Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Sisters markasının kurucusu Senem Mursaloğlu, üretim sürecinden müşteri ilişkilerine sürdürülebilir ve etik değerlere sahip bir markanın ancak bu tavrın her aşamada bütünüyle uygulanabildiğinde mümkün olduğunu düşünüyor.
Yetişkinlikte ortaya çıkan yaratıcı gücün arkasında çocukluktan gelen bir mutluluk rezervi olduğuna inanıyorum. Belli alanlarda belli temeller inşa eden insanların bu bahsettiğim “rezervi” nasıl doldurduğu, ortaya koydukları işleri bütünüyle kavramamız için bize ve ilhama ihtiyaç duyan herkes için faydalı ipuçları sunabiliyor. Göz alıcı desenlerinin yanında, üretimden satışa etik değerleri samimi ve somut bir biçimde önceliği yapan Sisters markasının kurucusu Senem Mursaloğlu’na dair ilk merak ettiğim şey çocukluğu. Antakya’da bol kuzenli büyük bir ailenin içinde; hep çizen, hayal kuran ve merak eden bir çocukluk geçirmiş olması beni bu yüzden pek şaşırtmıyor. Senem o yılları hayal kuracak bolca vakte sahip olduğu, henüz gidişatının ne yönde olacağını kestiremediği karalamalarla dolu bir sürü çizim defterleriyle hatırlıyor.
Fotoğraf: Merve Ağazat
Senem’in İstanbul macerası, çok isteyerek ve hâliyle çok çabalayarak kazandığı Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Tekstil ve Moda Tasarımı bölümüne girmesiyle başlamış. “Üniversitenin ilk döneminden itibaren durduramadığım merak ve heyecanla çalışma hayatım başladı. Okulla beraber sayısını hatırlamadığım kadar staj ve giriş seviyesi pozisyonlarında işler yaptım. Yaptığım asistanlıklar dolayısıyla önceden dergilerin künyesinden isimlerini ezberlediğim insanlarla tanışma, hatta çoğuyla arkadaş olma fırsatına eriştim. Çok hevesliydim ve çok çalıştım; ama bir o kadar da şanslıydım ki karşıma hep çok güzel insanlar çıkardı hayat” diye anlatıyor. Üniversitede okurken ve mezun olduktan sonra yaklaşık 10 sene farklı markaların tasarım departmanlarında görev almış. Bu deneyimlerinin ardından, mesleki ve kişisel anlamda aradığı tatmini bulamadığını hissettiği anda Sisters’a niyet ettiğini söylüyor. Bu niyet, Senem’in muhakkak ki hayatının önemli bir kırılma noktası. “Kolay bir karardı, ‘şıp’ diye verdim diyemem. Üzerine günlerce ve hatta gecelerce düşündüm. Önce çok büyüttüm kafamda, çok planladım, sonra planlayıp düşündükçe korkup uzaklaştığımı fark ettim. Sisters’ı 2016 yılında kurdum.
O sıralarda bu tarz genç, hazır giyim markaları pek yaygın değildi; tasarımcı deyince hep aklımıza büyük isimler, yıllardır duymaya alıştığımız, defilelerini izlediğimiz, ekiplerinde olmak için can attığımız duayen Türk tasarımcılar gelirdi. O yüzden sanırım bir marka kurmak bir derece daha zordu o zamanlar, cesaret isteyen bir işti” diye anlatıyor Sisters’ın kuruluş öyküsünü.
Senem, büyük işler için büyük sermayelerin ve kalabalık ekiplerin gerektiğine inanan bir jenerasyonun içinde büyümüş olmasına rağmen Sisters’ı bu anlayışın dışında ortaya çıkardığını söylüyor. Doğru zamana inanıyor; ancak Sisters’ı kurması ona hayal ettiği şeyi yapabilmek için o mükemmel ve idealize edilmiş şartların tam o anda bir araya gelmeden de olabileceğini göstermiş. Bu nedenle günümüzün Instagram çağında artık zeminin çok daha yumuşak, sektörün çok daha büyük bir oyun alanı hâline gelmesinden memnun.
Sisters daha çok yazla özdeşleşmiş bir marka; markanın kodlarında sezonlardır süregelen bir resort hissi var. Bu yüzden başlarda kış koleksiyonları hazırlamanın Senem için bir tür anksiyeteye yol açtığını öğreniyorum. Bu konuyu biraz daha deşmek, markanın büyüme sürecinde ne gibi zorluklarla karşılaştığını, hangi yollardan ne niyetlerle döndüğünü daha detaylı dinlemek istiyorum. Çünkü başarılar kadar başarısızlıkların da inşa edilen temelde en sağlam taşları meydana getirdiğine inanıyorum. Sezonlar arasındaki çizgilerin yumuşaması Senem’i zaman içinde rahatlatmış, artık markanın DNA’sından ödün vermeden rengarenk kışlara hazırlandığını söylüyor.
