Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Yeni Chanel kreatif direktörünün ilk defilesi hem büyük bir merakla bekleniyordu hem de büyük bir beğeniyle karşılandı. Nathan Heller, hazırlık sürecinin perde arkasından ve defileden bildiriyor.
Portreler Annie Leibovitz tarafından, moda fotoğrafları Rafael Pavarotti tarafından çekilmiştir.
Kapak Fotoğrafı: “Büyük sıçrama gibi hissettiriyor,” diyor Matthieu Blazy. Buradaki fotoğrafı Chanel’in 31 rue Cambon’daki ofislerinde, modaevinin kreatif direktörü olarak Ekim ayında gerçekleşecek ilk defilesinden hemen önce katlar arasında çekildi. Sittings Editörü: Jack Borkett. Fotoğraf: Annie Leibovitz. Vogue, Aralık 2025.
Moda, değişim olmadan var olamaz; ancak bazı değişimler mevsimlerin ötesine geçer. Geçtiğimiz yıl Chanel’in kreatif direktörsüz kaldığı açıklandığında, moda dünyasında pek çok kişi endişeli bir beklentiyle markaya odaklandı. Neredeyse 40 yıl boyunca Chanel, tek bir kişinin vizyonunu yansıtmıştı: Karl Lagerfeld. 2019’daki ölümünden sonra Lagerfeld’in uzun yıllar boyunca yardımcılığını yapan Virginie Viard onun tarzını devam ettirmişti. Viard’ın geçtiğimiz yılki ayrılığı, sadece modadaki en prestijli koltuklardan birini boşaltmakla kalmadı; aynı zamanda Chanel’in stilinin beklenmedik bir yöne sapabileceği ihtimalini de doğurdu. Matthieu Blazy, görece genç bir tasarımcı olarak, Bottega Veneta’daki deriyle yaptığı şaşırtıcı işler sayesinde adını duyurmuştu, ancak Chanel için ilk akla gelen isim değildi. Aralık ayında kreatif direktör olarak açıklandığında, yalnızca büyük bir gölgeden sıyrılmakla kalmaydı, aynı zamanda tasarım gücü hâlâ tam anlamıyla bilinmeyen biri olarak markayı nereye taşıyabileceğini göstermek gibi zorlu bir görevle karşı karşıya kaldı. Chanel’in gelecekteki yönü, onun Ekim ayındaki çıkışına bağlıydı.
İlk defilenin gecesi geldiğinde, Seine Nehri kıyısındaki Beaux Arts harikası Grand Palais’nin tonozlu kulisleri hazırlığın heyecanıyla titriyor. Açık gri keçe kaplı zemin, podyum sırasını gösterecek şekilde bantlanmış. Mankenler sabahlıkları içinde ve saç tokalarıyla koşuşturuyor ya da oyalanıyor. Gösteri saati olan 20.00’ye kırk dakika kala Blazy beliriyor; gergin ve solgun görünüyor. “Açıkçası şu an biraz dağılmış durumdayım, bir sigara içeceğim,” diyor ve hızla uzaklaşıyor.
Blazy, Bottega Veneta’ya yaklaşık 20 yıl boyunca arka planda çalıştığı kariyerin ardından geldi; gölgelerde kalan ama giderek açık bir sır haline gelen gizli bir silahtı. Okuldan mezun olduktan sonra başladığı Raf Simons’ta, kalıp yapımına kattığı karmaşıklıkla tanınıyordu; Maison Margiela’da ise markanın simgelerinden biri haline gelen kristal işlemeli maskeleri tasarlamıştı. Bottega’daki çalışmaları, zanaatin gücünü ve çelişkili görünen fikirleri insanı şaşırtacak şekilde bir araya getirme becerisini yansıtan sofistike bir yaklaşımla öne çıkıyordu. “Bu, güç ile yumuşaklığın; yapı ile akışkanlığın buluşması,” diyor Chanel elçisi olarak defileye katılan Ayo Edebiri. “Ama aynı zamanda her tür kadını görüyor. Çok güzel bir elbise içinde kendim gibi hissediyorum, ama bu seksi de olabilir ağırbaşlı da.” Chanel’in uzun süredir temsilcilerinden biri olan Nicole Kidman ise şöyle diyor: “Matthieu ile ilk tanıştığım andan itibaren her şeye önce kalbiyle yaklaşma biçimi beni çok etkiledi.”
Odanın bir köşesindeki dört ekran, dış dünyaya bir pencere açıyor: salonun içi, kırmızı halıdan iki farklı geliş açısı ve kaldırımdaki kalabalığın güvenlik bariyerleri ardındaki drone görüntüleri. Herkes Blazy’yi arıyor. Mankenler sıralarındaki yerlerini alıyor; ses ve görüntü teknisyenleri kulaklıklarına fısıldıyor. Tasarımcı nihayet göründüğünde hızlıca bir tur atıyor, ekip arkadaşlarına genişçe gülümsüyor, ardından tekrar kendi gerginliğine çekiliyor. Ne tam olarak bir şeyden ne de her şeyden endişeli olduğunu söylüyor. “Annem bunu, çocuklarını ilk gün okula bırakırken yaşanan stres olarak tanımlar. Her şeyin yolunda gideceğini bilirsin ama yine de...” diyor, kollarını kendine sararak ve sıraya dizilmiş modelleri izleyerek. Gözleri ekranlardan modellere kayıyor, ardından temkinli bir memnuniyet havasıyla ekliyor: “Büyük sıçrayış gibi hissettiriyor.”
Birkaç hafta önce, Temmuz ayında sıcak bir Çarşamba akşamı, Blazy ile Paris’in en eski kilisesi olan Église Saint-Germain-des-Prés’nin merdivenlerinde buluştum. İsminin de işaret ettiği gibi, burası bir zamanlar çayırlarla çevrili bir anıttı. Günümüzde ise kalıcılığın gücüne bir anıt niteliğinde. Bir kenar süsü gibi görünen bir unsur yeterince uzun süre var olursa, sadece manzaraya karışmakla kalmaz, onun tanımlayıcı unsuru, cazibesinin kalbi haline gelir.
