Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
@turkiyemimarisi hesabıyla takip ettiğimiz Yüksek Mimar Serkan Ennaç, şu sıralar “41 Kere İstanbul” kitabıyla gündemimizde. Ennaç ile mimari, kent belleği ve kendi İstanbul'una dair konuştuk.
Yüksek Mimar Serkan Ennaç, 41 Kere İstanbul kitabının önsözünde kendisini şu cümleyle açıklıyor: “İstanbul sevdalısı, mimarlık tutkunu mimar birinin buna ek olarak araştırmacı kimliği de varsa ortaya benim gibi bir kombinasyon çıkıyor.” Bu kombinasyonun üretimi olan ve 315 bin kişi tarafından ilgiyle takip edilen @turkiyemimarisi hesabı, mimari yapıları hikayesiyle birlikte ele alarak bize tanıtan çok değerli bir dijital arşiv tutuyor. İlk baskısı Aralık ayında yapılan 41 Kere İstanbul ile de Ennaç, dijitalden offline'a geçiş yapıyor ve İstanbul'dan 100 yapıyı derlediği bir başucu kitabıyla karşımıza çıkıyor.
Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Bölümü mezunu olan Ennaç'ın yapılı çevreye tutkusu aslında üniversite yıllarından çok öncesine, ailesiyle Erdek'te yaptığı karavan tatillerine, Silivri'deki yazlık günlerine ve Boğaziçi'nde geçen çocukluk dönemine uzanıyor. Bu tutku, 41 Kere İstanbul kitabının Ennaç imzalı fotoğraflarında, metinlerinde ve son derece özenli baskısında da hissediliyor. Kitabın isminde yer alan 41 mi? Ennaç'ın önsözde belirttiği üzere 41 sayısı yapı ya da semt sayısıyla bağlantılı değil, tamamen “41 kere maşallah” söyleminden geliyor!
2019 yılının Kasım ayında açtım hesabı. Ama aslında 2012’den beri kullandığım şahsi hesabım olan @serkanennac’ta da bina paylaşımlarım oluyordu. Benim özümde var o binalara ilgi. Sonra arkadaşlarımın paylaşımlarımdan sıkıldığını hissettim ve @turkiyemimarisi hesabını açtım. Popüler olması aklımın ucundan bile geçmedi. Ama ilk ayında popüler oldu. Bilinmeye başladığı ilk paylaşım özelinde aklımda bir şey yok ama en çok bilinirlik, etkileşimin uçtuğu Bodrum Cennet Koyu’ndaki Bvlgari Hotel paylaşımım ile oldu sanırım.
Kent belleği dediğimizde kentteki fiziki çevre, doğa, yapılar, sokaklar, insanlar, olaylar, anılar, mekanlar, markalar, otomobiller, motorsikletler, tekneler, vapurlar, moda, kıyafetler, sokak lezzetleri, çocuk oyunları, eğlence mekanları... O kadar çok şey aklımıza gelmeli ki. Her gün her saniye ayrı bir kent belleği oluşuyor aslında. Her dönemin de kendine göre karakteristik özellikleri var. Bunları arşivlemek gerekiyor. Bence genel anlamda göçebe kültürden gelen toplumların sorunu bu. Biz de bunun uzantısıyla aynı sorunu yaşıyoruz. Mimari koruma da bunun bir parçası olduğu için nasibini alıyor.
Casa Botter
Tabi ki var. Yıkıcı savaşlar geçirmelerine rağmen birçok Avrupa kentini sayabiliriz mesela. Aslında akademik çevreler Türkiye’de çoktan derslerini aldı ve bilinçli. Önemli olan yöneticilerin konuyu idrak edişi ve önemseyişi. Orada sorunlar yaşanıyor.
Burada öncelikle bir düzeltme yapmak isterim. Aslında flanörlüğün alt metninde aylak aylak dolaşmaktan çok programlamadan kentin seni ele geçirmesi var. Bu ele geçirme karşılıklı hatta. Flanör de kenti ele geçirir. Sosyolog gibi insanları inceler, gündemi, her şeyi kolaçan eder ve yorumlar aslında. Bu bence her kentte ve her yerde mümkün. Ama keyif almak önemli olduğu için mimari dokunun daha güzel olduğu yerler, örneğin Boğaz köyleri, Tarihi Yarımada, Beyoğlu, Şişli Teşvikiye, Kadıköy Moda gibi lokasyonlar tercih sebebi. Soru eğer bina bazındaysa benim en sevdiğim kamusal alanlardan biri Sedad Hakkı Eldem’in Atatürk Kitaplığı ya da Millî Reasürans Çarşısı. Ayrıca Levent ve 4 Levent çarşıları, Unkapanı İMÇ blokları... Çok yer var.
Türkiye ve dünya tarihinde en sevdiğim dönem kesinlikle Mid-Century Modern dönem. Yani Yüzyıl Ortası Modern. Çünkü hem moderni seviyorum hem de o dönemdeki lezzeti çok farklı buluyorum. Bana kalırsa dünya tarihindeki en güzel dönemlerden biriymiş hem mimari hem de yaşantı olarak.
Aslında zor bir süreçti. Çünkü beğendiğim yüzlerce yapı var İstanbul’da ama ben kitaba 100 adet sığdırabildim. En iyileri seçeyim diye bir kaygı gütmedim. Sezgisel olarak bir arada en iyi dengeyi yaratabileceğini düşündüğüm bir seçki oldu. Sonuçtan da memnunum.
Sanırım Casa Botter hem hikayesi hem stili hem de mimari özellikleriyle beni en cezbeden diyebilirim. Bu yüzden de kapakta o var.
Evet kesinlikle gelecek. Sergi fikri de var. Ben genelde yurt dışından mimari hesapları takip etmeyi seviyorum. Doğrusu buradaki mevcut mimari hesaplar genelde benim emek yoğun paylaşımlarımın bir uzantısı ya da kopyası. Maalesef bana yeni bir şey katmıyor. Ama hesap olarak @kisnisvesaire, @aposto, @denemenlazim gibi hesapları severek takip ediyorum.
Öncelikle çok enteresan bulduğum Orhan Pamuk’un İstanbul – Hatıralar ve Şehir kitabı, Dr. Sedat Bornovalı’nın Boğaziçi’nin Tarih Atlası ve Ara Güler’in İstanbul kitabı.
Emirgan’daki Taş Oda çok ilginç. Günümüzde konut olarak kullanılıyor. Aslında Hüsrev Paşa Yalısı’ndan kalma bir taş oda. Yakında paylaşırım hesabımda.
Benim İstanbul’um spontane ve plansız yaşanan bir yer. Her an her yerden çıkabilirim. Sarıyer’de bir sokakta, Anadoluhisarı’nda bir kafede kahve içerken, Bebek’te yürüyüş yaparken ya da denize girerken, Vespa ile Bayramoğlu’nda bir yapıyı görmek için onca yolu teperken, Sultanahmet Meydanı’nda simit yerken, Nişantaşı’nda şık bir yerde yemek yerken, Beyoğlu’nun en dip noktalarında fotoğraf çekerken, Moda’da binalara dalıp gitmişken, Süleymaniye’de kuru fasulye yerken bana rastlayabilirsiniz yani. Hepsinde de en temel faktör kesinlikle mimaridir. Hep onun peşinden giderim.
Belirli dönemlerde gittiğim yere gelecek olursak... Her bahar muhakkak Büyükada, Burgazada yaparım. Bana yaşama sevinci verir. Manolyalar çiçek verdiğinde de Bebek’teki ağacı muhakkak görmek için uğrarım, uğurlu olduğuna inanıyorum kendimce.