Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Sportif, konformist, eğlenceli ve oldukça da esprili parçaları lüks gösterebilmek onun kreatif dehasıyla mümkün. Amerikalı marka SIMON MILLER ve kreatif direktör Chelsea Hansford’un kesişen hikayeleri dönem şartlarına aldırmaksızın iyimser ve ilham verici.
Amerikan marka yoluna 2008 senesinde, erkekler için denim parçalar üreten küçük bir koleksiyonla çıktı. 2014’te yollarına çıkan tasarımcı Chelsea Hansford’un da ekibe kreatif direktör olarak katılmasıyla kadın giyim, aksesuar ve ev eşyaları çıkarmaya başladılar. Hansford’un kreatif vizyonuyla yeni bir karaktere bürünen ve çıkardıkları Bonsai çantasıyla sokak stilinde ve it-girl’lerden başlayarak tüm moda sahnesinde yıldızını parlatan SIMON MILLER’ı kreatif direktöründen dinledik.
SIMON MILLER, siz kreatif direktör olarak ekibe dâhil olmadan önce küçük çaplı erkek koleksiyonları sunan bir markaydı. Siz bu oluşumun nasıl parçası oldunuz, anlatır mısınız?
SIMON MILLER’ı daima sanattan, mobilyalardan, mimariden Los Angeles’ın yüzyıl ortası modern döneminden ilham alan bir yaşam stili markası olarak tahayyül etmiştim. Giyimin ve aksesuarların ötesine çıkıyordu, ben de Los Angeles komünitesi ve kültürünü temsil eden bir DNA yaratmak istedim. Küçük çaplı kadın giyim koleksiyonlarıyla başladı işbirliğimiz, ardından oldukça başarılı olan çanta modelleri ve benim için gerçek bir tutku olan ayakkabı tasarımlarıyla geniş bir oluşum hâline geldi. Pandemi sürecinde de bir ev koleksiyonu çıkardık. Bu seçkideki ürünler koleksiyonlarımızdan arta kalan kumaşların ileri dönüştürülmesiyle üretiliyor, vintage tasarımlar ve arkadaşlarımızdan aldığımız sanat eserlerini de kapsıyor.
Eğitiminiz ve moda alanındaki tecrübeleriniz bugünkü tasarım anlayışınızı nasıl etkiledi?
Küçük yaşlardan beri modayla ilgiliydim. New York’ta Fashion Institute of Technology’de eğitim aldım, Opening Ceremony’de staj yaptım. Bu stajda vitrin ve mağaza tasarımından showroom satışlarına kadar farklı kulvarlarda çalışabilmek, benim bir moda markasını oluştururken gereken unsurları öğrenmemi sağladı. Ardından Johan Lindeberg ile New York merkezli marka BLK DNM’i sıfırdan kurma şansım oldu. Orada da genel müdür ve kreatif direktörle yakinen çalıştığım için toptan satış ve pazarlama alanında tecrübe edindim. Sonrasında SIMON MILLER girdi hayatıma. Markanın heyecan verici kariyerini ve büyük potansiyeli fark edince bugün sahip olduğu duruşu öngörebildim.
Meşhur çanta tasarımınız Bonsai’nin çıkışı ve yakaladığı başarı markanın parlama noktasıydı. Sizce bu çantayı bu denli arzu edilir kılan neydi?
Yeni tasarımcıların yaptığı çantaların talep gördüğü dönemin başıydı, zira öncesinde sadece büyük modaevlerine ait tasarımlar tercih ediliyordu. Bonsai, kendine has, modern ve renkli bir modeldi, bir SIMON MILLER çantası olduğu metrelerce öteden fark ediliyordu. Tüm arkadaşlarımızı ve moda endüstrisinde çalışan tanıdıklarımızı moda haftası esnasında bu çantayı takmaya ikna ettik. Ürüne koyduğumuz erişilebilir fiyatı ve sokak stilini kullanarak başarılı bir pazarlama stratejisi izlemiş olduk.
Markanız hem konforlu hem özgün çizgisiyle oldukça yegane. Markanın stilini kendi kelimelerinizle nasıl tanımlarsınız?
“Oyunbaz lüks”. Retro-tropik bir tavırla her gün giyebileceğiniz parçalar.
Bizim içinse SIMON MILLER eğlenceli, iyimser ve dinamik. Bu koleksiyonları hazırlarken nasıl bir hedef kitlesi düşünüyorsunuz?
En büyük hedef kitlemiz Los Angeles’ın kreatif insanları. Bu daima aktif ve hareketli kadınlar, sanatı ve tasarımı takdir ediyor.
Peki, bu kadınların dışında tasarımlarınızı yaparken ne besler sizi?
Mekanlar, mimari ve mobilya tasarımı benim için gerçek esin kaynakları. Pierre Paulin, Verner Panton, Frank Lloyd Wright favori tasarımcı ve mimarlarımdan. Sinemada ise kesinlikle Quentin Tarantino, bana fazlasıyla ilham veriyor.
O zaman şimdi biraz da 2021 Sonbahar/Kış koleksiyonunuzdan konuşalım. Looney Tunes başlangıç noktanızdı ve bu bizi çok keyiflendirdi. Pandemi altında hazırlanan bu eğlenceli koleksiyonun yapım aşamasından bahseder misiniz?