Blazy için burası aynı zamanda bir ev. “Buradan çok uzakta yaşamıyorum,” diyor, kilise merdivenlerinde çömelmiş halinden doğrulup beni selamlayarak. “Babamın da yakınlarda bir galerisi vardı, bu yüzden çocukluğum boyunca sürekli buradaydım.” Ne uzun ne de kısa sayılır; üzerinde her zamanki imzası haline gelen, logosuz beyaz tişörtü var. Omzuna doğal tonlarda bir kazak atmış, altında rahat, solmuş mavi jean ve kendi tasarımı olan, buruşuk dokulu nefis siyah kuzu derisi loafer'lar var. Birkaç yıl önce Bottega Veneta’dayken onunla tanıştığımda, gündelik hayatın coşkusunu genç bir enerjiyle ve yüksek bir zarafet anlayışıyla kutlayan tasarımlarıyla tanınıyordu. İtalya’daki önemli isimlerin katıldığı bir davette, onu ilk görevlerinden birinde izledim; ayağa kalkıp samimi ama utangaç bir konuşma yaparken, rolü hâlâ 37 yaşındaki birinde biraz büyük duran bir taç gibiydi.
Modeller Abeny Nhial ve Awar Odhiang, Chanel kıyafetlerle. Moda Editörü: Amanda Harlech. Fotoğraf: Rafael Pavarotti. Vogue, Aralık 2025.
O günden bu yana yalnızca üç yıl geçti ama bugün, 41 yaşında ve Chanel’in tacını taşırken Blazy artık daha kendinden emin ve olgun bir hava taşıyor. Her duruma uygun şekilde kestirilmiş açık kahverengi saçlarında grilikler belirmiş. Yüzü artık daha belirgin şekilde yetişkin bir görünümde; çenesinde kararlılık, gözlerinde ise hafif bir sabırsızlık var. Ancak, bir zamanlar bana “ebedi bir öğrenci havası taşıyor” diye tanımlanan bu tasarımcının çoğu yönü hâlâ aynı: dikkatli, alçakgönüllü ve katılmaya hevesli.
“Bir tür kreatif vardır, sürekli liderlik etmek ister; bir de bir adım geri çekilip dinlemeye, beynini, bağlantılarını ve estetik niyetini hizmete sunmaya istekli olan kreatifler vardır,” diyor sanatçı Theaster Gates. Gates, Blazy ile Bottega Veneta döneminde Mori Sanat Müzesi için deriyle kaplı seramik eserler üzerinde birlikte çalışmıştı. Baskının yoğun olduğu moda dünyasında Blazy, sanatsal özgürlüğü şaşırtıcı ticari başarıya dönüştürebilmesiyle tanınıyor. Üstelik bunu, Raf Simons’un sözleriyle, “hayatımda tanıdığım en tatlı insanlardan biri” olarak kalmayı başararak yapıyor.
Blazy, beni rue de l’Abbaye boyunca yürütüp, ilk bakışta bölgedeki en az etkileyici görünen bistrolardan birine getiriyor. 6. Bölge’nin mesai sonrası bir kadeh içki için dışarı çıkan insanlarla dolup taştığı bir saatte, burası hem içi hem dışı kare biçimli yeşil kafeslerle kaplanmış, pencere pervazları yapay çim ile örtülmüş ölü bir mekân gibi görünüyor. “Burası turistler arasında pek popüler olmayan bir kafe,” diyor Blazy neşeyle, boş masalara başıyla işaret ederek. Ardından ekliyor: “Aslında Fransızlar arasında da pek popüler değil.”
Oysa onun gözünde bu bistro mükemmel; dikkatsiz bir zevkle bakıldığında silinip atılabilecek, kendine özgü detaylarla dolu.
“Kapı üstündeki La Santé par L’Alimentation (Sağlık, beslenme yoluyla) yazısını seviyorum,” diyor hayranlıkla ve italik harflerle yazılmış bu ifadenin olduğu tabelayı işaret ediyor: Belirli bir dönemi ve üslubu yansıtıyor. Hasır sandalyeleri seviyor ve evet, o yapay çimi de. Blazy’nin bakış açısından, ilk bakışta tuhaf görünen şeyler, genellikle kendilerine en sadık olanlardır; örneğin yakındaki mum ışığında bœuf bourguignon servis edilen, köşede akordeon çalan restoranlardan daha sahici olabilirler.
Dışarıdaki küçük bir masaya oturuyor, üzerinde küçük bir lavanta vazosu var. Fransızların rosé piscine dediği içkiyi sipariş ediyor. Bu, içine buz atılmış pembe şarap.
Zamana ve mekâna özgü, gündelik yaşamın gereklilikleriyle şekillenmiş detaylara odaklanmak, Blazy’nin dürüstlük ve titizlik anlayışının merkezinde yer alıyor. Sıklıkla, “Henüz tek bir giysi tasarlanmadan koleksiyonu bitirmiş oluyorum,” diyor. Bu sözle kastettiği şudur: O ve araştırma direktörü Marie-Valentine Girbal, büyük bir titizlikle, özenle hazırlanmış onlarca ilham panosu görseli ve kumaş örneğini dosyalara yerleştirirler ve her dosya belli bir görünüme göre etiketlenmiştir. Bu klasörler daha sonra, ellerine yaratıcı özgürlük verilen tasarım asistanlarına verilir. Asistanlar, gördüklerinden ilham alarak taslak parçalar üretirler. Ardından Blazy ve ekibi haftalar boyunca bu öneriler üzerinde çalışır. Bazıları elenir, bazıları üzerinde detaylı ince ayarlar yapılır. Ancak bu, işin günlük kısmıdır. Klasörler, Blazy’nin “sonraki adım” vizyonunu temsil eder.
Blazy’e ilk kez “Chanel vizyonun nedir?” diye sorulduğunda, cevabı bir anda, düşünmeden söyleyivermiş ve ardından bunun aptalca duyulmuş olabileceğinden endişelenmişti: “‘Chanel moderndir,’ dedim.”
Ancak bu, aslında yorum meselesidir. Lagerfeld’in Chanel’deki tarzı göz alıcı ve amansızca şıktı. Blazy ise belirgin geometrilerden ve toprak tonlarından hoşlanan kavramsal bir tasarımcıydı: Bottega’daki koleksiyonları yoğun kahverengiler, beurre monté tonlarında morlar ve parlak, alışılmadık yeşil tonları etrafında şekillenmişti. Lagerfeld, gösterişin bir hükümdar kelebeği gibiydi: Yanından ayırmadığı bir ekiple gezer, Paris’teki malikânesine ek olarak yalnızca yemek yemek için yakınlarda ikinci bir malikâne daha tutar, bu mekânları da kitaplar ve André Leon Talley’nin “Versailles kompleksi” dediği ihtişamlı eşyalarla doldururdu. Buna karşılık Blazy’nin zevki çok daha sade. Genellikle yalnız seyahat ediyor, çoğu zaman yürüyerek. Şampanya yerine birayı tercih ediyor. Modanın en seçkin pozisyonu için Paris’e geldiğinde, en iyi mobilyalarını ofisine taşıttı ve her zamanki öğrenci ruhuyla ikiz kardeşiyle paylaşabileceği bir daireye taşınmayı ayarladı.
