Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Yıldızların modaevleriyle olan ilişkileri bir sadakat göstergesi mi, yoksa yalnızca stratejik bir hamle mi?
Moda dünyası bir dönüşüm fırtınasının tam ortasında. Yalnızca sezonluk trendlerin değil, yıllardır yerleşik duran kreatif vizyonların, marka kimliklerinin ve tasarımcıların tahtları da yerinden oynuyor. Lüks modaevlerinin arka planında gerçekleşen bu devrim, yalnızca podyumları değil, aynı zamanda kırmızı halıları, reklam kampanyalarını ve ünlüler dünyasını da doğrudan etkiliyor. Çünkü artık bir modaevine kimin kreatif direktör olarak geldiği kadar, o tasarımcının elinden çıkan ilk parçaları kimin giydiği de eşit derecede önem taşıyor.
2025 yılı, tasarımcıların sandalye kapmaca oyununda son raunduna yaklaşırken, Dior’dan Chanel’e, Balenciaga’dan Gucci’ye kadar neredeyse tüm büyük modaevleri, yeni kreatif liderleriyle yola devam etmeye hazırlanıyor. Jonathan Anderson’ın Dior’un kadın, erkek ve couture bölümlerinin başına geçmesiyle başlayan bu yeni dönem; Matthieu Blazy’nin Chanel’i, Pierpaolo Piccioli’nin Balenciaga’yı, Demna’nın Gucci’yi, Glenn Martens’in Maison Margiela’yı, Louise Trotter’ın Bottega Veneta’yı, Jack McCollough ve Lazaro Hernandez’in Loewe’yi ve Michael Rider’ın Celine’i devralmasıyla iyice pekişti. Tasarımcıların çoğu ilk koleksiyonlarını 2025 Eylül ayında gerçekleştirmeye hazırlanırken Martens’in Margiela Haute Couture çıkışı ise temmuz ayında gerçekleşecek.
Ancak, podyumlar kurulmadan çok önce, modaevlerinin yeni yaratıcı vizyonları kendini başka bir alanda göstermeye başladı: kırmızı halılarda. Artık bir tasarımcının koleksiyonunu ilk gösterdiği alan bir defile değil, stratejik olarak seçilmiş bir yıldız ismin üzerinde gördüğümüz bir kırmızı halı görünümü olabiliyor. Bu durum, yıldızların yalnızca kıyafetleri taşıyan figürler değil, markanın estetik dilini ilk kez dünyaya duyuran sözcüler haline geldiğini ortaya koyuyor.
Bu kırmızı halı lansmanlarının başını Timothée Chalamet çekiyor. Sarah Burton’ın Givenchy’deki çıkış koleksiyonu henüz podyuma çıkmadan, Chalamet ve Elle Fanning, Burton imzalı tasarımlarla kamera karşısına geçti. Chalamet, ayrıca Haider Ackermann’ın Tom Ford için tasarladığı ilk parçaları giyen ilk isim olarak da dikkatleri üzerine çekti. Cannes Film Festivali’nde Julianne Moore ve Vicky Krieps’in, Louise Trotter’ın Bottega Veneta için hazırladığı ilk tasarımlarla boy göstermesi, bu yaklaşımın rastlantı olmadığını bilinçli ve stratejik bir anlatım dili olarak kullanıldığını kanıtladı. Hatta müzik dünyasından Kendrick Lamar’ın Chanel’in yeni gözlük kampanyasında yer alması bile, markanın daha önce ciddi biçimde uzak durduğu bir alana – erkek giyimine – artık göz kırptığını gösteriyor.
Peki ya tüm bu değişimlerin ortasında yer alan yıldız isimler? Onlar bu sandalye kapmaca oyununda neyi temsil ediyorlar? Tasarımcılarıyla birlikte yeni modaevlerine mi geçiyorlar, yoksa bulundukları marka ile olan iş birliklerine sadık mı kalıyorlar? Burada artık yalnızca estetik değil, imaj yönetimi, medya gücü, toplumsal algı ve kariyer stratejisi gibi pek çok unsur devreye giriyor.
Ayo Edebiri’nin durumu bu açıdan özellikle dikkat çekici. Loewe ile çıkış yapan ve Jonathan Anderson’ın estetik dünyasının önemli temsilcilerinden biri haline gelen Edebiri’nin, Anderson Dior’un başına geçtikten sonra nasıl bir yol izleyeceği merak konusu. Dior’un küresel gücüyle birleştiğinde, bu birlikteliğin devam etmesi kaçınılmaz görünüyor. Öte yandan Florence Pugh için asıl soru, Pierpaolo Piccioli’nin Balenciaga’daki yeni dönemiyle birlikte ortaya çıkıyor. Pugh, Piccioli’nin Valentino’daki koleksiyonlarının vazgeçilmez yıldızlarındandı. Şimdi bu sadakatin Balenciaga’da da sürüp sürmeyeceği belirsizliğini koruyor. Bunlara ek olarak, Zendaya her ne kadar Louis Vuitton kampanyalarında yer alsa da, LVMH çatısı altındaki diğer markalarla olan ilişkileri de oldukça dinamik. Zendaya’nın bireysel karizması, onu markalar arasında etkili bir figür olarak konumlandırıyor. Benzer bir durum Dua Lipa için de geçerli; yakın zamanda Versace ile yürüttüğü iş birlikleri bir süredir duraksamış durumda. Michael Rider’ın Celine’de başlattığı taze ve genç vizyonun, Dua’nın stil dünyasına daha fazla hitap etme potansiyeli yüksek. Ve elbette, Rihanna gibi 'kuralsız' ikonlar bu oyunun tamamen dışında değil; aksine, tam anlamıyla oyun kurucu konumundalar. Rihanna bir markayı giydiğinde, o parça sadece popüler değil, aynı zamanda ikonik hale geliyor.
Görünen o ki, ünlüler artık yalnızca modaevlerinin reklam yüzü değil, aynı zamanda geçiş dönemlerinin dinamiklerini belirleyen baş aktörler. Yeni tasarımcılar için bir yıldız tarafından tercih edilmek, henüz podyuma çıkmadan önce milyonlara ulaşmanın en kestirme yolu. Bunun karşılığında ise yıldızlar, daha önce erişemedikleri modaevlerinin kapılarını aralıyor, kampanyalarla prestij kazanıyor, kırmızı halılarla global etki yaratıyorlar. Moda artık sadece tasarımcının vizyonuyla değil, o vizyonu kimin taşıdığıyla anlam kazanıyor. Yeni dönem, podyumların çok ötesine geçmiş durumda. Kırmızı halılar, film festivalleri, sosyal medya kampanyaları ve billboard’lar; her biri birer podyuma dönüşmüş durumda. Ve o podyumlarda, yalnızca kıyafetler değil, yıldızların kimlikleri, sadakatleri ve stratejileri de sergileniyor.