Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Bize kendimizi iyi hissettiren hormonlar daha fazla tüketmemizi tetikliyor olabilir ancak günümüz şartları düşünüldüğünde bu hormona karşı durabilmek, her bilinçli tüketicinin sorumluluğunda.
Gezegen alarm veriyor. Moda endüstrisi 2,5 trilyon dolarlık piyasa hacmi ve istihdam sağladığı 75 milyondan fazla çalışanla global ekonominin büyük bir bölümünü oluşturuyor ancak aynı kritik rolü ne yazık ki gezegenin kirletilmesinde de oynuyor. McKinsey & Company’nin 2016’da yayınladığı rapora göre tekstil tüketimimiz 2000 senesinden 2014’e kadar ikiye katlandı, satın aldığımız ürünleri kullanma süremiz ise tam olarak yarıya indi. Geneva Environment Network’un 2021’in Kasım ayında paylaştığı araştırma, sektörün dünyadaki karbon emisyonunun yüzde 10’undan sorumlu olduğunun altını çiziyor. Aynı zamanda su kaynaklarını tüketiyor; nehirleri ve havayı kirletiyor; her sene üretilen tekstil ürünlerinin yüzde 85’iyse çöpe gidiyor. Çamaşır makinesinde yıkadığımız giysilerden deniz ve okyanuslara; oradan da balıklara ve sonuç olarak soframıza ulaşan mikroplastiklerin oranı da oldukça korkutucu. Sentetik hammadde içeren ürünlerden deniz ve okyanuslara ulaşan bu mikroplastikler, sudaki atıkların yüzde 35’ini oluşturuyor. Küçük ya da büyük ölçekli moda markaları bu gidişatı yavaşlatmak için doğal içerikli tasarımlara yönelse de pamuk gibi doğa dostu addedilen hammaddelerin üretimi de önemli oranda su tüketimine sebep oluyor. Nerede yetiştiğine göre değişebilmekle birlikte, yalnızca bir kilogram ham pamuk yetiştirmek için 10 bin ila 20 bin litre arası su gerekiyor. Fabrikadaki üretim sürecinin enerji tasarrufuna, mağazalara ya da müşterilere gönderim aşamasının ise karbon ayak izini azaltmaya vurduğu ket de cabası. Bu içinden çıkması güç karmaşa tüketicinin omuzlarına büyük sorumluluk yüklüyor zira en sonuç odaklı ve mantıklı çözüm, ihtiyaçtan fazlasını tüketmemekten geçiyor.
Fotoğraf: Alexander Neumann
Peki, nedir bizi bu denli satın almaya yönlendiren? Sosyal medyaya içerik hazırlamak mı, influencer’ların her gün karşımıza çıkardığı alışveriş listelerine karşı koyamamak mı? Uzman klinik psikolog Sinem Pirinalı, aşırı tüketimin altındaki psikolojik ihtimalleri şöyle özetliyor: “İnternetin hızlı gelişimiyle, artık pek çok yeni bilgiye ve ürüne kısa sürede erişebiliyoruz. Özellikle sosyal medyada sürekli olarak yeni içeriklere maruz kalıyoruz. Hatta yeni içeriği kısa sürede elde etmek için sayfayı sürekli yeniliyoruz. Bu durum, beynimizde dopamin hormonunun gereğinden fazla salgılanmasına neden oluyor.” Peki, bu senaryoda dopamin hormonu neden çok önemli? Dopamin, genellikle bize keyif veren veya ihtiyaç duyduğumuz bir etkinliği gerçekleştirdiğimizde salgılanan hormon. Örneğin; alışveriş yaptığımızda ya da yemek yediğimizde bu hormonu salgılıyoruz. Pirinalı’ya göre özellikle sosyal medyada sürekli olarak yeni içeriklere maruz kalmak, dopamin salgılanmasını her seferinde tetikleyebiliyor ve bu da bize keyif veriyor. Salgılanma tetiklendikçe de daha fazlasını istiyoruz: Belki gördüğümüz bir parçayı satın almak, giymek, onunla fotoğraf çekilmek, sosyal medyada paylaşmak ve etkileşim almak. Bu nedenle gardırobumuzda bulunan parçalarla yetinmiyor, ihtiyaç dışı tüketime yöneliyoruz.
