Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Düşük maliyetli, hızlı ve erişilebilir olan yapay zeka terapistleri, travma ve yas gibi hassas konuları tetikleyebilir.
Makineler düşünebilir mi? Bu soru, matematikçi Alan Turing'in 1950 yılında ortaya attığı ve bugün Turing Testi olarak bilinen deneyin temelini oluşturuyordu. Bu testte, bir insan ile bir makine aynı koşullarda değerlendirilir; eğer makine, insan davranışlarını yeterince başarılı bir şekilde taklit edebiliyorsa zeki kabul edilirdi. Turing, bu tür makinelerin gelecekte hayatımızda önemli bir yer edineceğini öngörmüştü. Bu tahmini gerçekleşmekte gecikmedi: 1960’larda, MIT profesörü Joseph Weizenbaum, ilk sohbet robotu olan Eliza’yı tanıttı. Eliza, bir psikoterapisti taklit etmek üzere programlanmıştı. Bugün geldiğimiz noktada, Turing’in sorusu daha da derinlik kazanmış durumda. Çünkü teknoloji, hayatımızın birçok alanına hızla nüfuz ederken, onu sınırlandıracak kurallar hâlâ tam anlamıyla oturtulmuş değil.
2025 yılında Turing’in sorusu artık farklı bir biçime büründü: Makineler duyguları hissedebilir ya da anlayabilir mi? Çünkü günümüzde, giderek daha fazla insan yapay zekâyı bir terapist gibi görmekle kalmıyor, ondan tam da bunu yapmasını bekliyor.
Eliza’dan bu yana teknoloji çok ilerledi. Artık, kendisini “destekleyici, zeki ve her zaman yanınızda olmak üzere tasarlanmış kişisel yapay zekâ” olarak tanıtan Pi gibi seçenekler var. Ya da “her zaman dinlemeye ve konuşmaya hazır” olduğunu söyleyen Replika. Woebot, Earkick, Wysa ve Therabot gibi başka alternatifler de mevcut. Sadece biriyle ya da bir “şeyle” konuşmaya ihtiyaç duyuyorsanız bu liste daha da uzayıp gidiyor. Bazı sohbet robotları ruh sağlığı uzmanlarıyla birlikte geliştirilmiş olsa da bazıları tamamen ticari amaçlarla ortaya çıktı ve çoğu zaman kullanıcıların hangisinin hangisi olduğunu ayırt etmesi mümkün olmuyor.
Yapay zekâya yönelimin önemli sebeplerinden biri maliyet. İnsan terapistlerle yapılan seanslar ister yüz yüze, ister çevrimiçi olsun oldukça pahalı olabiliyor ve çoğu zaman sigorta kapsamına girmiyor ya da çok fazla çaba gerektiriyor. Özellikle genç nesiller için ekonomik sıkıntılar, gerçek bir terapist yerine bir sohbet botuyla yetinmeyi daha makul bir tercih hâline getiriyor.
Bir diğer önemli sebep ise, terapiye gitmenin hâlâ bazı çevrelerde damgalanması. Los Angeles’ta çalışan lisanslı klinik sosyal hizmet uzmanı ve EMDR terapisti Brigid Donahue, birçok ailenin kültürel, dini veya yerleşik inançlar nedeniyle ruh sağlığı hizmetlerine karşı önyargılar taşıdığını ve bu önyargıların nesiller boyu aktarıldığını söylüyor.
Yapay zekâ terapisine yönelimin bir başka sebebi ise kolaylık. Yeni nesil ruh sağlığı uygulamaları, sizin programınıza göre çalışıyor. Hatta bu, Woebot’un da sloganı. Evlilik ve aile terapisti, aynı zamanda The Origins of You kitabının yazarı Vienna Pharaon, “Yapay zekâ terapistiniz ne tatile çıkar, ne sizi arar, ne de bir seansı iptal eder. 7/24 hizmetinizdedir. Bu, hayal kırıklığı yaşamadığınız bir deneyim sunar ama şunu da unutmamalıyız: İyileşme mükemmellikte değil, süreçte gerçekleşir” diyor.
Gerçek bir terapi seansında, kopmalar, sürtüşmeler, gerilimler olabilir. Pharaon’a göre, bu tür çatışmalar, iyileşme sürecinin bir parçasıdır. Mükemmel deneyimler yerine bu pürüzlü anlar, danışanın gelişimine katkı sunar. Donahue da kusursuzluk baskısıyla büyüyen insanlar için, terapistin küçük hatalarının aslında çok öğretici ve düzeltici olabileceğini ifade ediyor.
Gençlerin yapay zekâyla terapiye yönelmesinin bir başka nedeni de teknolojiyi içselleştirmiş olmaları. MyWellbeing adlı platformun kurucusu ve CEO’su Alyssa Petersel, bu neslin adeta beşinci bir uzuv gibi cihazlarla büyüdüğünü, dolayısıyla bir sorunla karşılaştıklarında ilk başvurdukları yerin telefonları olduğunu söylüyor. Donahue’ye göre de Z kuşağı, pandeminin etkisiyle yüz yüze etkileşimlerden uzak kaldı ve duygusal ihtiyaçlarını karşılamak için dijital araçlara yöneldi. Bu yüzden yapay zekâ terapisi onlar için doğal bir uzantı gibi görünüyor.