“Kendi kişiliği ve bunun kıyafetlerine yansıma biçimi açısından Matthieu, Chanel için olağanüstü bir seçim,” dedi iki yıl önce Lagerfeld’in çalışmalarına adanmış büyük bir retrospektif sergi düzenleyen The Metropolitan Museum’un Kostüm Enstitüsü baş küratörü Andrew Bolton. “Tasarım yaklaşımı oldukça demokratik ve eşitlikçi; bence bu Chanel için son derece faydalı olacak. Karl’ın işlerinde her zaman lüks aracılığıyla ulaşılan yüce bir anlam vardı. Matthieu’nünki ise biraz daha sessiz bir yücelik. O, gündeliğin estetiğiyle çok yakından ilgileniyor.”
Model Aditsa Berzenia, Blazy’nin Chanel’deki ilk defilesine ton veren bir görünümle. Moda Editörü: Amanda Harlech. Fotoğraf: Rafael Pavarotti. Vogue, Aralık 2025.
Hafif bir yaz yağmuru başladı. Blazy, yukarıya merakla bakıp yağmuru inceliyor ve yer değiştirmek isteyip istemediğimi soruyor. Ama bu çisiltiden hoşlanıyoruz; o da bir Marlboro Gold yakıyor, bir piscine (buzlu rosé şarap) daha sipariş ediyor ve havaya ayak uyduruyor. Chanel’in kendisiyle temasa geçtiği ilk birkaç hafta boyunca ne olduğunu hiç anlayamadığını söylüyor. Bir gün, Bottega’daki bir toplantıdan çıkarken bir işe alım danışmanından telefon almış. “Bana o anda ulaşıyorsa, elinde gerçekten ciddi bir şey var diye düşündüm,” diyor Blazy. Ardından danışmanı sorulara boğmuş. “Bu mu? Şu mu?” “Hepimiz, moda dünyasında bir müzikli sandalye oyunu oynandığını biliyorduk,” diye açıklıyor. “Bir noktada kendi kendime ‘Belki Chanel’ dedim ama bunu sormaya bile cesaret edemedim.”
Blazy, Venedik’e giden bir trendeyken arayıp hangi pozisyon için düşünüldüğü söylendi. Daha ne olduğunu tam anlayamadan görüşmeler planlanmaya başlamıştı bile.
“Bu Temmuz ayındaydı,” diyor. “Paris’e vardığımda hava inanılmaz sıcaktı. Üstüm başım fazla kalındı, ama hani o durum olur ya, süveterini çıkarırsan tüm stilin bozulur, işte öyleydi.” Sanatı uğruna sıcaktan kavrulsa da modaevinin yöneticileriyle dört saat süren görüşmelere katılmış. Onların ne kadar sıcak, samimi ve rahat bir ekip olduklarına şaşırdığını söylüyor. “Toplantıdan çıkarken düşündüm ki” -bir âşık gibi iç çekiyor- “Bu insanlarla gerçekten mutlu olabilirim.”
Londra’ya uçup markanın CEO’su Leena Nair ile görüşmüş. Ardından Normandiya’ya giderek şirketin yönetim kurulu başkanı Alain Wertheimer ile tanışmış. “Neredeyse Chanel hakkında hiç konuşmadık,” diyor Blazy. “Bana dedi ki: ‘Eğer karşımda oturuyorsan bu zaten iyi bir tasarımcı olduğunu gösteriyor. O yüzden iş hakkında konuşmayalım.’” Bunun yerine çocukluktan, aileden, sanata olan ortak ilgilerinden konuşmuşlar. Görüşmenin son beş dakikasında ise konu yeniden modaya dönmüş. İşte o sırada Blazy, Chanel hakkında söylediği o “modernlik” ifadesini kullanmış.
“Bana ‘Sence Chanel şu anda modern mi?’ diye sordu. Ben de ‘Bence temel yapı taşları hâlâ modern ama bunu daha da ileri taşıyabiliriz’ dedim.” Bunun üzerine Wertheimer gülümsemiş. Eve dönüş yolunda, şoför camları açık şekilde Fransız rap müziği açmış ve Blazy o an kendine küçük bir memnuniyet anı tanımış. “İşte o zaman düşündüm: Belki de bu iş yürüyecek,” diyor.
Chanel’in moda bölümü başkanı Bruno Pavlovsky, kendisinin ve ekibinin aradıkları tasarımcı profiline çok net şekilde sahip olduklarını söylüyor: markayı gerçekten “yaşayabilecek” bir deha. “Bazı tasarımcılar için mesele sadece kendi vizyonlarıdır; markadan markaya geçerken bile bu vizyon hep aynıdır,” diyor Pavlovsky. “Ama Chanel’de öğrendiğimiz şey, bizim hoşlandığımız şey, bir bukalemundur”: Yani hayal gücünü kullanarak modaevini, kendi kimliğiyle değil, Chanel’in kendi diliyle yeniden canlandıracak biri. “Matthieu’nun bir vizyonu var, onu kendi kimliğiyle seviyoruz; ama her şeyi markanın arkasına koyuyor.”
Yeşil bistronun dışında yağmur artık iyice hızlanmış durumda. Blazy, birkaç blok ötede bulunan favori restoranlarından birine yürümeyi öneriyor. rue Cardinale ve rue de Suisses boyunca hızla yürürken Chanel’deki görevinin açıklandığı ve bu sırrın tüm dünyaya yayıldığı o anı hatırlıyor.
“Panikledim,” diyor. “Korktum. Milano’da bir balık restoranındaydım ve garson yanıma gelip Instagram’ı gösterdi, ‘Sen benim Instagram akışımda varsın!’ dedi. Üstelik moda dünyasında çalıştığımı bile bilmiyordu.” Artık her kapıda, her köşe başında kendisini tanıyacak gözlerle karşılaşacağı hissine kapılan Blazy, aniden kaçma dürtüsüyle bir çanta toplayıp şehri terk etmiş. Güney İtalya’ya kaçıp orada on gün boyunca gizlenmiş.
Artık beyaz çizgili gömlekler ve gri kravatlar giymiş garsonlar onu selamlıyor. Blazy, bu mekânı yakın zamanda tesadüfen keşfettiğini anlatıyor. İlk bakışta Saint-Germain’deki tipik bir turist tuzağı brasserie gibi görünse de aslında Paris’in hâlâ faaliyet gösteren en eski restoranlarından biriymiş; orijinal Art Nouveau ahşap işçiliği hâlâ korunuyormuş. Az pişmiş chateaubriand biftek, yanında béarnaise sos, yeşil fasulye ve bir pint bira sipariş ediyor. Tabaklar geldiğinde önce yemeğe, sonra bana, sonra tekrar yemeğe bakıyor ve hayret dolu bir jest yapıyor.
