Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Bağımsız ve kentli 8 kitapçıyı derledik.
İstanbul'u bağımsız kitapçıları üzerinden keşfetmek, kentin mekansal dönüşümünün izini bu kitapçıların hikayesi üzerinden sürmek size İstanbul'a dair farklı bir kentsel okuma sunabilir. Bu bağımsız kitapçıların hikayesi, İstanbul'un da hikayesi aynı zamanda: Daima bir varolma çabası içinde olan, gücünü bağımsızlığından alan ve kendiliğinden...
Fotoğraf: İsa Arslan
Önümüzdeki sene 30. yılını kutlayacak olan Homer Kitabevi, kurucusu Ayşen Boylu'nun yüksek lisans ve doktora yaparken birçok temel kaynak kitaba ulaşmakta zorluklar yaşamasıyla doğuyor. Sosyal bilimlerin çeşitli dallarında Avrupa ve Amerika'da İngilizce yayınlanan kitaplardan titiz bir seçkiye sahip olan Homer Kitabevi, özellikle arkeoloji, sanat ve Antik Çağ tarihi ile edebiyatı alanlarında uzman bir kitabevi olarak öne çıkıyor. Tam da bu niş özelliği nedeniyle kurulduğu günden beri Homer'li olan bir okuyucu kitlesine sahip. “Hatta en güzeli, yola başladığımız 90'lı yıllarda çocuk olup çocuk kitaplarımızın arasında büyüyen o minik okurlarımız, şimdi kendi çocuklarını da Homer’e getiriyorlar. Bu, işimin kitabevi sahibi olarak beni en çok mutlu eden tarafı” diyor Ayşen Hanım. Homer Kitabevi'nin Yeni Çarşı Caddesi No:52'de bulunan binasından içeri adım attığınızda giriş kattaki eşikten geçince sizi renkli ve eğlenceli kapak tasarımlarıyla göz alan çocuk kitapları karşılıyor. Buradaki çocuk kitapları seçkisi Homer Kids adını taşıyor. “Bebeklikten başlayarak ilk gençlik, hatta şimdilerde genç yetişkin kitaplarına uzanan çeşitlilikte; canlı, şakacı ve masalsı bir bölümdür burası. Homer Kids aynı zamanda İngilizce ilk okuma kitaplarının da bulunduğu, İngilizce okuma düzeyinde bölümlenmiş seri kitapların da oldukça tercih edildiği bir bölüm” sözleriyle açıklıyor Ayşen Hanım.
Homer kurulduğu günden beri Beyoğlu'nu mesken bellemiş. Hafıza mekanlarının sık sık yok olduğu bu semtte 1995'ten beri varlığını devam ettirebilmek sıkı bir direnç gerektiyor kuşkusuz. “İstiklal Caddesi ve Beyoğlu, 1995 yılında kentin kültür merkeziydi. Festivaller, konserler, sanat galerileri, kafeler hepsi buradayken Homer için başka bir lokasyon seçilmemeli diye düşünüyordum. Aynı şekilde malumunuz, Beyoğlu özellikle sosyal bilimler, arkeoloji, sinema gibi alanlarda kaynak kütüphane, müze ve enstitüleri ile akademi için hizmet veren merkezlerin bulunduğu bir bölgedir” diyor Ayşen Hanım. Yine de İstiklal Caddesi gibi yoğun bir aks üzerinde değil de caddeye çıkan bir lokasyonda yani daha sakin olan Yeni Çarşı Caddesi'nde konumlanmak da bilinçli bir seçim Homer için, çünkü kitabevinin biraz dinginliğe de ihtiyacı olduğunu ekliyor. “Yıllar içerisinde demografi değişti, farklılaştı, biz de bir süre burada yalnızlaşsak da ardından tekrar pozitif bir değişim ile yeni okurlarımıza kavuştuk,” sözleriyle Beyoğlu'nun sürekli devinim halinde olan yapısına vurgu yapan Ayşen Hanım, genelde cumartesi günleri düzenledikleri söyleşiler ve yazar buluşmalarıyla kitabevinin aynı zamanda bir kültür mekanı olduğunu da belirtiyor. Vogue Türkiye'nin bu özel İstanbul sayısı için ise okuyucularımıza “İstanbul’un tarihini didik didik keşfetmek için bir klasik” olarak tanımladığı Murat Belge imzalı İstanbul Gezi Rehberi'ni öneriyor.
