Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Çok kültürlülük, azim, yetenek ve kapsayıcılığın tam karşılığı olan bir tasarımcı hayal edin. Yol sizi Lamine Badian Kouyaté ve markası XULY.Bët’e çıkaracak.
Batı Afrika’da, Mali’de doğan, Strazburg’da okuyup bir dönem Amerika’da yaşayan ve markası XULY.Bët’i 1992’de Paris’te kuran Lamine Badian Kouyaté, sürdürülebilirliği ve kapsayıcılığı moda sahnesine çıkaran öncü isimlerden olsa da bir süre gözden ırak yürüttüğü işlerini, 2023 İlkbahar/Yaz sezonunda yeniden -deyim yerindeyse- “bağıra çağıra” sokaklara taşıyor. 2015’te koleksiyonlarını podyuma çıkarmaya başlayan ve 2019’da bugünkü iş ortağı Rodrigo Martinez’le güçlerini birleştirerek sessizliğini bozan Lamine Badian Kouyaté, yenilikçi ve radikal tasarımları, farklı kültürlerin beslediği anlatıları ve genç jenerasyona hitap eden demokratik diliyle yüksek modanın avangard şeridinde, tam anlamıyla vites yükseltiyor. Hikayesini kendisinden dinliyoruz.
Moda endüstrisinde çalışacağınızı ne zaman anladınız? Bize markanızı kurma hikayenizden bahseder misiniz?
Aslında oldukça geç girdim bu endüstriye. Beslediğim sempati, siyahi kadınların modern imajını temsil eden, Katoucha Niane ve Iman Mohamed Abdulmajid gibi modeller sayesinde oldu. Ardından, Grace Jones, Alaïa ve Yves Saint Laurent, siyahi kadınların spot altına taşınmasına vesile olarak bu büyünün içine iyiden iyiye çekti beni. Açıkçası hikayem birkaç cümleyle özetlenemeyecek kadar uzun. Markayı 1992’de kurduk. Ondan öncesi biraz keyfi bir oluşumdu. Hôpital Éphémère isimli, sanatçıların kullanımı için devlet desteği alan bir ortak alanda stüdyo kiraladım. Burası sektöre hem yaklaşmamı hem de yol yordam öğrenmemi sağlayan bir sıçrama tahtası oldu. Moda öyle bir şey ki içine girdikçe öğrenme açlığını bastıramıyorsun! Yaptıklarım hemen dikkat çekmeye başladı zira modada kapsayıcılık, çeşitlilik gibi konuları merkeze alıyordum. Duyarlı, genç bir kitle vardı, bu konuların eğlenceli ve oyunbaz bir dille işlenmesi ilgilerini çekti.
Peki, XULY.Bët ismi nereden geliyor?
XULY.Bët, “Khoulybeut” olarak okunuyor. Wolof dilinde hem “kendini kem gözlerden koru” hem de “düzgün bak, yanlış yapma, dış görünüşün ötesini gör” anlamlarına geliyor.
Mali’de büyüdünüz, önce Dakar’da sonra Strazburg’da eğitim aldınız. Bir süre New York’ta yaşamadan önce ise markanızı Paris’te kurdunuz. Bu üç kıta arasında estetik ve moda anlayışınızın nasıl şekillendiğini düşünüyorsunuz?
Afrika doğum yerim olmasının ötesinde mevcut bakış açımda da ciddi bir öneme sahip. Orada belirli kaygılarla yaşayarak büyüdük, düşünme şeklimiz farklıydı ama Paris ve Strazburg’a gelerek öğrenebildiğim pratik bilgi birikimini de unutmamak gerek. İlk bağımsız devletlerde büyüyen ilk nesildenim, bu dünyaya açılan bir kültür. Afrika’nın da her zaman böyle bir açılımı oldu. Dünyayı görmek ve keşfetmek için doğal bir istek vardı, özellikle Fransa ve Amerika, çünkü benim ülkemin ve diğer ülkelerin kültürüne hatırı sayılır katkı sağladılar. Strazburg’daki lisans eğitimimde bilhassa mimarlık okudum. Bu bölümün kafamdaki soruları yanıtlayabileceğini düşündüm. Amerika maceram ise bir nevi özgürlük kültürünü yaşamak amaçlıydı. Siyahi bir kıtadan geldiğim için, yıllarca süren köleliğin ardından bu azınlığın savaşmak zorunda olduğunu biliyordum. Oradaki bakış açısı benim Afrika’daki bakış açımla benzerdi: Kendini bilmek, kendini azat etmek ve kültürler arası benzerlikleri -buna karmaşa da dâhil- kucaklamak… Bu parlak siyahi kültür bu anlayışı sanata ve özellikle de müziğe taşıdı. Bu yüzden blues, reggae ve rock türleri işlerime epey hakimdir.