Fotoğraf: Alamy Stock Photo
Ancak bu içgüdü terapistler açısından endişe verici olabilir. Çünkü gençler gelişimsel olarak daha savunmasız durumda. Beyinleri, başkalarının fikirlerinden bağımsız kararlar alma yetisini henüz tam geliştirmemiş oluyor. Üstüne, oldukça ikna edici görünen ve kendine güvenli yanıtlar veren bir cihaz eklendiğinde, tehlikeli bir tablo ortaya çıkabiliyor.
Bazı uç örnekler bu tehlikenin boyutunu açıkça gösteriyor. Teksas’ta bazı aileler, çocuklarının Character.AI gibi sohbet botlarıyla etkileşime girdikten sonra kendilerine ya da başkalarına zarar verdiğini iddia ederek şirkete dava açtı. Bu gibi olaylar nadir olsa da yapay zekâyla ruh sağlığı desteği alan her genç belli bir riski taşıyor. Petersel, “Eğer siz değil de cihaz karar veriyorsa, kendi düşünme, deneme ve karar verme yetiniz körelir” diyor. Bu durum, hayatın bir dönemini teknolojiden bağımsız geçirmiş 40 yaş üstü bireylerle kıyaslandığında daha da netleşiyor; çünkü onlar daha geniş bir bakış açısına ve sağlıklı bir şüpheciliğe sahip olma eğiliminde.
Yapay zekâ, ruh sağlığı alanında sadece risk değil, fırsatlar da barındırıyor. Pharaon, hem risklerin hem de yararların doğru anlaşılması gerektiğini vurguluyor. Örneğin, AI tıbbi kayıtları hızlıca inceleyebiliyor. Petersel, bir kullanıcının uzun bir günlük girdisi sonrası yapay zekâya “Buna dayanarak ne düşünüyorsun?” diye sormasını örnek veriyor.
Ancak yapay zekâ, yalnızca ona verdiğiniz bilgiler kadar güçlüdür. Petersel’in belirttiği gibi, örneğin minnettarlık geliştirmek istediğinizi söylerseniz size on öneri sunabilir. Ama bu önerilerden biri “mahallede yürüyüşe çıkmak” ise ve bulunduğunuz mahalle güvenli değilse? Ya da “babanıza ulaşın” önerisi, karmaşık bir aile ilişkisini tetikleyebilecekse? Bu noktada, önerilerin uygunluğunu değerlendirebilme yetisine sahip olmak gerekir. Bu yıl PLOS Mental Health dergisinde yayımlanan bir çalışmada, katılımcılar ChatGPT ile insan terapistlerin verdiği yanıtları ayırt edemedi, hatta ChatGPT’nin verdiği yanıtlar daha yüksek puan aldı.
Bu tür çalışmalar, AI’ın terapötik ortamlarda kullanımının ne kadar dikkatle değerlendirilmesi gerektiğini gösteriyor. Pharaon’a göre sohbet botları duyguların ve bağlamın nüanslarını kavrayamaz. Donahue da yapay zekânın hızlı cevaplar sunmasının, yas veya travma gibi süreçlerin insan zaman çizelgesinde sağlıklı bir şekilde işlenmesine engel olabileceğini söylüyor. Yapay zekâ size o an doğru gelen bir öneride bulunabilir; ama bu uzun vadede size ne kazandırır? Petersel, “Bu kadar kolay içgörüye ulaşabiliyorken, kendi iç sesimizi dinleme ve değerlerimize göre karar verme kapasitemize ne oluyor?” diye soruyor.
Yapay zekâyla kurulan bu ilişkiler, yalnızlık hissini derinleştirebilir ve gerçek dünyada bağlantı kurma yetimizi zayıflatabilir. Yapay zekânın insan zekâsına etkileri eğitim alanında sıkça tartışılırken, insan ilişkileri üzerindeki etkilerini de sorgulamak gerekir. Çünkü bağlantı, terapinin özü ve etkisinin temelidir.
Petersel, “Fiziksel, kimyasal ve enerjik olarak, bir başka insanın varlığı iyileşmenin önemli bir parçasıdır” diyor. Donahue ise, yapay zekâ destekli terapi, özellikle duygusal tepkileriyle bağ kurmakta zorlanan kişiler için bu bağlantının ne kadar kıymetli olduğunu hatırlatıyor. Uzmanlara göre yapay zekâ, terapide yardımcı bir araç olabilir, ama asla tek başına yeterli değildir. Özellikle büyük teknoloji şirketlerinin bu alanda sınırsız yetkiyle hareket ettiği bir ortamda, bu gerçek unutulmamalı.
Yapay zekâ ne tamamen iyi ne de tamamen kötü. Ancak terapide insan bağlantısının yerini asla tutamaz. Donahue, “Yapay zekâ, bir kişinin insan ilişkileriyle büyüme ve öğrenme sürecini gerçekten sekteye uğratabilir” diyor. “Hayatta kalmak için insan bağlantısına ihtiyacımız var. İnsanların insanlara ihtiyacı var — nokta.”