Fotoğraf: Şeref Yılmaz
Tam yirmi sene avukatlık mesleğini icra ettikten sonra öteden beri var olan kitabevi açma hayalini gerçekleştirmeye karar veren Ayşe Tümerkan, Frankeştayn'ı “sadece kitap satışı yaptığımız bir mekan olmaktan öte birçok etkinliğe ev sahipliği yapan, ziyaretçilerine güvenli alan sağlayan bir kültür sanat noktası” olarak tanımlıyor. Eğer Kumbaracı Yokuşu'ndan Tophane'ye doğru inerken yokuşun sonuna geldiğinizde Tophane Parkı'na doğru değil de ters yöne, Lüleci Hendek Caddesi'ne saparsanız -1600'lü yıllarda lülecilik sanatıyla uğraşanların atölyelerinin bulunduğu bu bohem caddede- mütevazı cephesiyle Frankeştayn Kitabevi'ni fark edebilirsiniz. “Odağında toplumsal cinsiyet ve feminizm konularına ilişkin bir seçkinin olduğu kitabevimizde, ağırlık kurmaca metinler olmak üzere, Türkçe ve İngilizce geniş bir yelpazede kitaplar bulunuyor. Hem Türkiye hem dünya edebiyat çevrelerinde ses getiren yazarlara ait kitaplara, küçük yayınevlerinin büyük kitapçılarda satılmayan kitaplarına, siyaset tarihi, kadın çalışmaları, sanat tarihi seçkilerine yer veriyoruz” sözleriyle aslında Frankeştayn'ın vizyonunu da açıklayan Tümerkan, çok yakında hem kitapların hem de Frankeştayn'a özel ürünlerin satılacağı web sitesinin de açılacağını ekliyor. Burası henüz iki buçuk yıllık yeni bir kitabevi, ancak Frankeştayn hem Tümerkan'ın bahsettiği niş kitap seçkisiyle hem de düzenlediği etkinliklerle sanki uzun bir süredir bu semtte, tam da bulunduğu noktada. “Mekan aramaya başladığımda aklımda Cihangir veya Karaköy vardı. Birçok yer gezdikten sonra tesadüfen Tophane’deki dükkanımızın yerini görür görmez çok beğendim. Tophane, değişim halinde bir semt. Hem turist yoğunluğu hem kültür sanat mekanlarına yakınlığı sebebiyle sanatseverlerin sıklıkla geçtiği bir mahalle. Biz de hem değişime ayak uydurarak hem de özümüzü koruyarak uzun yıllar burda kalmayı umuyoruz.” Tanınan yazarların yanı sıra okurla buluşma fırsatını çok sık bulamayan konuşmacılarla her hafta söyleşirler ve imza günleri düzenleyen Frankeştayn, Tümerkan'ın belirttiği üzere bu sene yetişkinlere ve çocuklara yönelik atölyeler de yapmaya başlayacak. Ekim ayı için okurlarımıza hangi kitapları önerebileceğini sorduğumuzda ise Tümerkan şöyle sıralıyor: “Medusa Yayınları'ndan Begüm Kovulmaz’ın çevirisi ile çıkan Emile Pine’ın Kaç Ya da Kal isimli romanını, Behçet Çelik’in İletişim Yayınları'ndan geçtiğimiz ay çıkan Turuncunun Kıvamı isimli son romanını ve Fatma Nur Kaptanoğlu’nun Can Yayınları’ndan çıkan Babam, Ev ve Yumurta Kabukları isimli romanı.” Peki ya İstanbul? “Frankeştayn Kitabevi açıldığından beri çok severek sattığımız Monday to Sunday isimli butik rehber kitabı öneririm.”