Blazy, yaz boyunca yaptıkları çalışmadan memnun olduğunu söylüyor; stüdyosunda güzel fikirler ortaya çıkmaya başlamış.
“Herkes bana, ‘Defilen için çok heyecanlıyım’ diyor. Ama ben de çok heyecanlıyım. Daha tam olarak ne olduğunu bilmiyorum açıkçası. Değişmeyecek olan bir bütün fikri var,” diyor ve kararsız bir omuz silkiyor. “Şimdi olması gereken şey… sihir.”
Blazy burada Paris’teki Chanel genel merkezinin tepesinde fotoğraflandı. İlk defilesinden çok memnun olsa da bunun hâlâ devam eden bir çalışma olduğunda ısrarcı. “Fikirleri test etmem gerekiyor,” diyor. “Hata yapmak istiyorum. Mükemmel olmak zorunda değil; bu bir teklif.” Sittings Editörü: Jack Borkett. Fotoğraf: Annie Leibovitz. Vogue, Aralık 2025.
Bir ceketle başla. Erkeklere ait bir spor ceket, diyelim ki İngiliz tarzı ve tüvit kumaştan: zarif erkekliğin gündelik arketipi. Şimdi bunu bir kadına giydir. Alt kısmını bir makasla kes; kalçadan hizala. Yaka kısımlarını kapat. Bir-iki düğme ekle. “Birdenbire elinizde bir Chanel ceketi arketipi oluyor” diyor Blazy. Bunu biliyor; çünkü Chanel stüdyosundaki ilk gününde, ekibiyle tam olarak bu uygulamayı yapmış. Bu, Chanel modaevinin yüzyıllık katmanlı gelişimini sıyırıp, tasarımın ilk çıkış noktasındaki yenilik şokuna geri dönme egzersiziymiş.
“Karl’ın Chanel’e bakışı, Chanel’in ne olduğuna dair çok spesifik bir bakış açısıydı,” diye açıklıyor Blazy. “Gabrielle Chanel’in ilk yıllarına geri döndüğünüzde, o dönemde olup da bugün pek anlatılmayan pek çok şey var. Ama bunlar, markanın temel kodlarını oluşturmuş.” Paris atölyesinde Lagerfeld’in prova odası ona gösterildiğinde, Blazy orada çalışamayacağını hemen anlamış, “fazla yüklü; miras ve baskı dolu”, ve binanın karşı tarafında, sade, modern ve gün ışığıyla dolu boş bir odaya kendi stüdyosunu kurmuş. Lagerfeld ve Viard’ın markayı getirdiği yoldan devam etmek yerine Gabrielle “Coco” Chanel’in yaratıcı izinden yürümeye ve oradan başka bir yöne sapmaya karar vermiş. Erkek ceketiyle yapılan bu egzersiz, işte bu değişimin ilanıymış. Ama aynı zamanda Blazy’nin Chanel’i ortaya çıkaran “büyük patlama”ya dair teorisine de bir işaretti.
Yeni görevine başlarken Blazy, Chanel’in arşivlerinde zaman geçirmiş; kendi araştırmasını ve keşfini yapmış. İçgüdüsel bir hisle, köklü erkek gömlekçiliği markası Charvet’nin başında bulunan kardeşler Jean-Claude ve Anne-Marie Colban ile konuşmuş. “Benim bilmediğim şeyleri biliyorlardı, mesela Coco’nun erkek arkadaşına o dükkândan hediye aldığı gibi,” diyor.
Bahsettiği erkek arkadaş, İngiliz polo oyuncusu Arthur “Boy” Capel’di. Chanel, 1909’dan onun ölümüne kadar geçen on yıl boyunca Capel’e delicesine âşıktı ve tam da bu yıllar, stilinin, kariyerinin ve etrafındaki gizemin sisler içinden belirginleşmeye başladığı dönemdi. Blazy, Coco’nun Charvet’den sipariş verirkenki hâlini hayal etmiş; gömleklerin vücuda oturan omuz kesimlerini ve pat detaylarını incelediğini düşünmüş. Aynı zamanda Capel’in üst sınıf bir İngiliz sporcu olarak bolca tüvit giydiğini de biliyormuş.
1910’ların başında, Coco erkek kıyafetleriyle bir kostüm partisine katıldı. Diğer çoğu misafirin aksine, aynı kıyafeti ertesi sabah da giymeyi sürdürdü; böylece onu sıradan hayatın içine çekmiş oldu. Blazy, bu tercihde daha kişisel bir anlam olduğundan şüphelendi. “Bütün arkadaşlarım erkek arkadaşlarının kıyafetlerini giyer,” diyor. “Ben de âşıkken erkek arkadaşımın kıyafetlerini giyerim, sadece ona yakın olmak istediğim için, anlıyor musun?” Onun bu erkeksi ödünç alma hali sıkça dikkat çekmiş, ama Blazy bunu özgürlüğe yönelik özel bir hamle olarak gördü.
“O, erkeklerin her şeyi aldığı bir kadın gibi görünmek istemiyordu. At binmeyi severdi. Hep hareket halindeydi,” diyor. Ve onun kıyafetleri, pratik koşulların ürünüydü. Chanel’in beji, jarse tedarikçisi Rodier’nin bu renkte fazla stokları olduğundan ortaya çıktı; diğer terziler bu rengi hiç sevmezdi. Çantalarının astarını bordo yaptırdı çünkü mücevherlerini o tona karşı görmek en kolay olanıydı. Blazy’nin Coco Chanel’i, hiçlikten ansızın ortaya çıkan bir vizyoner değil, günlük hayatına doku katan, son derece kişisel ihtiyaçlara cevap veren, heyecan verici kıyafetler yapan bir kadın. Özellikle de Boy Capel’le olan ilişkisinin şekillendirdiği özgürlükler, kısıtlamalar ve tutkular... “Çabucak anlıyorsunuz ki eğer o adama aşık olmasaydı Chanel, herkesin bildiği estetik haliyle var olamazdı,” diyor Blazy.
Chanel’i bir aşk hikayesi olarak görmek, Blazy’nin günlük konseptüalizmini hafif ve zarif bir modaevi için uygun bulmayanlara karşı cevabı. Evet o, tasarımlarını lüks Lagerfeld tarzı kalem darbelerinden ziyade fikirlerin oyunundan çıkarıyor. Ama fikirler de tutku, duyusallık ve hatta beden hafızası taşır; arzu fikriyle dönüştürülmemiş bir tüvit sadece bir tüvittir. (Boy Capel aşkı, ayrıca Coco’nun diğer ünlü aşk hikayesi olan Baron Hans Günther von Dincklage ile olan ve onu Abwehr casusluğuna bağlayan hikayesine karşı mutlu bir yönlendirme işlevi de görebilir.) “Matthieu’nün işlerinde bir samimiyet ve duyusallık var, tıpkı Chanel’de de olduğu gibi,” diyor Andrew Bolton.