Mimari üzerine aldığınız eğitim tasarımlarınızı sizce nasıl etkiledi?
Tabii ki işlerimi modernize etti. Bu konuda üstat addedeceğimiz mimarlar var; örneğin Bauhaus mimarları ya da Le Corbusier, Frank Lloyd Wright, çağdaş isimlerden Jean Nouvel gibi… Her biri benim mimari konusundaki estetik anlayışımda belirli bir göze sahip olmamı sağladı. Bu nedenle giysilere de sanki içinde yaşadığımız alanlarmış gibi yaklaşırım. Elbette betonda bulamadığınız mobilite ve hafifliği saymazsak! Kumaşlarda beni çeken bir fantazya var. Elastikliklerini ve taşınabilir olmalarını çok seviyorum. Spontanlıkları da giysileri benim için mimariye kıyasla güçlü ve cazip kılan özelliklerinden biri.
1990’larda gerçekleştirdiğiniz gerilla defilelerin üzerine birçok yazı okuduk. Bu şovların ardındaki motivasyon neydi?
Amacım moda kavramını irdeleyip, onu süslü bir mekana koymaktansa sokaklara dökmekti. Bu zaten kendi içinde bir iddiaydı. Neticede sokaklar kişisel ifadenin habitatıdır, doğal olarak da benim bir sunum için en sıcak baktığım atmosfer buralar oldu. Her sanatçı ve jenerasyonun farklı bir tavrı vardır ve ben de koleksiyonu taşıyan modeller aracılığıyla bu eklektik havayı şehre taşımak istedim.
Bu gerilla defilelerden nasıl bir geri dönüş aldınız?
Markaya hem şöhret getirdi hem de yeni kapılar açtı, çünkü çok güçlü ve insani bir bakış açısıyla yapılmışlardı. Defilelerin ardından desteklendiğimi hemen hissettim. Markaya sadık ve ortak olarak XULY.Bët dilinde konuşan bir kitle oluştu. Bu da endüstrideki tüketim odaklı davranışın uzağında yeni bir yol çizebilmeme vesile oldu.
Büyük başarılarla geçen bu yıllardan sonra bir süre sahneden kayboldunuz. XULY.Bët’e neden ara verdiniz?
Aslında XULY.Bët hiçbir zaman tam olarak kaybolmamıştı ama üstü kapalı bir şekilde işlemeye devam ediyordu. Basın kollarından uzak durmak ve ekonomik güçlükler markayı sessiz, sakin bir faaliyet alanına sürükledi. İnanın ki bir tasarımcı için maddi koşullar gerçekten çok karmaşık ve zorlayıcı olabiliyor. Gerçi biz ortalıkta şenlikler düzenlemesek de aynı şeyleri yapmaya devam ettik. Ardından kendimizi daha lokal bir oluşumun içinde bulduk. Bir atölye ve iki mağaza açtık. 2015’te ise defileleri yeniden başlattık.
O sessiz dönemden sonra, romanınızın bu ikinci bölümünde farklı yapmaya karar verdiğiniz şeyler var mı?
İlk bölümden ikinci bölüme aynen aktardığım şey kuşkusuz ki zeka. Ben giyime hep vizyonlu bir pencereden baktım, insanlardan ilham alabilmek için dışarıyı daima dikkatle izledim. Bu da markanın taşıyıcı lokomotifi oldu. Ancak ikinci bölüm ilkine kıyasla daha çok “gün ışığında dışarıya çıkmanın zorluklarıyla nasıl baş ederiz” düşüncesi üzerine…
Bu arada 1990’lardan bu yana geri ve ileri dönüşümle tasarladığınızın altını çizmekte fayda var. Şimdi bütün modaevleri bu sürdürülebilir yöntemlerin peşinde. Şu an moda dünyasında sürdürülebilirliği hangi noktada görüyorsunuz?