Fotoğraf: Şeref Yılmaz
Fotoğraf sanatçısı Cemre Yeşil Gönenli, 2012-2014 yılları arasında Londra’da yaşarken şehirdeki kitapçıları gezmenin kendisi için bir sanat tüketim biçimine döndüğünü farketmiş. “2014 yılında Bilgi Üniversitesi’nde ders vermek için Türkiye’ye geri döndüğümde, sürekli yurtdışından kitap taşıma sevdamın yerini fotoğraf kitaplarına, sanatçı kitaplarına ve çocuk kitaplarına, kısaca görsel hikaye anlatımına odaklanan bir kitapçı açma hayali aldı. Bir yandan da kendi sanatsal pratiğimde, bir fotoğrafçı olarak kitap formunu benimsemeye ve kendime bir mecra olarak çok yakın görmeye başladım. Tüm bu arzular ve hevesler tabiri caizse biraz da cahil cesaretiyle birleşince 2015 yılında ağabeyim ile beraber hem bir kitapçı hem bir kafe hem de bir atölye alanı olarak FiLBooks’u hayata geçirdik. İlerleyen yıllarda da küçük bir yayınevi olarak hikayemize devam ettik” diye sözlerine devam ediyor Gönenli, FiLBooks’un kuruluş hikayesini anlatırken. Karaköy'ün zihnimde nedense semtle özdeşleşen mint yeşili renginde kesinlikle FiLBooks'un etkisi olduğunu düşünüyorum. Logosunda ve mekanındaki dekorasyon detaylarında kendini gösteren bu mint yeşili, 2010'ların ikinci yarısında hızla popülerleşen semtin imajına dair de bir şeyler söylüyordu sanki: Genç, yeni ve dinamik. Zira Gönenli de “Kurulduğumuz yıllarda Karaköy ‘hip’ bir mahalle olmak üzere ciddi bir dönüşümdeydi. Gezi olaylarından sonra genç aydın kesim daha çok Kadıköy, Moda taraflarına göç etmeye başlamıştı ve Karaköy İskelesi, üretken, sanatsever genç kuşağın günlük şehir içi rotasına dahil oldu. İlk açıldığımız senelerde 2000’li yılların güzel İstiklal Caddesi’nin ruhunu taşıyordu sanki Karaköy sokakları. İstiklal Caddesi'nin bozulan dokusuna bakıp özlediğimiz o eski hava hakim gibiydi, eskiden İstiklal Caddesi’nde yürüyen insanlar sanki artık bu sokaklarda yürüyordu. Bu yüzden bu lokasyonu seçtik” diyor. Bugünkü Karaköy'ün ise beklentinin aksine “biraz daha oryantal bir turistik havaya büründüğünü” ekliyor. Bunu, günün herhangi bir saatinde Karaköy'ün sokaklarında dolaşırken kolaylıkla fark edebilirsiniz. Yan yana sıralanan envaiçeşit restoran size bir AVM'nin yoğun food court katında olduğunuzu hissettirse de FiLBooks bunların arasında kimliği olan ve hala orijinal kalabilmiş bir kaçış noktası. Fotoğraf kitapları, sanatçı kitapçıları ve Türkçe, İngilizce ve İtalyanca çocuk kitapları dolu raflarını incelerken biraz soluklanmak için sokağa basan masalardan birine oturabilir, bir red velvet siparişi verebilirsiniz.