Markanın kırılma noktalarından bir diğeri, yurt dışı pazarına açılması olmuş. Sisters geçtiğimiz seneden itibaren dünyanın farklı noktalarında satışa başladı. Bu sürecin hiç de kolay olmadığını tahmin ediyorum. Senem beni doğruluyor ve madalyonun diğer yüzünü anlatmaya başlıyor. “Maalesef ülkemizde ufak tasarım markalarının yurt dışında faaliyetlerini destekleyen ve süreçte bizlere destek olan mentorlarımız ve kurumlarımız yok denecek kadar az. Bunun sancısını çok çektik. Markayı kurduktan sonra İtalya’da kurduğumuz bazı bağlantılar meyvelerini verdikçe, bizim de bu anlamda sürecimiz başladı ve çok şükür hızla ivme kazandık. Takip ettiğim, severek giydiğim ve kullandığım birçok marka sahibi tasarımcı arkadaşlarımın da aynı dertten mustarip olduğunu görüyorum. Gerçekten dünya çapında başarılı olma potansiyeli olan o kadar çok markamız var ki! Ürünlerini dünyanın neresine götürsem, hangi seyahatte giysem sokakta çevirip üstümdekinin markasını soruyorlar. Peki, biz neden kendi tasarımcılarımızı, markalarımızı duyuramıyoruz?” Senem’e göre yaratmak ve üretmekle ilgili bir sıkıntımız yok, asıl mesele pazarlama. Maddi imkanı yetersiz olan veya yurt dışıyla bağlantı kurma sıkıntısı çeken markalar için destekleyici platformların oluşturulmasını bu konuda önemli buluyor.
Sisters’ın benim radarıma takılması “yavaş moda” kapsamında yaptıklarıyla oldu. Senem’in markasını kurgulamaya başladığı ilk günden beri odağındaki ana fikir, karbon ayak izi düşük, üretirken kirletmeyen bir marka anlayışı olmuş. “Otomatikleşmiş düzende, maksimum hızla, nefes almadan, düşünmeden, sadece sezona yetişmek için çıkarılmış koleksiyonlar Sisters’ın ruhuyla özdeşleşmiyor” diye anlatıyor. Sisters, atölyesinin ve kumaş tedarikçilerinin üretim sürecinin sosyal ve ekolojik sürdürülebilirlik standartlarına bağlı kalmasını önceliklendiriyor ve bu konuda somut adımlar atıyor. İplikten kumaşa, üretimden insan kaynağına ve paketlemeye kadar bu tavrın tümüyle tutarlı olması gerektiğine inanan bir marka. Moda, dünyanın en çok atık üreten üçüncü sektörü. Senem, bu konuya kulaklarını tıkayan markaların ayakta kalma şansının -özellikle değişen tüketim alışkanlıklarımızı göz önünde bulundurduğumuzda- zor olduğuna inanıyor.
“Sisters before misters” mottosu markanın kavramsal çıkış noktalarından biri; bu bana ister istemez Dior’un “Sisterhood is Global” tişörtünü anımsatıyor. Bu noktada Aristo’ya bir selam çakarak modanın neden politik olması gerektiğini soruyorum. Senem söze kadın haklarından ve özellikle modanın tarihsel sürecinde yaşanan ve hâlâ devam eden toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden bahsederek başlıyor: “Endüstrinin diğer pek çok kolunda olduğu gibi tekstilde de kadın hakları çok göz ardı edilmiş yıllar boyunca. Ufak fason atölyelerinden tutun da kocaman entegre tekstil ihracat fabrikalarına kadar tablo büyük oranda aynı. Kadınlar erkek çalışanlara oranla çok daha düşük maaşlarla, sigortasız, taciz ve şiddetle baş etmeye çalışarak var olmaya çalışıyor. Biz henüz hâlâ butik üretim adetlerimizle bu düzenin dışında, kendi etik anlayışımız dahilinde bir üretim zinciri oluşturduk. İmalat ve koleksiyon ekibimizin yönetimi tamamen kadın çalışma arkadaşlarımıza emanet.” Sisters bütünüyle kadınlar için, kadınlar tarafından yaratılmış bir marka ve Senem bunun haklı gururunu yaşıyor.
Kendi markasına sahip bir tasarımcı olarak Türkiye’de inovatif kalmanın ne gibi zorlukları beraberinde getirdiğini Senem’den dinlemek istiyorum. Senem bu soruyu iki farklı perspektiften yanıtlıyor. Bir tasarımcı olarak, Türkiye’nin kumaş ve Ar-Ge anlamında zengin olduğunu ve bu nedenle de inovatif kalmanın çok zor olmadığını düşünüyor ve ekliyor: “Hayal edebildiğin sürece ürettirebilirsin. Tabii belli alanlarda belli engellere takılma riski hep var. Örneğin; ekolojik materyallere erişim hâlâ zor ve pahalı, özellikle düşük metrajlarda çalışıyorsan. Ama bence global olarak o anlamda henüz yolun çok başındayız ve talep arttıkça bu engeller ortadan kalkacak.” Ancak diğer taraftan, bir marka yöneticisi olarak yenilikçi ve kreatif kalmanın zor olduğunu söylüyor: “Tasarıma ve tasarım sürecine değer veren, saygı duyan bir toplumda yaşamıyoruz. Tüm yönetimsel ve organizasyonel problemleri çözmek inovasyon, tasarım, satış ve pazarlamayla el ele yürüyor. Çoğunlukla tüm bu süreci sürdürmek tek bir tasarımcının omuzlarına biniyor ve tüm yumurtaları bir sepete koymak durumunda kalıyoruz. Global anlamda moda markalarını yukarıya taşıyabilecek satış ve pazarlama yöneticisi gibi profillere burada çok az rastlıyoruz. Bir kreatif direktöre partnerlik edip stratejik ve yönetimsel anlamda süreçleri üstlenecek biri olduğunda, asıl o zaman marka çiçek açıyor.” Tasarımcının günlük problemleri çözmek ve sağa sola koşturmaktan yaratmaya ve üretmeye zamanın kalmamasını önemli bir sorun olarak görüyor.