Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Umursamadım. Geçecek sandım. İtiraf ediyorum; smoothie’nin son yılların en büyük yeme-içme trendlerinden biri olabileceğini öngöremedim. Sonuçta bir meyve suyu ne kadar ileri gidebilir, ne kadar heyecanlı olabilirdi ki?
Fotoğraf: Alex Lau
Her hafta olduğu gibi yine bir Cumartesi sabahı Feriköy Organik Pazar’dan aldığım meyveleri, sebzeleri mutfak tezgahıma diziyorum. Rokalar, tereler, bir sürü taze ot, yaz pancarları, biberler, çilekler, erikler, minicik yerli muzlar... Bazıları yemek olacak, bazılarını ise smoothie araştırmalarıma denek olarak kullanacağım. Doğruyu söylemek gerekirse smoothie meselesine yeni yeni ısınıyorum. Şeftaliyi ısırarak yemek, pancarı fırında pişirmek, otlardan güzel bir salata yapmak varken neden öğüteyim ki? O iş için dişlerim ve sindirim sistemim var. Yeterince meyve sebze yiyemeyenlere, smoothie için derler. Neden yeterince meyve sebze yiyemeyelim? Her yer (hele bu ülkede) çeşit çeşit meyve sebze dolu. Pratik olduğu argümanını da hiçbir zaman anlamadım. Üzümü kaseye koymak, salatalığın üzerine tuz ekmek, pancarları fırına atmak o kadar zaman ve emek isteyen işler değil ki. Smoothie yaptığım aleti temizlemek bana kalırsa çok daha zahmetli (ve sıkıcı)!
Elbette, meyve ve sebzelerin suyu, püresi çok eskilerden beri tüketiliyor. Bugün smoothie dediğimiz ise ilk olarak 1930’larda Amerika’da blender’ın icadıyla ortaya çıkmış. Yıllarca plaja gidenler için serinletici bir içecek olarak bilinmiş. 1950 ve 60’larda sağlıklı beslenmeye ilgi artmış ve farklı formüller denenmeye başlanmış. Smoothie’nin ismini alması ise 1970’lere dayanıyor. Laktoz duyarlılığı olan genç Steven Kuhnau arkadaşları gibi milkshake içemiyormuş ve buzlu meyveli içecekler yapıp satmaya başlamış. “The Smoothie King” isimli dükkanı kısa sürede doğal beslenmeye meraklı hippiler tarafından benimsenmiş. Bugün yüzlerce şubesi olan bu dükkan, smoothie’nin doğduğu yer sayılıyor.
Son beş-on senedir ise başka türlü bir smoothie fırtınası esiyor. Raporlara göre 10 milyar dolarlık bir fırtına bu. Naked Juice ve Innocent gibi büyük smoothie markaları artık Pepsi ve Coca-Cola’ya ait. Bugün smoothie sadece tatlı ya da spor içeceği olarak görülmüyor; restoran menülerinde karşımıza çıkıyor, günün her saatinde, öğününde tüketilebiliyor. Ve artık sadece alışıldık meyveler, sebze, yoğurt ve süt değil, farklı ve egzotik meyveler, baharat ve tohumlar kullanılıyor. Smoothie’nin doğurduğu Instagram fenomeni “smoothie bowl” ise uçmuş gidiyor.
Bakıyorum da, Instagram’da smoothie etiketli neredeyse 10 milyon post birikmiş. Bu, brownie, pancake ya da pie’dan yüksek bir rakam. Birçok insan smoothie ve smoothie bowl’un başarısını o gökkuşağını andıran tatlı renklerine, her bir kasenin tablo gibi oluşuna bağlıyor. Sosyal medyanın yeme-içme alışkanlıklarını nasıl değiştirdiğine güzel bir örnek.