FiLBooks'un belki de en özgün atılımlarından biri online mentorship programı. Programı “Creative matchmaking, yani yaratıcı çöpçatanlık dediğimiz bu uygulama ile fotoğrafa ilgisi olan, fotoğraf kitabı üretmek isteyenleri sektör profesyonelleri buluşturuyoruz. Bu profesyoneller sadece FiLBooks ekibini değil, aynı zamanda Gost Books ve Fraglich Publishing gibi uzun zamandır işbirliği yaptığımız yabancı yayınevleri ya da bağımsız sanatçı dostlarımızı da içeriyor. Bu sektör profesyonelleri ile dilerseniz aklınızdaki soruları sorabileceğiniz tek seanslık bir görüşme ayarlayabileceğiniz gibi bir projenin bütün sürecini baştan sona beraber ilerletebilirsiniz” sözleriyle açıklayan Gönenli'nin İstanbul sayımız için önerdiği kitap da ilgi çekici: “Ci Demi’den Şehir Fikri. Onagöre Yayınevi’nin Tefrika İstanbul serisinin bir parçası olarak çıktı Şehir Fikri. Ci Demi’nin İstanbul ile olan kişisel tarihi sonucu olarak ortaya çıkan bu fotoğraflar, şehri yeniden keşfetme etkisini yaratıyor. Ci Demi’nin gözünden ve özgün görsel dilinden İstanbul’a bakmaya bayılıyoruz.”
Fotoğraf: Cafer Pala
Adında yer alan 389'u İstiklal Caddesi'nde 2014 yılına kadar mesken edindiği ilk şubesinin kapı numarasından alan Robinson Crusoe 389, Burçin Kimmet'in sözleriyle “... kitapçılık geçmişi olmayan küçük bir ekip tarafından 17 Eylül 1994'te kuruldu. Amaç, 'İşleyiş ve içerik açısından bir kitabevi nasıl olmalı?' sorusuna verdikleri ortak yanıtı gerçeğe dönüştürmekti. Defoe'nun ilk olarak 1719'da yayımlanan kitabının başlığı, İstanbul kent sözlüğünde yeni bir anlam kazandı.” Bugün Salt Beyoğlu'ndaki ana mekanının duvarlarını boydan boya kaplayan kitap rafları, kitabevinin açıldığı yıllardaki “Duvarlar Boyunca Kitap” sloganından geliyor. Kimmet'in küçük bir ekip olarak mütevazı bir şekilde tanımladığı kurucuları arasında ise yazar ve müzisyen Mehmet Güreli, grafik sanatçısı Bülent Erkmen ve mimar Han Tümertekin gibi isimler bulunuyor. Zira kitabevinin logosu Erkmen, İstiklal Caddesi'ndeki ilk mekanın akıllardan çıkmayan son derece özgün tasarımı da Tümertekin imzalı. Eğer Tümertekin'in 1994 tarihli proje metnini okursanız kitabevi hakkındaki şu nahif tanımın aynı zamanda bağımsız kitapçıların ruhunu yansıttığını düşünebilirsiniz: “Sadece kitap almak için değil, kitap aramak, kitap sormak, kitap karıştırmak, kitap yazmak, kitap koklamak, kitapla buluşmak için gidilen bir kitaplık.”
2014 yılında İstiklal Caddesi’ndeki yükselen kiralar sebebiyle taşınmak zorunda kalsa da Beyoğlu, kitabevinin daimi meskeni. “Robinson Crusoe 389 Kitabevi’ni başından beri bir İstanbul ve Beyoğlu kitapçısı olarak düşünmüştük. Beyoğlu’nun geçmişini, yitip gidenlerini, ısrarla ve inatla devam edenlerini bilen ve onlara sahip çıkmaya çalışan bir kitabevi olarak tasarlayıp işlevlendirmeye özen gösterdik.” Bugün ana mekanı Salt Beyoğlu'nda bulunan kitabevi, bu tanımını ve işlevini hala karşılıyor kuşkusuz, üstelik işlevlerini çeşitlendirerek. Yayınevleriyle işbirliği içinde yazar söyleşileri, kitap tanıtım toplantıları, şair buluşmaları gerçekleştirdiklerini söyleyen Kimmet, geçtiğimiz yıl başladıkları bir sinema etkinliğini de ekliyor: Sinematograf. “Film gösterimi ardından konuşmacıların söz aldığı bu etkinliklerimize bu yıl da devam edeceğiz.” Kimmet, İstanbul okuması için ise Vogue Türkiye okuyucularına bir kitap değil seri öneriyor: “Salâh Birsel’in beş kitaptan oluşan Salâh Bey Tarihi: Kahveler Kitabı, Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu, Boğaziçi Şıngır Mıngır, Sergüzeşt-i Nono Bey ve Elmas Boğaziçi, İstanbul Paris.”