Coco’yu şartların zorunluluğuyla tasarım yapan biri olarak anlamak, Blazy’nin işine yeni ufuklar açtı. O, markanın erken dönemlerdeki, şimdi küreselleşmiş kültür diye adlandırılacak şeye olan ilgisine büyük önem veriyor. Geçen yılki geçiş döneminde, yalnızca Fransız yaşamına kök salmış bir tasarımcının, bu kadar Parisli bir markanın ruhunu yakalayabileceği öne sürüldü. Paris doğumlu ve burada büyümüş biri olarak Blazy bu iddiaya karşı çıktı. “Katılmıyorum! Ben yarı Belçikalıyım!” diye haykırıyor. Fransa’nın ilk kültür bakanı André Malraux’yu örnek gösteriyor; Malraux, yerel kültürlerin daha büyük, dünya çapında bir kültürün parçası olduğuna inanıyordu ve tüm dünyanın bundan beslendiğini savunuyordu. Modaevi arşivisti Odile Prémel’den, Coco’nun en erken dönem paltolarından birinin Türkmenistan’dan gelen renkli bir deseni monokrom olarak kullandığını öğrendi. Azzedine Alaïa’nın arşivinde (ki kendisi takıntılı bir Chanel koleksiyoncusu) kendisi için Xinjiang’daki sarışın Tarim mumyalarını bulmak gibi olan, belirgin bir çapraz şerit taşıyan bir parça inceledi: erken dönemde kültürler arası hareketliliğin kanıtı. “Avrupa’da böyle referanslar yok!” diyor; ama bunları İran halıcılığından tanıyordu. Chanel’in stilindeki “Fransızlık” asla sadece bu değilmiş.
Soldan sağa: Modeller Dru Campbell, Aditsa Berzenia, Abeny Nhial, Fengjiao Long, Bhoomi, Zaya Guarani, Charlotte Boggia, Awar Odhiang, Luiza Perote ve Achol Ayor. Moda Editörü: Amanda Harlech. Fotoğraf: Rafael Pavarotti. Vogue, Aralık 2025.
Bugün marka, lüks sektöründeki çoğu büyük isim gibi işinin büyük bir kısmını Asya ve Orta Doğu’da yapıyor. Ancak pazar fırsatlarına rastgele kapılmamak konusunda alışılmadık derecede dikkatli kalmayı sürdürüyor. Hiçbir zaman erkek koleksiyonu ya da çocuk koleksiyonu olmadı. Geleceğin sıklıkla çevrimiçi ticaretle ilgili olduğu söylenirken butiklere yatırımını artırdı. “Chanel, süper odaklanmakla ilgili; her şeyi yapamazsınız ve en iyisi olamazsınız,” diyor Pavlovsky. Bu doğru olabilir: Chanel, tüm markaların yaşadığı lüks pazar sıkışmasıyla karşı karşıya kalsa da (Pavlovsky bu sektördeki hızlı büyümeden sonra böyle bir gerilemenin beklenen bir şey olduğunu söylüyor), düşüşü çoğundan daha hafif oldu.
Blazy için Chanel, başka şeylerin yanı sıra, haute couture’a özgün bir yaklaşım anlamına geliyor. “Chanel’in hafifliğiyle ilgili keşfetmek istediğim bir şey var,” diyor. “Couture ağır olmak zorunda değil. Büyük olmak zorunda değil. Önemli olan nasıl yapıldığı, beden üzerinde nasıl durduğu.” Belçika tarzında, makas elinde olmak üzere, yuvarlak çalışmayı sevdiğini ekliyor.
“Eskiden işler şöyle yürürdü: Karl tasarlar, atölye çevirir ve kimse tasarıma dokunmazdı, parça hemen kutsal olurdu,” diyor. “Ben bir takım elbise ile başlayabilirim ve günün sonunda o bir elbiseye dönüşür. İlk kez bir parçayı -ya da bir çantayı!- kesince herkes, şöyle diyeyim, dehşete düşmekten çok şaşırdı.”
Şu anda stüdyosunda Krzysztof J. Lukasik adında bir aksesuar tasarımcısı ve pratikte onun sağ kolu olan araştırma şefi Marie-Valentine Girbal ile birlikte duruyor. İkisi kelimesiz iletişim kuruyor: Blazy bir kararda emin olmadığında genellikle Girbal’a bakar, o da göz kırpmasıyla ne düşündüğünü anlatır. (“Bir noktada senkronize olduk,” diye açıklıyor Girbal.) Lagerfeld’in yaratıcı çevresi erkek modeller ve seçkin sofistike kişilerden oluşan iç bir halka iken Blazy’nin Bottega’dan getirdiği üst düzey yardımcılardan oluşan topluluğu, genellikle rahat, milenyum tasarım meraklıları: Burada değil de modanın en büyük global markalarından birinin koleksiyonunu tasarlıyor olmasalardı muhtemelen bir bodrum katı ofisinde güzel bir küçük dergi çıkarıyor olabilecekleri şüphe götürmez. “Böyle insanlar arasında olmak güzel,” diyor Blazy’nin tasarım direktörü ve diğer uzun süreli sağ kolu Artur Davtyan.
“Sadece estetik üzerine değil -‘Bunu seviyoruz’- aynı zamanda koleksiyonların etrafında konseptler inşa etmeye dayanan konuşmalar yapabiliyorsunuz.”
Şimdi caz müziği çalıyor. Girbal ve Lukasik, çanta prototiplerini inceliyor. Blazy koleksiyona başlarken, nedenini tam bilmediği halde Le Petit Prince, yani Antoine de Saint-Exupéry’nin novellasına atıflar hayal etmişti. Bu yüzden ekip, metalden yapılmış, iki kat emaye ile boyanmış ve yıldız gibi taşlarla süslenmiş küre şeklinde “evren” çantalar üzerinde denemeler yapıyor. Bunlar ona çocukken ziyaret ettiği bir planetaryumu hatırlatıyor. Prototipi açıyor ve içine bakıyor.
“Vay!” Girbal’a göz atıyor. “Beğendin mi?”
“Evet,” diyor.
“Bu çantayı, mümkünse, ofisimde bulunduracağım,” diyor Blazy, küreye düşünceli bir şekilde bakarak.