Fotoğraf: Blended, İstanbul
Smoothie’nin bu denli popüler olmasının ardında birkaç neden var. Önceliği, son yıllarda giderek artan sağlıklı beslenme trendi alıyor. Eskiden sadece yogilerin ve sporcuların tercihi olan bu tip yiyecekler artık birçok bilinçli tüketicinin radarında. Sağlıklı beslenmeye dikkat edenler şekerli, gazlı içeceklerden uzak duruyor, tükettikleri kalorileri sayıyor, yediklerinin besin değerini bilmek istiyor. Özellikle ev yapımı smoothie bu ihtiyaçlara cevap veriyor.
Bir başka neden de, şehir hayatında yemek yapmak için zamanımızın olmaması ve oturup yemek yemektense atıştırıyor olmak. “Atıştırmak” o kadar yaygın ki, bugün yeme-içme dünyasında “snackification” diye yeni bir terim bile var. Yoğun çalışan, sürekli koşturan şehirli insan çabuk, pratik ama bir o kadar doyurucu ve besleyici yemeklerin peşinde. İlk sıralarda da bol vitaminli, “hepsi bir arada” smoothie geliyor. Doyurucu bir smoothie’nin kalorisi 1500’e kadar çıkabiliyor ve yüksek oranda protein içerebiliyor.
Smoothie doğru malzemelerden yapılırsa günlük vitamin ve lif ihtiyacımızı da karşılıyor. Meyve suyundan farklı olarak smoothie yaparken malzemenin posası da kullanılıyor, kenara atılmıyor. Bu hem sağlık için hem de meyve suyu yaparken ziyan olan, çöpe giden posanın dünyaya verdiği zararı düşününce (her sene 200 bin ton posa çöplerde) çok daha yararlı. Ayrıca smoothie’deki lifler şeker emilimini yavaşlatıp, kan şekerinin hızlı yükselip düşmesini de engelliyor.
Tabii, ne kadar besleyici olursa olsun uzmanlar smoothie içmenin öğün yerine geçemeyeceğini söylüyor. Birinci sebep çiğnemenin doyma hissiyle olan bağlantısı. Besinleri çiğnemeden tüketmek kısa süre sonra tekrar acıkmamıza sebep oluyor. Smoothie, İngilizce “smooth” yani pürüzsüz kelimesinden geliyor. Kıvam olarak yoğun bir meyve suyu ya da erimekte olan bir kase dondurmayı andırıyor. Hani bademcik ameliyatı sonrası dondurma yedirirler ya da dişçiden sonra iki saat bir şey ısıramayız ya, işte böyle bir şey ancak o zaman böyle yenir, diye düşünebilirsiniz (önyargılıyım demiştim). Ispanağı, zencefili, elmayı çiğneyerek değil de içerek tüketince yirmi dakika sonra tekrar bir şeyler yeme ihtiyacı hissedebilirsiniz. Bu durumda öğle yemeği yerine hafif olsun, sağlıklı olsun diye içtiğiniz smoothie aslında ekstra kalori haline geliyor. Öğün olarak sayılmamasının bir diğer sebebi, özellikle dikkat edilmezse smoothie’nin yeterince protein içermemesi. Protein sindirim sistemini yavaşlatıyor, daha uzun süre tok hissetmemizi sağlıyor. Bu yüzden uzmanlar, sadece meyve ve sebzeyle yapılan, protein içermeyen smoothie’lerin öğün yerine tüketilmemesi gerektiğini vurguluyor.
Baraka’nın kırmızı meyveli smoothie bowl’u.
Gelelim smoothie bowl yani kaseye. Meseleyi bir adım öteye götüren smoothie bowl’da hem doku hem doyma sorunu ortadan kalkıyor. Bir kase dolusu yoğun kıvamda smoothie ve üzerinde bir sürü tohum, çekirdek, kıtır, çıtır var sonuçta. Yoğun kıvam, kullanılan malzemelerin bazılarının donmuş olmasından kaynaklanıyor. Kaşıkla, yavaş yavaş yemek daha doyurucu oluyor. Ayrıca üzeri boş tuval gibi, süslemek eğlenceli, hayal gücüne açık ve son derece renkli.