Fotoğraf: Kutup Dalgakıran
Heybeliada'da 118 yıllık ahşap bir köşkün altında konumlanan Heybeli Sahaf'ın hikayesi, aslında İstanbul'dan adaya bir göç hikayesi. Kurucu Nazım Hikmet Erkan, İstanbul'da belgesel film şirketinde çalışırken bir sahafı konu alan Çöpte Dostoyevski Buldum filminden etkilenerek sahaf olmaya karar veriyor. İlk dükkanı Beyoğlu'nda olan ve beş sene boyunca burayı mesken edinen Erkan, adaya yerleşmesiyle yakın çevresinin de ısrarıyla sahaf işine burada devam etmeye karar veriyor ve 2016 yılında Heybeli Sahaf'ı kuruyor. Kültür mekanlarının küçük ölçekli yerleşimlerdeki dönüştürücü etkisi burada da kendisini kesinlikle gösteriyor diyebiliriz. Erkan'ın belirttiği üzere ada, Beyoğlu'ndaki sahaf takip eden okuyucularını ondan uzaklaştırsa da ve şu anki kitlesi daha çok günübirlik ziyaretçilerden oluşsa da Heybeli Sahaf, kendisine sadık niş bir okuyucu kitlesine de sahip. Günübirlik ziyaretçilerin bir sonucu olarak da sahafta en çok efemera ürünler satılıyor: Eski afişler, kartpostallar, kasetler... Yani nostaljiye hitap eden görsel ürünler... Adada yer alan Halki Kültür'de yeni bir şube de açan Heybeli Sahaf, yeni kurduğu yayınevi çatısı altında çıkacak ilk kitabının titiz hazırlık sürecini devam ettiriyor. Halki Kültür'deki bu yeni mekanında söyleşiler, dinletiler ve imza günleri düzenlemeye devam edecek. Ancak adada olmanın mekansal getirisi olarak ise yeni sezonda bu kültürel programları yaza göre değil, adalıları düşünerek kış mevsimine göre planlıyor Erkan. İşte yazın dolup taşan vapurlarda adaya gidip gelmenin ve kalabalık ada sokaklarını arşınlamanın bunaltıcı olduğunu düşünen benim gibi İstanbullular için adanın ıssız sokaklarının tadını çıkarabileceği bir fırsat...
Peki adalı olmanın bir kitabevi/sahaf için zorlukları neler? Nazım Hikmet Erkan özellikle tedarik ettiği kitapları adaya getirmenin zorluğundan ve kargo probleminden bahsediyor. Online satış yaptığı kitapları kargoya teslim etmek ise ancak ana karadan mümkün. Erkan'ın İstanbul sayımız için okuyucularımıza önerdiği kitap ise sahaflarda eski fasiküllerini aramanın size ayrı bir zevk vereceği Reşad Ekrem Koçu imzalı İstanbul Ansiklopedisi.
Fotoğraf: Şeref Yılmaz
İtalyan Lisesi mezunu bir mühendis ve kitapsever bir mahalleli olan Ahmet Lütfi Şişman, 2017 yılında ablası Nadide ile gördüğü boş dükkanı kitaplarla doldurarak Yeniköy Kitapçısı'nı “kendiliğinden” kuruyor. “İsmini bu mahalleden alacak kadar buralı bir semt kitapçısı Yeniköy Kitapçısı” diyor Ahmet Bey. Edebiyat, düşünce, ezoterizm ve diğerlerine göre sayıca daha az grafik romandan oluşan kitap seçkisinin de okur kitlesiyle birlikte şekillendiğini ekliyor. Yeniköy Kitapçısı, mekan olarak kalabalık yazar buluşmalarına, imza günlerine pek elverişli olmasa da elverdiğince bu tarz birkaç buluşma düzenliyor sene içerisinde. Ancak burayı diğer kitapçılardan ayıran özellik müzikten geçiyor. Ahmet Bey, aynı zamanda bir semt festivali olan ve ilk edisyonu 2021 yılında gerçekleşen Yeniköy Caz Günleri’nin de kurucusu. Bu nedenle Yeniköy Kitapçısı'nda aralarında Nilipek, Can Kazaz, Ceren Gündoğdu gibi isimlerin olduğu müzisyenler akustik performans sergilemiş ve bunlar Kitapçı isminde bir seri olarak YouTube kanalında yayınlanmış. Pandemi, pek çokları için olduğu gibi Yeniköy Kitapçısı için de bir eşik olduğundan sonrasında devamı gelmeyen seriyi tekrar canlandırmak istiyor Ahmet Bey. “Umarım gelecekte bu kanal için müzik kayıtları yapmaya devam edeceğiz.”