Dopaminle savaş söz konusu olduğunda zırhımızı kuşanıp farklı uyaranlara yönelmemiz, mantık dışı güdülerimizi kontrol etmemiz, her alışverişten önce o parçaya gerçekten ihtiyacımız olup olmadığını sorgulamamız gerekiyor. Sinem Pirinalı, kendimizi bilinçli tüketici konumuna gelecek şekilde eğitmemiz gerektiğini, konuya dair içerikleri okuyup, izledikçe çok şey öğrenebileceğimizi, dolayısıyla doğa dostu bir bakış açısı geliştirebileceğimizi söylüyor. Hayvansal gıdaların üretim sürecinde hem hayvanların maruz kaldığı zulmü hem de doğaya verilen zararı transparan bir şekilde anlatan belgeseller birçok kişinin bitki bazlı beslenmeye geçişini teşvik edebiliyorsa, tekstil tüketiminin sonuçlarını gösteren içerikler de alışveriş konusunda bir fren görevi görebilir. “Burada ‘eleştirel medya okuryazarlığı’ terimi karşımıza çıkıyor. Hayatımızın her alanına dâhil olan sosyal medyada önümüze çıkan her ürünü sorgulamadan satın almaya yönelmemek; pasif tüketici olmamak için bize sunulan her içeriğe eleştirel bir bakış açısıyla yaklaşmak ve bunları analiz etmek, satın alma sürecinde bizleri daha aktif hâle getirecektir” diyor Pirinalı ve ekliyor: “Böylece, medyanın düşünce yapımızı ve algımızı etkilemesine fırsat tanımadan, daha kontrollü tüketime yönelebiliriz.” Sonraki adımda ise, sosyal medya kullanımını ve sosyal medyada takip ettiğimiz içerikleri sınırlandırmanın faydalı olabileceğinin altını çiziyor. Bizi, dolabımıza yeni ve ihtiyaç dışı tasarımlar eklemek için dürten Instagram hesaplarını sessize almak, haftalık moda alışverişlerini paylaşan YouTube kullanıcılarını takipten çıkmak küçük ama etkili hamlelerden olabilir. Belki belirli bir süre gözden uzakta tutacağımız paylaşımlar, satın alma motivasyonunun zihinden ve gönülden uzak durmasını sağlayacaktır. Halihazırda elimizde bulunan ancak eskisi kadar kullanmadığımız parçaları küçük değişiklikler ya da alternatif kombinasyonlarla yeniden değerlendirmek de önemli bir aşama. Terzide yaptıracağınız ya da evde uygulayabileceğiniz küçük dokunuşlarla giysileri ve aksesuarlarınızı güncellemeniz mümkün. Pantolonlarınızı kestirerek şorta dönüştürebilir, grafik tişörtlerinizin baskılı bölümlerini keserek ceketlerinizin sırtına yama olarak diktirebilirsiniz. Böylece hem unutulan parçaları tekrar kullanıma açabilir hem de alışveriş yapmaksızın yeni bir parça edinebilirsiniz.
Doğanın önemini idrak ederek yeni bir yaşam biçimi ve tüketim alışkanlıkları belirlemek, parmak şaklatmasıyla gerçekleşecek şeyler değil. Zira hayatımız boyunca takip ettiğimiz döngüler ve günümüz sosyal medya faktörüyle ağına takıldığımız tüketim çılgınlığı bir günde vazgeçilecek bir davranış olmanın ötesinde. Tıpkı egzersizle güçlenen kaslar gibi emek, zaman ve disiplin istiyor, giysi alışverişi söz konusu olduğunda yukarıda saydığımız adımları sıkıca takip edip uygulamak gerekiyor. Kimileri için daha kolay, kimileri içinse zorlayıcı olabilir ancak bize kendimizi iyi hissettiren dopamini farklı hobilerle, sportif ve sanatsal faaliyetlerle, sosyal aktivitelerle salgılamak da mümkün. Bu hormonun zihnimizde ve bedenimizdeki etkisinden vazgeçmeksizin daha iyi bir dünya için bazı fedakarlıklar yapmak artık bir seçim değil, zorunluluk. Sürdürülebilirlik söz konusu olduğunda neredeyse her mecrada duyduğumuz bir soruyu da her alışverişimizden önce kendimize sormayı bir alışkanlık hâline getirmemiz şart: “Buna gerçekten ihtiyacım var mı?”