Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Topuklu Crocs, “Gucciaga”, “Pradidas”, “Diordan”… Daha keşfedilmemiş yer kaldı mı dersiniz? Neden her gün onlarca işbirliği haberi duymaya devam ediyoruz? Estetik algımızı ve lüks tanımını değiştiren, her kategoriden markanın yeni normallerinden olan, nadiren de olsa şaşırtan, bazen de yorgunluk ve doygunluk hissi veren “marka işbirlikleri” konusunu masaya yatırıyoruz.
Daha önce hiç H&M mağazasına gitmediğini söyleyen, ama stüdyodaki gençlerin hepsinin oradan giyindiğini fark eden Karl Lagerfeld, 2004 yılında İsveçli hızlı moda devine dahiyane bir refleksle “evet” dediğinde, nasıl bir sansasyon yaratacağını ve yaklaşık yirmi senedir istisnasız her seferinde yok satan bir iş modelinin mimarı olacağını tahmin eder miydi? Muhtemelen evet. Koleksiyon saatler içinde tükenmiş, ünlü perakende zinciri o güne kadar görülmemiş bir başarı kazanmıştı. Ardından Giambattista Valli, Versace, Marni, Margiela gibi yıldız markalarla devam eden yepyeni bir high-low denkleminin önü açılmıştı. Lagerfeld’ten de daha azını bekleyemezdik, değil mi?
Bu yeni işbirliği modeli, yalnızca lüksün demokratikleşmesi ve sınırların bulanıklaşmasını temsil etmiyor, aynı zamanda ekonominin zamansız kuralına da gönderme yapıyordu: “Az olan değerlidir.” Az olanın “gerçek” değerini, yan yana gelen markaların, isimlerin bazen çok tutan, bazense yoran kimyasını ve değişen moda ekonomisinin yeni oyuncularını masaya yatırıyoruz. Ülkemizde “vaka-i Balmain” olarak da bilinen, kitlesel histeri krizi yaratan işbirliklerinin ve “sınırlı sayıda” üretilen kapsül koleksiyonların biraz geçmişine, biraz da bugününe bakıyoruz. Hâlâ şaşıracak bir şeyler kaldı mı diyen modaseverler için iz bırakan “ortak işlerin” peşine düşüyoruz.
Sanat açılımı
Yaratıcı evrende birlikteliklerine çok aşina olduğumuz bir ikili; yüksek moda ve sanat... İkisinin de dünya nüfusunun yalnızca yüzde 1’ine hitap ettiği düşünülürse, Salvador Dalí ve Schiaparelli, Piet Mondrian ve Yves Saint Laurent, Alexander McQueen ve Damien Hirst gibi isimlerin, sıkça ziyaret edilen tarihi ortaklıkları daha az sürprizli geliyor. Elbette bir yerlerde buluşacaklardı diye düşündürüyor. Sanat, modaya güvenilirlik ve prestij kazandırırken, moda sanatı kitlelerle buluşturabiliyor ve sanatçının işlerinin hayata karışmasına yardımcı oluyor. Özellikle de günümüzün anlık sosyal temasları sayesinde, bu işler kolektif hafızalarımıza eskisinden çok daha kolay sızabiliyor ve popüler kültürü şekillendiriyor, ama bazen de aynı hızla unutuluyor. Akılda kalanlara baktığımızdaysa, cesur deneyleriyle sanat ve tasarım arasındaki sınırı sorgulatan işler olduklarını görüyoruz.
“Bu ortaklık, tasarımcının bir tişört projesi için sanatçılarla anlaşması gibi değil. Tam anlamıyla bir zihin birleşmesi.” Tim Blanks, Raf Simons’un, 2014 Sonbahar/Kış koleksiyonunda yakın arkadaşı, Amerikalı sanatçı Sterling Ruby ile yaptığı işbirliğinden sonra Vogue Runway için kaleme aldığı yazıda Simons ve Ruby’nin devam edecek ortaklıklarının derinliğinin altını çizmişti. Öyle ki Simons, Blanks’e; “Bu proje, bizim ortak çocuğumuz” diyerek yaratıcı sektörlerde görmeye alıştığımız egosantrik yaklaşımlardan ne kadar uzak olduklarını hissettirmişti. Hatta koleksiyonlarını “RSSR” olarak ananlar bile var. Dior ve Calvin Klein dönemlerinde de sıklıkla ortak işlere imza atan Simons ve Ruby, her seferinde iki yaratıcı evreni ustalıkla birbiriyle konuşturan, tuvalden mağazalara uzanan özel bir yolculuğa bizleri konuk edebilen isimler arasında yer alıyor.