Yeniköy Kitapçısı, Ahmet Bey'in bir YouTube videosunda söylediği gibi “evinizin oturma odası gibi bir yer”. Soluk renklerdeki davetkar berjerlerden birine gömülüp Ahmet Bey'in İstanbul sayımız için önerdiği kitabı okuyabilirsiniz: Alberto Manguel imzalı Tanpınar’ın İzinde Beş Şehir.
Fotoğraf: Kutup Dalgakıran
Tekstil üreticisi Erhan Nailoğlu, gençliğinde Kuzguncuk'u sık sık ziyaret eder, özgün mimarisi ve renkli sokaklarıyla bu Boğaz semtine hayranlık beslermiş. “Yine böyle bir ziyaretimde kitabevinin şu anki binasını gördüm ve bu binayı içinde kahve kokusu olan bir kitabevi açma hayalimi gerçekleştirmek için satın aldım. Binanın restorasyonu Mimar Selda Baltacı tarafından orjinaline uygun şekilde gerçekleştirilerek iki yılda tamamlandı.” Böylece 2015 yılında Nail Kitabevi açılıyor. Kuzguncuk'u ikiye bölen İcadiye Caddesi üzerindeki bu köşe yapı, giriş kapısının iki yanındaki ve üzerindeki süslemeler, cumbalı cephesiyle görkemli bir şekilde semte hakim duruyor. Çok kültürlü geçmişi, korunmuş evleri ve mahalle ruhunu koruması Nailoğlu'nun Kuzguncuk'u mesken seçmesindeki öne çıkan unsurlar. Geniş bir kitap seçkisi sunan kitabevinde Erhan Bey'in raflarında daha çok ağırlık vermeyi önemsediği kitaplar ise sanat, mimari ve sürdürülebilir organik tarım hakkında olanlar.
Nail Kitabevi açıldığından bu yana yirmi altı adet kitap da yayınlayan bir yayınevi aynı zamanda. Yayınevi ve kafeye ev sahipliği yapan yapıda pandemiye kadar yoğun bir şekilde yazar buluşmaları, imza günleri düzenleyen kitabevi, 2025 yılında bu etkinliklerine tekrardan ağırlık vermek istiyor. Tıpkı Yeniköy Kitapçısı'nın düzenlediği müzik performanslarıyla diğer kitapçılardan ayrışması gibi Nail Kitabevi'ni de özgün kılan bir unsur bodrum katında bulunan sanat galerisi Nailart Galeri. Burası aynı zamanda atölye alanı olarak da kullanılıyor.
Erhan Bey, Ekim ayı için Vogue Türkiye okurlarına kendi yayınevlerinden çıkan bir kitabı öneriyor: Gülsüm Cengiz imzalı Boğaz'daki Mutlu Çocuk Kuzguncuk. Kitabevinin sokağa bakan masalarından birine kurulup kahve eşliğinde okumak için harika bir öneri.
