünlerinde en yaygın olarak bulunan proteindir. Vücut tarafından tanınmadığında bağışıklık reaksiyonunu, bağırsak gözenekliliğini ve histamin salgılanmasını tetikleyen alerjenik bir protein olarak kabul edilir. Natüropatide bağırsak mukozasına yerleşen ve mikro besinlerin asimilasyonunu sınırlayan bir ‘tutkal’ olarak kabul edilen kazein, çok sayıda çalışmada çok sayıda sağlık bozukluğu ile ilişkili görünmektedir: gastrointestinal ve eklem iltihabı, Tip 1 diyabet, kronik sindirim bozuklukları, nörolojik bozukluklar... Ancak tüm kazeinler eşit yaratılmamıştır. Kazein, süt proteinlerinin ana grubudur ve iki şekilde bulunur. Beta Al kazein, verimliliğini artırmak için genetik melezleme geçirmiş inek ırklarının sütünden gelir. Büyük ölçüde kitlesel pazar süt ürünlerinde bulunan bu Al kazein, keçi, koyun ve hibritleştirilmemiş ineklerin sütünden gelen A2 kazeinin aksine vücut için toksiktir."
“İneğin cinsi, gelecekteki bir süt ürününün zararlı olup olmadığının belirlenmesinde önemli bir rol oynasa da kalitesini büyük ölçüde belirleyen şey hayvanların yaşadığı ortamdır. Bugünkü sorun, yıllar içinde önemli ölçüde kötüleşen çiftçilik koşullarında yatmaktadır. Süt endüstrisinin sanayileşmesinden önce inekler, sütlerinde bulunan anti-inflamatuar bir yağ asidi olan omega-3 kaynağı olarak taze otla doğal bir şekilde beslenirdi.”
“Bugün, yemleri endüstrileşmiş olup, genetiği değiştirilmiş ve pro-inflamatuar omega-6 açısından çok zengin olan un, mısır ve soyadan oluşmaktadır. Yoğun hayvancılık aynı zamanda ineklerin sağlığı (hastalıklar, enfeksiyonlar, vb.) üzerinde de ciddi sonuçlar doğurmakta, kötü yaşam koşullarının (taşıma, damgalama, sınırlı yaşam alanı, doğumda buzağılarından ayrılma, uygun olmayan yem, sürekli sağım nedeniyle metabolik yorgunluk, vb) yarattığı stresle başa çıkabilmek için sütlerinde bulunabilecek antibiyotik ve antidepresanların yoğun olarak reçetelenmesine yol açmaktadır. Beslenmelerinden kaynaklanan pestisitlere ek olarak, endüstriyel inek sütü de önemli miktarda hormon içermektedir. Endokrin bozucular gibi, bu hormonlar da insan hormonal sistemine müdahale eder ve mevcut kanser hücrelerinin büyümesine, yaşlanmaya, diyabete ve kemiklerin kırılmasına neden olarak sağlık için tehlikeli olabilir."
“Son olarak, sütün farklı şekillerde işlenmesinin bileşimi üzerinde önemli bir etkisi vardır. Pastörizasyon ve UHT (ultra yüksek sıcaklık) işlemleri sadece vitamin ve mineral kaybına değil, aynı zamanda bağırsak için yıkıcı olabilecek proteinlerin denatürasyonuna da yol açar."
Süt ürünleri tüketirken şunlara dikkat edin:
- Pestisit, antibiyotik ve diğer enflamatuar maddelerin etkisini sınırlamak için otla beslenen keçi, koyun veya Jersey ineklerinden elde edilen organik süt ürünleri,
- Mikro besin zenginliğini korumak için çiğ veya mikro filtrelenmiş sütten yapılan süt ürünleri,
- İçerdikleri iyi bakterilerden faydalanmak ve bağırsak mikrobiyotanızı yeniden beslemek için yoğurt ve peynir gibi fermente süt ürünleri
- Çiğ tereyağı veya ghee (kazein ve laktoz içermeyen sadeyağ) tüketmek.