Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
2022 Nobel Edebiyat Ödülü kazananı Annie Ernaux, Yalın Tutku’da bir süreliğine başka birine adanmış bir varoluşun ardındaki gerçek ve arzuları, sade ve keskin üslubuyla belgeliyor.
Annie Ernaux, anıları sanata dönüştürmenin ustası. Tüm eserlerinin kaynağı kişisel deneyimler ama hedefi; onlar aracılığıyla toplumsal gerçekleri yakalamak. Kitaplarında, cinsiyet ve sınıf ayrımını, eşitsizliğin yansıdığı kendi yaşamından esinlenerek farklı açılardan inceliyor. 82 yaşındaki Fransız yazar, İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi tarafından “kişisel hafızanın köklerini, yabancılaşmalarını ve kolektif kısıtlamalarını ortaya çıkarmadaki cesareti ve klinik duyarlılığı” nedeniyle 2022 Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görüldü. Kitapları, 20. ve 21. yüzyıllarda yaşayan bir kadının hem kişisel, hem evrensel portreleri olarak tanımlandı.
1940’da Fransa’da işçi sınıfı bir ailenin tek kızı (kız kardeşi o doğmadan önce hayatını kaybetmişti) olarak dünyaya gelen Annie, kendisinden daha varlıklı orta sınıf ailelerinin çocuklarıyla, Katolik bir özel ortaokulda eğitim gördü. Eğitimsiz işçi sınıfı ile eğitimli burjuva sınıfı arasındaki sıkışma, mutlu bir çocukluktan yeni bir sosyal çevreye olan adaptasyonundaki yabancılaşma hisleri ve onaylanma arzusu gibi sınıf farkı ve cinsiyet eşitsizliğine dair deneyimleri hayat boyu yazılarına yansıdı. Edebiyat ve öğretmenlik hayatına atıldığında, ilk kitabı fazla hırslı olduğu gerekçesiyle reddedildi. Yayınlanan ilk eseri Boş Dolaplar (Les armoires vides, 1974), mükemmelleştireceği oto-sosyobiyografi türünün sinyallerini verdi. 50’ler Fransa’sında bir kadının toplumsal yükseliş sancılarını, otobiyografik karakteri Denise’in gözünden sakınmasızca ele aldı. Eğitimin onu ailesinden nasıl uzaklaştırdığı, 1964’te Fransa’da yasallaştırılmasından kısa süre önce yaşadığı kürtaj deneyimi gibi cesur konulara yer verdi. Aynı zamanda kariyeri gelişmekte olan genç bir eş ve anne olarak; bağımsızlıkla gelen suçluluk ile toplumun beklentilerini kabul etmek arasında bocalamaya dair hislerinin binlerce kadın tarafından paylaşıldığını fark etti. Ernaux yazmanın politik olduğuna inanıyor; hem toplumsal eşitsizliğe dair göz açıcı; hem de insanları utanç, aşağılanma, kıskançlık ve kim olduğunu bilememe gibi deneyimlerin ıstıraplarından özgürleştirebilen bir eylem.
Ernaux, anne ve babasının yaşam ve ölümlerini incelediği iki ayrı cilt ile 80’lerde daha geniş beğeni topladı. Dramatik anılardan ziyade, bir portre üzerinden sınıf hikayesi anlatan Babamın Yeri (La Place, 1983) bir adamın hem toplumun, hem de kızının gözündeki yerini irdeledi. Bireyseli evrensele dönüştüren yalın üslubuyla Ernaux’nun bir neslin tarihini tutma rolünü Simone de Beauvoir’dan miras aldığı yazıldı. Annesinin hafızasını yok eden bir hastalıkla kaybını işleyen Bir Kadın (Une Femme, 1987) için yazar; “Annem hakkında yazıyorum çünkü onu dünyaya getirme sırası şimdi bende gibi geliyor ” yorumunu yaptı.
Yaşadığı kayıplar sonrası, Ernaux’nun hissetmek ve rapor etmek arasında denge kuran benzersiz tarzı sağlamlaştı: En sarsıcı duyguları neredeyse sosyolojik bir tarafsızlıkla yazarak evrenselleştirmek.