Yeni bir grup kumaş örneklerini incelemek için içeri giriyor. Lagerfeld döneminden otuz yıllık deneyime sahip bir tedarik uzmanı, geçmişte Chanel’de büyük başarı yakalamış olan patlıcan rengi, küçük ve parıldayan payetlerden yapılmış bir gece çantası öneriyor. Blazy karşı çıkıyor: O mor renkten pek hoşlanmıyor ve küçük payetleri hiç sevmediğini söylüyor. “Bu kişisel bir travma,” diyor.
“Belki geçen yıl üzerinde çalıştığımız bu çantaların storyboard’unu görmek istersiniz?” diye soruyor.
Blazy gülümsüyor. “Travmamı anlatayım,” diyor. New York’ta Calvin Klein’da çalışırken, ilk kez drag olarak giyinmeyi kabul ettiğini anlatıyor. Kıyafeti küçük payetlerle kaplıymış. Neredeyse hemen sonra, iki saat boyunca bir asansörde mahsur kalmış. İtfaiyecilerin ayaklarının üzerinden sürünerek çıkmak zorunda kalmış. “Utanç yürüyüşümü tamamlamak için otelden dışarı çıktım ama taksi bulamadım,” diyor. Gülümseyip başını sallar: “Küçük payetler yok.”
Blazy, seanslar arasında birkaç dakika stüdyodan uzaklaşmayı seviyor, böylece ortam yeniden düzenlenir ve tasarım arkadaşlarına onun yokluğunda hazırlık yapma, tartışma ya da sızlanma şansı doğar. Sigara içmek için balkona çıkar. İşte böylesi anlarda, en üst düzey işin yalnızlığı hissedilir. Dışarıda, payetlerle ilgili yaklaşımının yönetim tarzını yansıttığını söylüyor. “Her şey çok saygılı yapılmalı, çünkü fikirler ve renkler tartışılıyor, zevk evrensel değil; kesinlikle hata yok,” diyor. Asansörde mahsur kalma hikâyesi dostane ama kararlı bir sembol olmuş: “Sanırım iyi bir diplomat olurdum,” diyor.
Akşam yemeğimizden birkaç gün sonra, Blazy ile Paris’in güney çevresindeki Parc Montsouris’in bir köşesinde café crème içmek üzere buluşuyorum. Havanın muhteşem olduğu bir sabah: parlak, hafif esintili ve mis kokulu. Akasya poleni tüyleri rue d’Alésia yamaçlarından süzülüyor ve mahalle sakinleri sabah işleri için dışarıda. Burası Blazy’nin gençlik manzarası; çok uzak olmayan bir yerde büyümüş ve çocukken buradaki bir arkadaşını ziyaret etmiş. Gençken, yakındaki şehir üniversitesindeki partilere gizlice girerlermiş. “İlk özgürlük ve eğlence duygumu gerçekten burada yaşadım,” diyor. “Paris gibi geliyor ama kartpostallara benzemesi için tasarlanmamış.”
Orta karar bir genç öğrenci olarak Blazy, Ardèche’nin ormanlık güney bölgesindeki bir Marist yatılı okuluna, sonra da İngiltere’de bir askeri okula gönderilmiş. Belçika’daki tasarım akademisi La Cambre’de, müzik ve sanatla birlikte tasarım okumuş ve Raf Simons’ın kendi markasında genç bir çalışan olarak galerilere götürülmüş. Bugün hâlâ sanat ve modanın dikkatli, seçici bir koleksiyoneri; ama son zamanlarda en çok ilgisini çekenin piyasadan bağımsız sanat olduğunu söylüyor.
O öğleden sonra, işbirliği yapmayı planladığı 82 yaşındaki sahne tasarımcısı Richard Peduzzi ile buluşacak. “Marie-Valentine bana onun katıldığı bir podcast’i gönderdi,” diye açıklıyor Blazy. “Çok ince düşünceli biri olduğunu düşündüm, söylediklerini beğendim. Bazen insanlarla tanışırsınız ve hemen bağ kurarsınız. Beni başka bir kreatifle, kendi alanım dışında, en son böyle bağ kurduran Gaetano Pesce olmuştu.”
2022’de Blazy ve geçen yıl vefat eden Pesce, özel dökme reçineli bir zemin kullanılan Bottega defilesinin sahnesi için işbirliği yapmışlar. Blazy, stüdyoya örnek bir versiyon yapmak için birini çağırmasını istemiş. Girdiğinde, Pesce’nin sağ kolu olan Stefano’nun reçine döktüğünü görmüş. “Kalbim durdu,” diyor Blazy ama sebebi zemin değilmiş. Önceden Alaïa’nın yaratıcı direktörü Pieter Mulier ile 17 yıllık bir ilişkisi olan Blazy, romantik yaklaşımı nasıl yapacağı konusunda emin değilmiş. “Oldukça zaman aldı,” diye gülüyor. “Ve birkaç mektup.” Aylar sonra bağ kurmuşlar. İtalyanca bilmeyen Blazy, öğrenmiş. “Şu an kişisel hayatımda iyi bir yerdeyim, elbette baskılar var ama aşığım,” diyor. “Çok düşük profilde tutuyorum. Kendimi koruyorum.”
Awar Odhiang, modaevinin 20. yüzyıl başlarındaki hikayesine gönderme yapan bir Blazy elbisesi içinde. Moda Editörü: Amanda Harlech. Fotoğraf: Rafael Pavarotti. Vogue, Aralık 2025.
Beni muhteşem rue du Montsouris boyunca dar evlerin ön kapılarının önünden, güllerle sarılı taş döşeli merdivenlerle tırmanan bir yolda gezdiriyor. Yolun sonunda Le Corbusier’nin tasarladığı beyaz modernist bir apartman binasına hayranlıkla bakmak için duruyoruz.
“Bunlar hep Art Nouveau ya da 1880’lerin neredeyse kırsal burjuva evleri, sonra sokağın sonunda, pat!, işte bu Le Corbusier,” diye hayranlıkla söylüyor, ardından ekliyor: “Belki modayı bıraktığımda turlar düzenlerim.”
Birkaç blok ötede, başka dar bir sokakta, modernizmin başka bir eserinin geniş cephesini sabah güneşinde parıldarken görüyoruz. Blazy durmadan ona bakıyor, sonra uzaktan hayranlıkla seyrediyor.
“Bu evi yeni aldım,” diyor utangaçça.