Smoothie dünyasında trendler bitmiyor. Bir bardak ya da kase smoothie’den daha da fazla vitamin alabilmek için bugün ek tozlar, baharat, tohumlar, probiyotikler ekleniyor. Popüler ilavelerden bazıları toz zerdeçal, çiğ kakao, yüksek proteinli spirulina, arı poleni, hindistancevizi yağı, Hindistan’dan gelen A, C ve potasyum yüklü moringa yaprakları, Amazon yağmur ormanlarından gelen camu camu, tropik mucuna fasulyesi (kadife fasulye), Ayurvedik beslenmede kullanılan ashwagandha otu, pitaya meyvesi gibi egzotik malzemeler. Aynı zamanda farklı kültürlerin mutfaklarından da esinleniliyor. Meksika’da pirinç, badem ve badem sütüyle yapılan horchata ya da Hindistan’da yoğurt, baharat ve meyvelerle yapılan lassi gibi içeceklerden ilham alınıyor.
En son trend ise smoothie’nin içindeki protein oranını artırmak için peyniraltı suyu tozu, bezelye proteini gibi ürünler kullanmak. Bir de artık içerdiği kolajen yüzünden tercih edilen kemik suyu var. New York merkezli Brodo adlı dükkan, bir süredir saf kemik suları satıyor. Son numarası ise et, tavuk ve kemik suyunu Baraka’nın kırmızı meyveli smoothie bowl’u. smoothie’lere katmak. Kulağa garip gelse de kısa sürede oldukça ses getirmiş durumda.
Elbette zaman zaman smoothie’yi tatlı bir yaramazlık olarak düşünebilirsiniz. Ancak sağlıklı bir beslenmenin parçası ise hele de öğün yerine geçecekse dikkat edilmesi gerekenler var. Öncelikle düşük şeker içeren meyveler tercih etmek gerek. Bu o kadar basit değil. Örneğin, kıvam vermek için genellikle muz kullanılır ama bir muzda 120 kalori ve 17 gram şeker var. Muzun verdiği kıvamı yakalamak için düşük şekerli meyveleri dondurarak kullanmak bir çözüm.
Smoothie denemelerime en sevimlisiyle başlıyorum. Birincisinde çilek, karpuz, pazarda bulduğum Karadeniz’den gelen yaban mersinleri, nane, zencefil ve lime suyu var. Serinletici, tatlı ve oldukça canlı bir renk. İkincisi biraz daha cüretkar. Şeftali, muz, reyhan, biraz ıspanak, bir yaprak da pazı giriyor blender’a. Şeftalinin, muzun yanında sebzelerin tadını fazla almıyorum. Hele üzerine azıcık limon suyu ekleyince otların acılığı tamamen ortadan kalkıyor. Üçüncü denemem ise şaşırtıcı. Kereviz sapı, pancar, maydanoz, havuç ve biraz da kemik suyu ekliyorum blender’a. Soğuk bir çorba içer gibi, sanki tuz istiyor!
Deneylerime hafta boyunca devam ediyorum. Şeftalileri dilimleyip donduruyorum, badem sütü yapıyorum, yetiştirdiğim buğday çimini ekliyorum. Blender’a ne bulursam, genel mutfak ve lezzet dinamiklerini göz önünde bulundurarak attıkça atıyorum. Hiçbiri salatamın, fırında sebzemin, zeytinyağlının yerine geçmiyor ama doğruyu söylemem gerekirse smoothie’ye ısınıyorum. Çocukken izlediğimiz çizgi film Jetgillerde yemek yerine haplarla beslenirlerdi. Belki de smoothie oraya doğru giden aşamalardan biri. Bilemiyorum ama renkli, eğlenceli, bazen de oldukça lezzetli olduğu kesin!