Baş yapıtı olarak kabul edilen Seneler (Les années, 2008) savaş sonrası Fransa’sının kişisel ve kolektif tarihini anlatan devrim niteliğinde bir toplumsal kronik. Kitap “ilk kolektif biyografi” olarak da tarif ediliyor. 2019’da İngilizce çevirisinin Man Booker ödülünün kısa listesine girmesi Ernaux’ya daha geniş bir uluslararası okur kitlesi kazandırdı. Tutku ve yas gibi en şiddetli duyguların kronolojiyi büken zamansız yapısını duygusallıktan uzak diliyle ele alan yazarın kitapları, deneyimlerimizin kalbindeki hakikatlere odaklanıyor.
Yalın Tutku’nun (Passion Simple, 1991) isimsiz anlatıcısı, tıpkı Ernaux gibi, Paris’in bir banliyösünde yaşayan, boşanmış ve iki yetişkin oğlu olan orta yaşlı bir yazar ve öğretmen. Roman, onun “A.” olarak bahsettiği, Doğu Avrupalı bir iş adamı olan (ve aktör Alain Delon’a gelir geçer benzerliği dışında detaylı tasvir edilmeyen) evli bir adamla iki yıllık ilişkisini anlatıyor. Kitabın konusu, arzu nesnesi değil, yargısızca gözlemlenen arzunun kendisi. Ernaux, bu obsesyonu okurlarına yer yer bir hastalık ya da post-modern bir heykelmiş gibi sade bir dille, ancak en banal duyguları bile farkındalıkla kucaklayan ve yücelten bir edebi biçimle ortaya koyuyor. İlişkinin niteliği zamandan bağımsız. Bir tutku ya da cinsel saplantı yaşamak, anlatıcının sözleriyle zevki, gelecek bir acı olarak deneyimlemek: “Kaç kez seviştiğimizi hesaplıyordum. Her defasında ilişkimize bir şeyin daha eklendiği hissine kapılıyordum, fakat bizi birbirimizden kesinlikle ayıracak olan da bu jest ve haz birikimiydi. Bir arzu sermayesini tüketiyorduk. Fiziksel yoğunluk düzeyinde kazanılan, zaman düzeyinde yitiriliyordu.”
Yazar ve çevirmen Lauren Elkin, The Paris Review'da, Yalın Tutku’yu ilk eline aldığında, benzersiz bir romanla karşılaştığını anlatıyor: “Gerçek hayatın marjinlerde kaybolduğu ve dünyanın yalnızca sevgilinin anıları aracılığıyla deneyimlendiği bu türde, Ernaux saplantıyı utanılacak bir şey olarak değil; ciddi, entelektüel bir konu olarak ele alıyor. Arzu hakkında, sanki onun nesnesi değil, aracısıymış gibi, basitçe, ancak radikal bir açık sözlülükle, kendini açıklamaya ya da haklı çıkarmaya yaklaşmadan yazıyor.”
Annie Ernaux’nun eserleri bir kadın olma deneyiminden ayrı tutulamaz. Yüz sayfanın altındaki (Türkçe çevirisi 51 sayfa) bu ince roman boyunca adeta mantık dışı tutkunun belirtilerini listeleyen yazar, analizin tutkusunu yargılamak olacağını ifade ediyor. Ancak toplumsal yargılara değinmekten de kaçınmıyor. “Kuaförde konuşkan bir kadına rastlamıştım” diye yazıyor. “Başı lavabonun içine doğru eğik vaziyette, ‘Sinir tedavisi görüyorum’ deyinceye kadar herkes kendisine normal yanıtlar veriyordu. Personel hemen, çaktırmadan, bu önüne geçilmez itiraf bir akıl bozukluğunun kanıtıymış gibi, kadına soğuk bir mesafeyle yanıt vermeye başladı. ‘Bir tutku yaşıyorum’ demiş olsam aynı şekilde anormal görünmekten korkmuştum.” Ayrıca, anlatıcı çocukluğunda oturduğu mahallede, öğleden sonraları evlerine gizlice adam alan bekar ya da evli, çocuklu kadınları ve her şeyin nasıl dinlendiğini anımsıyor: “Komşular onları uygunsuz davrandıkları için mi, yoksa cam silecek yerde gündüz saatlerini keyiflerine ayırdıkları için mi kınıyorlardı, bunu çözmek olanaksızdı.”
Sonunda, Ernaux tutkuyu bir ayrıcalık olarak ele alıyor: “Çocukken benim için lüks; kürk mantolar, uzun elbiseler ve deniz kıyısındaki villalardı. Daha sonra, bunun entelektüel bir yaşam sürmek olduğuna inandım. Şimdi bana öyle geliyor ki lüks aynı zamanda, bir erkeğe ya da kadına olan tutkuyu yaşayabilmektir.”