Paris’teki ikinci büyük gayrimenkul alımı bu. Hâlâ Bottega’da çalışırken, çocukluğunun evine yakın, heykeltıraş Valentine Schlegel’e ait, uzun zamandır onun elinde olan tekil bir evi satın almıştı. Bu sanatçı kısa zaman önce vefat etmişti ve Blazy onunla özel bir yakınlık hissediyordu ve şu anda orayı ortak bir sanat alanı olarak restore ediyor. Ancak bu ev farklı olacak: Chanel’in dışında, kişisel kullanımı için bir stüdyo olarak tasarlandı. Burası hafta sonları ofisin baskısından uzak çalışabileceği bir yer. “Kendime nefes alma alanı yaratmak için,” diyor. “Marie-Valentine de orada çalışabilir, ayrıca insanları ağırlayabileceğim bir yer, çünkü onları evde ağırlamayı sevmiyorum. Bana göre ev çok özel.” (Ayrıca bu alanı kız kardeşiyle paylaşıyor.) “Böyle bir işte,” utangaçça ekliyor, “bazen insanları ağırlamak gerekiyor.”
Evi hızlıca geçiyoruz; sonra arkasına bakıyor. “Burada, bu evde yaşadığımı bilmek oldukça garip hissettiriyor,” diyor ve bir an için önümüzdeki binadan mı yoksa Chanel’den mi bahsettiği belli olmuyor. Gülümsüyor. “Kendime asla izin veremeyeceğim bir hayal olurdu bu.”
Ekim ayındaki defile davetiyeleri, minyatür bir ev şeklinde bir kolye ucu ile birlikte geliyor; cephenin küçük bir merceğinden bakıldığında, defilenin tarihi ve yeri içeride kazınmış olarak seçilebiliyordu. Bu, dikkatle bakmakla ilgili bir ifade olduğu kadar, hem Blazy’nin projesinin hem de onu Chanel’e çeken ailevi ruhun ayırt edici özelliği olan gündelik samimiyeti vurgulamaya da hizmet ediyordu.
“Fransızcada ev ve yuva aynı kelime: maison, diye düşündüm, bu çok güzel,” diyor. “Bu modaevi farklı çalışıyor: Bir aile işi. Birlik duygusuna sahip insanlar yönetiyor. Bölümler arasında kapılar açık kalıyor. Biz buna ‘bienveillance’ diyoruz yani bir tür nezaket.” Bu tür samimi, gündelik ve ev gibi bir ev kavramıyla, Chanel’in artık Karl Lagerfeld’in eski evi olmadığı hissediliyordu. Artık burası Matthieu Blazy’nin evidi.
Defilenin bir gün öncesiydi ve Blazy, Chanel ofislerindeki bir odanın bir ucunda küçük bir masada oturuyordu. Raf Simons’tan gelen devasa bir çiçek demeti de dahil olmak üzere çiçekler gelmeye başlamıştı. Blazy son zamanlarda pek uyuyamamıştı ama yaratıcı bir başarı parıltısı vardı yüzünde: Son birkaç gündür parçalar, görünümler, defile yerine oturmuştu. “Çok mutluyum,” dedi. Hüzünlü bir ruh hali taşıyan müzik çalıyordu: Ray Charles ve Diana Krall You Don’t Know Me şarkısını söylüyordu.
“Şu anda 77 görünüm hazır, bu belki fazla ama belki de tam kararında,” diyor. “Kimin için düzenleme yapıyoruz, ne demek istediğimi anlıyorsun, değil mi? Biz Chanel’iz. Bu bir defile.”
Blazy’ye göre defile, kendi başına bir jest. “Çok farklı yönlere gidecek. Fikirleri test etmem lazım. Hata yapmak istiyorum. Mükemmel olması gerekmiyor, çünkü bu ilk defile. Bir öneri.”
Yazdan beri defilenin ana temalarına odaklanmış. “Gabrielle Chanel tam bir paradoks: kendini erkekle eşit yaptı, ama aynı zamanda geceleri bir baştan çıkarıcıydı.” Beni görünümlere götürüyor. “Defilenin ilk kısmı gerçekten bu paradoksla ilgili.”
Defileyi bitirecek elbiseyle bir model sahneye giriyor: basit beyaz bir tişörtle kombinlenmiş bir etek, üzerinde işlenmiş renkli tüyler ve örülmüş rafyadan yapılmış çiçekler var; yapılması yüzlerce saat süren el işçiliği gerektirmiş. “Çok neşeli bir şey istedim, bu yüzden adeta bir çiçek patlaması, neredeyse bir Flaman tablosu gibi. Ben bunu görüyorum. Ekibim ise bir piña colada,” diye gülümseyerek anlatıyor.
Blazy, en yakın yardımcılarına bile defile gününden önce podyum setini göstermez; böylece mekân tamamen taze kalır. Pazartesi akşamı Grand Palais’ye gelen konuklar önce yukarı bakar. Tavandan sarkıtılmış (ve yarı yere gömülmüş) 15 devasa gezegen asılıdır: genç bir evren, ilkel bir gökyüzü, Le Petit Prince’in ünlü fonu, derin geçmişin fütüristik bir vizyonu. Ve Blazy’nin çocukluk gezegenaryumu. Sonra aşağıya bakarlar: Grand Palais’nin zemini tamamen siyah reçine ile yeniden yapılmış ve üzerine evrenin galaksi biçimlerini andıran renkli püskürtme desenleri serpiştirilmiştir. Zemin pürüzsüz ve yansıtıcıdır, böylece gezegenlerin yansımalarını yakalar. Üzerine, zamanın yakmış gibi yüzeyi kaba gösteren kum serpilmiştir. Ve sonsuzmuş gibi devam eder.
Zemin, Blazy’nin sevgilisi Stefano tarafından yapıldı. Yaz boyunca birlikte üzerinde çalıştılar, renkleri ve formları test ettiler. Defilenin tüm konuklarının şimdi yürüdüğü, modellerin podyum yollarını izlediği bu zarif yüzeyin el yapımı olması ve birbirine aşık iki kişi tarafından şekillendirilmiş olması tesadüf değil.
Soldan sağa: Modeller Dru Campbell, Achol Ayor ve Abeny Nhial. Moda Editörü: Amanda Harlech. Fotoğraf: Rafael Pavarotti. Vogue, Aralık 2025.
Saat 7:59’da gök gürültüsü gibi bir patlama ve ardından arp glissandolarının sesi, herkesin yerlerine oturmasına neden olur. Birkaç dakika sonra, Debussy usulü minör dokuzlu akorlarla çalan yaylılar, arada ürkütücü bir uzay ıslığı pasajlarıyla karışır.