Koleksiyona çalışırken Looney Tunes karakterlerinden Road Runner ve Wile E. Coyote’nin renk paletinden yola çıktım. Çölü arka planına alan ve buranın gün batımına eşlik eden parlak kırmızılara, sarılara, mavi ekose desenimiz Blue Jay Print’e boyalı bir koleksiyon hayal ettim. Egzotik kuşlara hep büyük bir tutku beslemiştim, Bird Club (Kuş Kulübü) isimli koleksiyonumuz ismini ve tukan kuşu illüstrasyonları da ilhamını buradan alıyor.
Böylesine depresif bir dönemde bu denli iyimser bir koleksiyon çıkarmak sizi zorlamadı mı?
Hayır. Şöyle ki; hayatın her döneminde, her olayda neşeyi bulmayı severim. Orta yerde, kolayca ulaşılabilir olmadıklarında renkleri ve yaşam enerjisini meydana çıkarabilirim.
Stiliniz de markanın koleksiyonlarıyla oldukça paralel. Kişisel ihtiyaçlarınız koleksiyonlara şekil veriyor mu?
Elbette, benim kişisel stilim SIMON MILLER tasarımlarının direkt bir yansıması. Bulunduğunuz ortamda kolayla giyilebilen ve içinde yaşanabilen tasarımlar yapmayı seviyorum.
Geçtiğimiz dönemde New York’tan Los Angeles’a taşındınız. Bu değişiklik tasarımlara olan bakış açınızı ya da önceliğinizi değiştirdi mi?
Hem de nasıl. New York çok ciddi bir şehirken, Los Angeles bol güneşli ve sakin, rahat bir tavır çiziyor. Bunlar elimden gelenin en iyisini çıkarmama imkan sağladı. Böylece daha cesur, daha parlak, daha oyunbaz tasarımlara imza atabildim.
Bahsettiğiniz bu “oyunbaz lüks” anlayışına geri dönelim. Eğlenceli, hafif ve neşeli bir parçayı alıp lüks ve sofistike göstermek kulağa epey zor geliyor. Bunu nasıl başarıyorsunuz?
Bu tabir benim tahterevallim. Bundan vazgeçtiğimde her şeyin dengesi yıkılır. Oyunbazlığı renklerde, fikirlerde, desenlerde bulmaya çalışıyorum ama kumaş kalitesinde, siluetlerde, işçilik ve styling’de lüks algısını esas alıyorum.
Bugünün moda endüstrisine dair sevdikleriniz ve sevmedikleriniz neler?
Her şeyin bu kadar hızlı ilerliyor olmasından hoşlanmıyorum. Keşke bir ürünün ya da trendin yaşam döngüsü daha uzun sürse. Ayrıca hızlı modanın yeni tasarımcıları çok çabuk nakavt edebilmesini de sevmiyorum. Öte yandan, genç, eğlenceli ve risk almaktan korkmayan oluşumların ortaya çıkmasına bayılıyorum.
Koleksiyonlarınız üzerine çalışırken işe tek tek parçaları tasarlayarak mı başlıyorsunuz? Yoksa önce bütün bir siluet mi yaratıyorsunuz?
Her sezona bir mod ve konsept üzerine çalışarak başlıyorum. Ardından tasarımların üretim sürecini düşünerek onları kategorilere ayırıyorum. Sonrasında ise her üretim ayağına göre siluetleri tasarlamak geliyor. Son olarak renkleri atıyorum.
Pandemi süreci moda dünyası için bir alarm niteliğindeydi. Daha doğa dostu bir endüstri yaratmaya dair ciddi bir uyarıydı. Siz SIMON MILLER olarak bu konuda nasıl adımlar atıyorsunuz?
Bu süreçte yaptığımız ilk şey iş sistemimizi direkt olarak müşteriye ulaşmak üzerine kurgulamak ve dijital satış kanalımızı geliştirmekti. Hâl böyle olunca işleyişiniz de otomatik olarak değişiyor, içerik önem kazanıyor. Fikirlerinizi sektör öncülerine satmaktansa doğrudan müşterilere hitap etmek yeni iletişim dilimiz oldu ki bence bu pazarlama stratejilerinde büyük bir değişim demekti. Hedef müşterimiz sürdürülebilirlik konusunda çok bilinçli. Olan biten her şeyin farkındalar, sektörün eksiklerini biliyorlar. Biz de hazır giyim üretimimizin büyük çoğunluğunu Los Angeles’ta üretiyoruz. Böylece karbon ayak izimizi yüksek oranda azaltıyoruz. Kumaşlarımız da burada üretiliyor, ayrıca depolarımız da burada. Aynı zamanda CaSa projemizi başlattık. CaSa bir sürdürülebilirlik projesi, koleksiyonlarımızdan artan ya da fabrikalardan bulduğumuz atık kumaşları ev tekstili ürünlerine dönüştürüyoruz.
Köpeğiniz Marcel de SIMON MILLER’ın bir ekip üyesiymiş gibi görünüyor. Duygusal destek dışında da görevleri var mı? Markanızda onun için de bir koleksiyon görecek miyiz?
Marcel hem patronumuz hem de takım maskotumuz. Tüm zor kararları o veriyor. Küçük çaplı bir köpek koleksiyonu da çıkardık, üç farklı renkte ve dört farklı bedende tasmalarımız var. Modelliğini de Marcel yapıyor, yani sanırım ona modellik unvanını da vermemiz gerekiyor.