Andy Warhol, Robert Mapplethorpe, Peter Saville, Joy Division gibi her sezon mutlaka bir sanat veya müzik referansıyla çalışan ve yüksek modanın “kavramsal” tarafını temsil eden Simons’a, koleksiyonlarındaki şok ve şov etkisine alıştığımız Marc Jacobs eşlik ediyor. Louis Vuitton’un kadın koleksiyonlarının kreatif direktörlüğünü yaptığı 15 yıl boyunca, Takashi Murakami, Richard Prince ve Yayai Kusama gibi önemli sanatçılarla çalışan Jacobs, “moda aristokrasisinden” çok zor onay aldığı bilinen ilk projesiyle yakın moda tarihinin en ses getiren işbirliklerinden birine imza atmıştı. Günümüz perspektifinden bakıldığında daha da anlamlı gelen bu ortaklıkla Jacobs, sanatçı Marcel Duchamp’ın Mona Lisa yorumunu ikonik Louis Vuitton monogramına uygulamayı hayal etmişti. Moda tasarımcısı ve sanatçı Stephen Sprouse ile çalışan Jacobs, “ikonik ve değişmez” kabul edilene yeni bir yüz kazandırmak ve yüzlerce yıldır atfedilen değerleri biraz da olsun hafifletmek istiyordu. Asırlık Fransız modaevi Louis Vuitton’un belki de en kutsal mirasını, dokunulmaz kabul edilen logosunu punk ve neon grafitilerle “hack”leyen Sprouse, Jacobs’ın en güçlü yanını ortaya koymasına yardımcı olmuştu; kuralları yıkmak, hem de en sıkı olanları… Çıktığı anda hit olan ve yok satan grafiti logolu çantalar, sokak giyim ve athleisure’ın yüksek modayı henüz fethetmediği 2001’de, önemli bir değişim sinyali vermişti. Jacobs, New York gece hayatının önemli yüzlerinden olan; işleriyle müzik, sanat ve modayı birleştiren Sprouse ortaklığıyla yüksek modanın aristokratik değerlerini ve sert kurallarını esnetmişti. Üstelik bütün bunlar olurken, kadınlar hâlâ topuklu ayakkabı giyiyordu, Gen Z henüz doğmuştu ve ugly sneaker icat edilmemişti...
Supreme, Virgil Abloh ve sneaker devrimi: Yeni “it bag”
Kanye West’in zamanında dediği gibi: “Sokaktaki çocukları dinleyin.” Eğer aranızda sneaker devriminden önceki dünyayı (hâlâ) hatırlayanlar varsa, “çocukları dinlemenin” ne kadar hayati bir konu olduğunu daha iyi anlayacaktır. Ne de olsa bir zamanların arzu nesnesi olan stiletto’ların ustası Louboutin’in bile havlu atıp spor ayakkabı koleksiyonu çıkardığı, sneaker’ların “it bag” mertebesine yükseldiği bir dönemden geçiyoruz. Bir de tabii, StockX ve eBay gibi online satış platformlarında haute couture elbise fiyatına alıcı bulan, markalarla, sanatçılarla veya mega starlarla ortaklaşa tasarlanan özel sneaker koleksiyonları var. Nike x Sacai, Adidas x Yeezy, Travis Scott x Nike, Cardi B x Reebok, Rihanna x Puma, Aimé Leon Dore x New Balance, Damien Hirst x Converse… Yani, eğer cool bir marka veya global bir yıldız olduğunuzu iddia ediyorsanız ve hâlâ adınıza bir sneaker tasarımınız, bir kapsül koleksiyonunuz yoksa üzgünüz ama oyunun dışındasınız.