Işıklar söner; ilk görünüm podyumda ilerler. Blazy, erkeklerin gri kabanının siluetinden ilham alarak iki düğmeli bir Chanel ceket yaratmıştır, yanında ise ütülenmiş pantolonlar vardır; stüdyoda ilk gün kestiği giysinin versiyonu bu. Model, sol elinde klasik 2.55 çantanın Blazy’ye ait yorumunu taşır; çantanın iç kısmına esnek metal yerleştirilmiştir, böylece çantalar buruşturulup bükülerek yeni, dağınık formlar kazanabilir. “John Chamberlain gibi görünüyorlar. Araba kazaları gibi. Hayatla yoğrulmuş çantalar,” diye anlatmıştı bana Blazy. Modelin kulaklarında ise sivri beyaz küpeler vardır, bunlar Chanel kamelyasının yorumu.
Üçüncü model, Coco Chanel’in çantalarını astarlarken kullandığı bordo renkte bir bluz giymiş. Dördüncü model ise tamamen ipekten yapılmış, özgürlük ve hareket duygusunu yansıtan, ara sıra bacağın görünmesine izin veren, sade görünümlü bir kuşaklı etek ve bluz kombiniyle podyumda. Blazy, “Kadınların örtülü olması ama hareket ettiklerinde açığa çıkmaları çok ilginç ve çok duyusal,” diyor. Ancak bu paradoksal duyusallığın, kadınların kontrolü elinde tuttuğunu gösterdiğini düşünüyor. Blazy defilesini üç bölüme ayırmış ve ilk bölüm Le Paradoxe (Paradoks) adıyla güç ve baştan çıkarıcılığı bir araya getiriyor. Küçük pullarla işlenmiş kırmızı, flapper tarzı iki parçalı bir elbise sahneye çıkıyor. (“Fikrimi değiştirdim,” diyor Blazy gülümseyerek.) Coco Chanel’in klasik küçük siyah elbisesinin bir uyarlamasını taşıyan model ise yumurta şeklinde bir el çantasıyla yürüyor. (“Bir şeyi başlatması açısından yumurtayı çok severim.”)
Sonra bir anda, Charvet kumaşı ve tekniği kullanılarak yapılmış beyaz erkek gömleği ve gece eteği kombini beliriyor,bu Blazy’nin sözleriyle “en büyük paradoks.” Bu gömlek, Coco Chanel’in sevgisinin bir kanıtı gibi; basit ve zarif.
Blazy’nin ikinci bölümü Le Jour yani gündelik hayat ve sıradan yaşamda hareket anlamına geliyor. “Siluet artık daha feminen olmaya başlıyor,” diye açıklıyor. “Vücuda daha yakın.” Ama kumaşlar ve yapım teknikleri konusunda yoğun yenilikler yapmaya başlamış. İlk bakışta klasik bir Chanel takım gibi görünen bir parça aslında bir süveterin altından direkt asılmış bir etekmiş; model yürürken kalçalarda sallanıp dans ediyor. Podyuma birkaç beyaz elbise yolluyor Blazy, evlilik temasına sessiz bir gönderme olarak: “Biraz eski, biraz yeni, biraz ödünç, biraz mavi. Bu formülü severim,” diyor.
Sonra erkek gömlek yakalı, erkek giysilerinden esinlenilmiş desenlerle yapılmış, ancak degrade (renk geçişli) işlemeyle kadın elbisesine dönüşen takımlar geliyor: paradoksun iki yönü tek bir giyside birleşiyor. Blazy, Coco Chanel’in sevdiği püsküllü etek uçlarını abartarak, yavaşça küçük boncuklu ipliklerin sarkmasıyla paçaları ragged (yırtık) hale getiriyor. “Bu, artık umursamaz aristokratik bir hareket. Kıyafetlerini tekrar tekrar giyiyorsun, çünkü içinde rahat hissediyorsun,” diye anlatıyor. “Bu püskül değil, kullanılmışlık; değer verilen, sevilen bir şey.” Bu bölümde ayrıca Blazy’nin “korkulukları” da var: ince pamuktan yapılmış, patates torbasını andıran dokuma kumaş ve bluzda buğday tanelerini çağrıştıran rafya iplikleriyle süslenmiş. Çok çarpıcı bir detay.
“Dikkat eden herkes bilir ki Coco Chanel köylü bir hayattan geliyordu,” diyor seyirciler arasından korkuluk görünümlerine hayran kalan oyuncu Pedro Pascal. Blazy açıklıyor: “Coco Chanel, işçi giysilerini yani içinde rahat hareket edilebilen giysileri aldı ve aristokrasiye verdi. Bu da modern gardırop haline geldi. Ama bu, işlevsel ve yoksul bir şeyden doğdu.” Siyah arabalarından inmiş insanlarla dolu bir salonda, bu, ona göre gündelik hayatın modadaki gücüne bir vurgu idi.
Son bölüm, L’Universel (Evrensel), Blazy’nin Chanel’in küresel köklerine ve çoğulcu günümüze yaptığı bir saygı duruşu. Desenler, tüvidin “yakınlaştırılmış” versiyonları; dünyanın dört bir yanındaki desenlere benzemeye başlıyorlar. Beyazlardan gri tonlara ve cesur turuncu-kırmızılara kadar uzanan renkler, doğrudan Chanel arşivinden geliyor. Müzik Fransız rap’ine dönüşüyor ve ipekten dokunmuş kıyafetler havada süzülüyor. Takımlar var. Canlı rafya çiçeklerle işlenmiş klasik elbiseler var. Tüvidin şeffaf versiyonları ve Blazy’nin “bijoux hanımlar” dediği, kat kat flapper mücevherleriyle süslenmiş modeller var. Sonra son görünüm geliyor: Belçika çiçeği-piña colada elbisesi, model Awar Odhiang tarafından giyiliyor. Awar sahneye çıkmadan çok önce alkışlar kopuyor. Finalde sırıtıyor ve ellerini havaya kaldırarak Blazy'nin pistinin ortasında çılgınca bir dönüş yapıyor. Nicole Kidman, koleksiyonun ruh halini bana “gerçek aşk” olarak tanımlıyor.
Sonunda tasarımcı, bir merdiven boşluğundan çıkıyor. Grand Palais ayakta, alkışlarla dolup taşıyor. Blazy, Odhiang’ı sıkıca kucaklıyor, pisti koşarak dolaşıyor ve gülümseyerek çıkışa doğru kaçıyor. O gece, eve giden uzun yolu yürüyerek gidebileceğini söylüyor.
Annie Leibovitz portreleri için: Saç, Duffy. Makyaj, Kana Nagashima. Yapım: AL Studio. Set Tasarımı: Mary Howard.
Rafael Pavarotti moda fotoğrafları için: Saç, Karim Belghiran. Makyaj, Ammy Drammeh. Manikür: Dawn Sterling. Terzi, Cléo Lacroix. Yapım: Ragi Dholakia Productions.