Bence esas problem kaynak bulma. Ekoloji söz konusu olduğunda günümüzde samimiyet pek de mevzu bahis değil. Aşırı derecede tüketim odaklı bir dünyada yaşıyoruz ve bir ton soru cevapsız kalıyor. Bunun üzerine büyük pazarlama stratejileri güdülüyor, açıkçası ben bunu yapanlarla aynı yolda yürüdüğüme inanmıyorum. İnsanlar fazla tüketim sorununa karşı çözümün, fazla üretimi önlemek olduğunu ziyadesiyle iyi anlıyor. Ortaya çıkan parçaların -özellikle de hızlı modada- kalitesini de görüyoruz. Bugün aldığınız ertesi gün giyilmez hâle geliyor. Tedarikçilerin ve taşeron firmaların size fiziki olarak yakın olması da kontrolü elden bırakmamak adına bir çözüm yaratabilir. Açıkçası sorun gerçekten çok derin ve ben buna doğru açılardan yaklaşıldığını düşünmüyorum.
Biraz da 2023 İlkbahar/Yaz koleksiyonunuzdan konuşalım.
Bu, XULY.Bët’e yolculuğu boyunca katkıda bulunan, temas kuran, beni ilham ve motivasyonla besleyen herkese dokunan bir koleksiyondu. Tasarımlarda Alaïa ve Vivienne Westwood’a göz kırptığımı fark edebilirsiniz. Nihayetinde her oluşum bir şeylerden doğar, hiçbir şey sıfırdan var olmaz, XULY.Bët de öyle. Defilenin ardındaki fikir ise yine modayı sokağa taşımaktı ki aslında bu bir kumardı. Sokakta farklı jenerasyonlardan modellerin yürümesi şovu güçlü kıldı. İnsanları eğlendirdi, ifadesel açıdan bir şenlik havası estirdi. Gerçekleştirmesi zor olsa da başardık, bu organizasyonu gerçek anlamda kutunun dışına çıkarak yaptık. Aslında müzik çalma iznimiz yoktu, son dakikada talebimiz reddedilmişti ama buna rağmen atmosfer büyüleyiciydi. Hele ki XULY.Bët’e verilen desteği görmek… Paha biçilmezdi!
XULY.Bët’in fiyat etiketleri ve gençlere ulaşma hedefi göz önünde bulundurulduğunda oldukça demokratik bir marka olduğunu söyleyebiliriz. Sizin için gençlerin XULY.Bët giymesi neden daha cazip?
Çünkü gelecek gençlerdedir. Dünya üzerindeki tüm eğilimler gençler tarafından yönlendiriliyor. Eğilimlerindeki spontanlık gerçeğimiz hâline dönüşüyor. Eğer onları düşünmezseniz, dünyanın anahtarını halının altına süpürmüşsünüz demektir.
1990’larda moda sahnesinde azınlığa mensup nadir tasarımcılardan biriydiniz. Sizce aradan geçen bunca zamanda kapsayıcılık anlayışı nasıl değişti?
Günden güne daha fazla insan sesini duyurabiliyor. Azınlıklar daha önemli oldu, bugünün yaklaşımında ise gençler kapsayıcılık konusunda kesinlikle daha duyarlı. Tek taraflı bir bakış açısından uzaklaşıyor, herkesi kapsayan evrensel bir pencereden bakmaya başlıyoruz. Bu da tarihin olağan döngüsü.
Genç jenerasyondan tasarımcılara baktığınızda işlerini beğendiğiniz isimler var mı?
Doha’da Naomi Campbell tarafından organize edilen EMERGE etkinliğinde genç tasarımcı Abd El Tayeb ile tanıştım. Yarı Fransız, yarı Somalili bu genç beni görür görmez işlerimi ne kadar beğendiğini dile getirdi. Onunla birkaç gün geçirme şansım oldu, bana yaptıklarını anlattı. İşlerinin detaylarından olduğu kadar azmi ve kibarlığından da etkilendim. Önünde çok parlak bir gelecek var!
Son olarak, moda tasarımcısı olmak isteyenlere bir öğüdünüz olur mu?
Bu her zaman kolay değil, dışarıdan işler güllük gülistanlık görünse de içine girdiğinizde epey zorlayıcı olabiliyor. Her şeyden çok azimli olmanız gerekiyor. Sonunda buna gerçekten değiyor!