Konu yine “az olanın değerli olduğu” basit matematiğe geliyor ve biraz gerilere gittiğimizde sektöre Marc Jacobs ve Karl Lagerfeld gibi vizyonerlerin yanında Supreme gibi yeni oyuncular giriyor. New York’ta küçük bir kaykay mağazasında başlayan, James Jebbia’nın kurucusu olduğu Supreme, 90’larda yalnızca “bilenin bildiği” bir markadan, her işiyle sansasyon yaratan milyarlık bir kültürel fenomene dönüşüyor. New York metrosundan Budweiser’a; Louis Vuitton’dan Fila’ya unutulmaz işbirlikleriyle, önce “yer altında”, sonraysa epeyce “yükseklerde” benzeri olmayan bir başarı yakalıyor. 80’li yıllarda hareketlenen, 2000’lerin başında yükselen ve artık yüksek modayı ve gönüllerimizi fethetmiş olan sokak giyim ve athleisure giysi kodları, arkasına konforu ve hep “yeniyi” vaat eden kapsül koleksiyon kültürünü alıyor. Sonuç, yenilmez bir ticari formül olarak karşımıza çıkıyor: Büyük bir hayran kitlesi, önünde uzun kuyruklar olan mağazalar, yok satan, bol sıfırlı, karaborsaya düşmüş “limitli sayıda üretilen” ürünler...
Bu evrimin arkasındaki bir diğer isimse Amerikalı tasarımcı Virgil Abloh. Kanye West’in erken dönem yoldaşlarından Abloh, mimarlık eğitiminden sonra genç yaşına müzik ve moda kariyeri sığdırdıktan sonra 2013 yılında kısa sürede ikonikleşen markası Off-White’ı kuruyor. İngilizlerin “Gerisi tarih...” dedikleri gibi; marka, sektörde dönüşü olmaz bir etki yaratıyor. Off-White, sokak giyiminin kapsayıcı potansiyelini ve yeni jenerasyonun tüketim alışkanlıklarını en erken tercüme eden markalardan kabul ediliyor ve Evian’dan Rimowa’ya, Nike’tan Ikea’ya birçok farklı marka işbirliğiyle hep gündemde kalmayı başarıyor.
Lagerfeld’in H&M projesiyle yarattığı dönüştürücü etkiyi 10 sene sonra benzer bir formülle yakalayan Abloh, yeni dönemin en etkili isimleriyle ve markalarıyla birlikte anılıyor. Genç tasarımcı, 2017 yılında Vogue’un Forces of Fashion etkinliğinde lüksü; “Eğer bir şeye göz diktiyseniz, o sizin için lükstür” diyerek tanımlıyor. Vogue Runway’den Brooke Bobb’un konuyla ilgili yazısında da açıkladığı gibi: “Abloh, cool’u nasıl metalaştıracağını anladı. Hayranlarına ağızlarını sulandıran ve uğruna saatlerce sıra bekleyip para biriktirdikleri kıyafetler ve spor ayakkabıları verdi.”
Benzer sebeplerle, Louis Vuitton’un Kim Jones liderliğinde 2017 Sonbahar/Kış erkek koleksiyonu için Supreme ile gerçekleştirdiği ortaklık hâlâ son dönemin en çok aranılan ve en başarılı moda işbirliklerinden kabul ediliyor. Kendi dünyalarının zirvesinde olan bu iki markanın bir araya gelmesi hiçbir şeyin artık beyaz veya siyah olmadığı yeni dünyayı ve lüksün “bol ortaklı”, sokağı kucaklayan yeni evrenini temsil ediyor. Ve Abloh’un, BoF’e verdiği röportajda özetlediği gibi modadaki yeni karma dönemi tercüme ediyor: “Vintage bir Levi’s artık Hermès çanta kadar önemli ve değerli. Bugün, ikisini de aynı insan giyiyor.”
Birkenstock ve Crocs gibi ulaşılabilir ve fonksiyonel markaların Rick Owens, Christopher Kane ve Proenza Schouler gibi yüksek modanın cesur temsilcileri tarafından tekrar tekrar yorumlanması veya Gucci’nin geçtiğimiz sene gerçekleşen North Face ortaklığı gibi projeler de halihazırda deneyimlediğimiz kültürel dönüşüme işaret ediyor.