Fotoğraf: Şeref Yılmaz
Minoa'nın Akaretler'den başlayıp Berlin'e uzanan çok mekanlı hikayesine baktığınızda kitabevini farklı kılanın, bulunduğu mahalleyi kolayca özümsemesi ve bir süre sonra da çok doğal bir şekilde o mahalleyi dönüştürmeye başlaması olduğunu fark edersiniz. Üstelik kitabevinin kurulmasına da bir başka değişim hikayesi sebep olmuş. “2012 yılıydı. Beyoğlu’ndaki Robinson Crusoe 389 Kitabevi kapanıyordu. O sırada Petek’le (Minoa Kitabevi kurucu ortağı Petek Tokuz, aynı zamanda Nazım Tokuz’un eşi) konuşup 'bizim Akaretler’deki dükkânı kitapçıya çevirelim' diye bir fikir ortaya attım. Petek’in de hoşuna gitti. Ondan sonra çalışmaya başladık. 2014 yılında ilk şubemiz olan Minoa Akaretler’i açtık.” Mimar Nazım Tokuz ve eşi Petek Tokuz, yaşadıkları sürece devam edecek bir kitabevi açma fikriyle başlamışlar Minoa'ya. Petek Hanım bu ilk mekan için “Minoa Akaretler yani ilk dükkanımızı, aile apartmanımızın alt katında açtık. Nazım da ben de mahalle dükkânı olmayı dahası 'mahallenin kitapçısı' olmak istedik” sözleriyle açıklıyor ve devam ediyor: “Pandeminin son döneminde Etiler şubemiz Minoa Village’ı, 2023 sonbaharında ise Beyoğlu, Meşrutiyet Caddesi'ndeki tarihi binada Minoa Pera’yı açtık. En yeni dükkanımız ise Ağustos ayında kapılarını açan ve Avrupa’daki ilk adresimiz olan Minoa Berlin.” Birden fazla adres, onlar için zincir mağazacılık anlamına gelmiyor, zira Nazım Bey de “Hepsi bağımsız kitapçılar, yani zincir mağaza mantığında değiliz. Zincir mağazacılığın kitap sektöründe yapılamayacağına inanıyoruz” diye ekliyor.
Bugün Minoa'nın Akaretler, Etiler ya da Pera mağazalarından içeri adım attığınızda burada sabahtan akşama kadar dolu dolu vakit geçirebileceğinizi fark edersiniz. Nazım Bey, kitabevlerinin değişen ve dönüşen işlevlerine dikkat çekerek “Minoa’da kültürün çeşitli paydaşlarını ortak bir alanda buluşturan bir dükkan hayal ederek yola çıktık. Bunun tabii ki şah damarı kitap. Dükkanı bir ağaç olarak düşünüp gövdesinin kitap olduğu, bu gövdenin dallarında da etkinlikler, müzik, sohbet, tiyatro vb. sanatsal etkinliğin yer bulacağı bir alan; aynı zamanda yeme içme dünyasının da parçalarının dallar grubuna bağlandığı alanlarla genel olarak bir yaşam tarzı, kitapseverlerin içinde bulunmayı tercih edeceği bir dünya yaratmaya çalışıyoruz” sözleriyle açıklıyor. Ekim ayı için Vogue Türkiye okurlarına hangi kitapları önerdiklerini sorduğumuzda ise Petek Hanım yanıtlıyor: “21. yüzyıl çağdaş yaşamında gençlik, aşk, modern ilişkiler ve sınıf farklılıklarını sade bir dille okuyucuyla buluşturan İrlanda’lı yazar Sally Rooney’nin heyecanla beklenen dördüncü ve yeni kitabı Intermezzo hem İngilizce hem de Türkçe çevirisi ile Ekim ayında raflarımızda olacak. Şimdiden uzun bir ön-sipariş listemiz olduğunu söyleyebilirim! Diğer önerimiz çağdaş Türk edebiyatının sevilen yazarlarından Şebnem İşigüzel’in 936 sayfalık yeni romanı Memoria. Roman okurları, Cumhuriyet’in ilanından başlayıp yüzyıla yayılan, kahramanlarının peşinden sürükleyecek bir yüzyıllık Türkiye seyrine davet ediyor. Bir diğer tavsiyemiz ise Miranda July'ın All Fours adlı romanı.”