Demna Gvasalia ve yüksek moda matematiği
Brioni, Schott, Levi’s, Comme des Garçons, Reebok, Canada Goose, Dr. Martens, Alpha Industries, Eastpak, Lucchese, Manolo Blahnik... Bu birbirinden çok farklı evrenlere ait onlarca marka ve daha fazlası Vetements’ın 2017 İlkbahar/Yaz koleksiyonu için bir araya gelmiş, Paris Moda Haftası’nda dünya basınına sunulmuştu. Bütün koleksiyonunu farklı markalarla ortak yaratmak, ancak Demna Gvasalia’nın dünyasında mümkün olabilirdi. Ne de olsa bütün dünyaya gerçek değeri birkaç dolar olan 200 dolarlık DHL tişörtlerini giydiren de kendisiydi, dünyanın en büyük moda markalarından Gucci’yi Alessandro Michele’nin sözleriyle “hack”leyen de…
Gvasalia, çıkış yaptığı 2015 yılından bu yana ister koleksiyonları için “teknik destek” alsın, ister ironik ortaklıklara imza atsın, her yaptığı işle yeni diyaloglar başlatmayı ve estetik algısıyla hepimizde karışık duygular uyandırmayı başarmıştı. 2022 İlkbahar/Yaz koleksiyonundaysa kreatif direktörlüğünü yürüttüğü Balenciaga’nın, Kering Group’tan kardeş markası olan Gucci ile yaptığı işbirliği yine bütün dünyayı ikiye bölmüştü. Balenciaga koleksiyonunda, Gucci’nin “çalınmış” çantalarının üzerinde Balenciaga logoları ve “Bu çanta Gucci değildir” ibareleri vardı. Buckle kemerlerin üzerindeki ikonik “GG” logosunun yerindeyse Balenciaga’yı temsil eden “BB” yer almıştı. Alternatif basının “logo fetişizmiyle” eleştirdiği ortaklık, kimilerince dâhice bulunmuş ve kreatif sınırların ortadan kalkmasına yönelik umudun altı çizilmişti. “Gucciaga” bizi nereye götürecek bilinmez ama bu aralar podyumlarda “logo mu istiyorsunuz, alın size daha fazlası…” der gibi bir hava olduğu kesin.
Gvasalia ve Michele’nin şok eden “marka hack’leri” dışında, yüksek modada “uzlaşmacı” birliktelikler görmeye de gitgide daha çok alışıyoruz. Son dönemin Miuccia Prada ve Raf Simons ortaklığı, Dries van Noten ve Christian Lacroix’nın Dries Van Noten 2013 İlkbahar/Yaz koleksiyonu için bir araya gelişi, Jean Paul Gaultier’nin Palomo Spain, Chitose Abe, Lecourt Mansion gibi yetenekli ve genç konuk tasarımcılarla çalışması, Moncler’in Pierpaolo Piccioli, Jonathan Anderson, Craig Green gibi güçlü isimleri aylık kapsül koleksiyonlar için aynı çatı altına toplayan Genius Projesi...
Highsnobiety’nin Boston Consulting Group’la yaptığı araştırmaya göre; “Başarılı ve lüks moda markaları, yalnızca tüketicileriyle değil, aynı zamanda onları çevreleyen kültürle de iletişim kurmaya çalışıyor.” Markalar artık yalnızca koleksiyon çıkaran, trend belirleyen oluşumlardan çok daha fazlası; tıpkı bir medya kanalı gibi takipçilerini yaratan, düzenli etkinliklerle ve konularla topluluğunu besleyen, multidisipliner bir içerik platformuna evriliyor. Yalnızca logo evliliklerinin değil; yaratıcı ortaklıkların ve daha önce hiç bulaşmadığı yeni konuların da peşinden gidiyor, takipçilerinin olacağını öngördüğü köşeleri başıboş bırakmıyor, bir yandan da Instagram ve TikTok-sever içerikler üretiyor. Özetle, gitgide daha da fazla önemli isim ve ikonik markaların kapılarını temiz hava girmesi için sonuna kadar açışına tanık oluyoruz. Ve kesin olan bir şey var ki, o da yükseklerde artık kimse yalnız yürümek istemiyor.