Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Giydiklerimiz, kendimizi kelimelere ihtiyaç duymaksızın ifade etmenin en direkt yollarından biri. Peki, her şeyden önce neden kendimizi başkalarına anlatmak zorunda hissediyoruz? Moda bu bağlamda neden sadece renkler, kumaşlar ve desenler olmanın ötesinde bir iletişim aracı görevi görüyor? Kimilerinde hor görülen bu disiplin neden daha fazlasını hak ediyor? Tümü mercek altında.
Kimi ortamlarda -özellikle toksik maskülen hava hakimse- modaya emek harcamak ve giyinip kuşanmak, hiçbir işe yaramayan bir zaman kaybı olarak algılanır. Giyimine epey özen gösteren, alternatif kombinasyonlar için kafa yoran insanlar, bu alana ilgi duymayanlar tarafından hor görülür. Elbette ki kimse ne giyeceğine dair bir mesai harcamak zorunda değil ancak bunu yapanların zamanını “boş bir işe” harcadığını düşünmek de altı boş bir önyargıdan öteye gitmiyor. Mesela Mark Zuckerberg neden hep aynı şeyleri giyildiği sorulduğunda; “Aptal ve anlamsız şeylere azıcık enerjimi harcasam, işimi yapmıyormuş gibi hissediyorum” diyor. Oysa ki Zuckerberg’ün “aptal ve anlamsız” bulduğu giyinip-kuşanma eylemi, yüzyıllardır homosapien türünün temel ihtiyaçlarından biri olan kendini ifade etmenin en direkt, kolay ve etkili yollarından biri olarak görülüyor.
FOTOĞRAF:VENETIA SCOTT
Bella Hadid, Vogue Amerika’nın YouTube kanalı için çekilen ve eski kombinasyonlarını mercek altına alan videoda kendini giydikleriyle nasıl ifade edebildiğinden bahsediyor. Miuccia Prada giysilerimizin kendimizi dünyaya sunuş şeklimiz olduğunu, özellikle insanların çok çabuk iletişime geçtiği günümüzde modanın doğrudan iletişim görevi gördüğünü söylüyor. Gianni Versace’ye göre ise trendlerin bize hükmetmesine izin vermemek ama kim olduğumuza ve dışarıya ne yansıtmak istediğimize göre giyinmek gerekiyor. Moda otoritelerinin hemfikir olduğu “kendini ifade etmek” için giyinmek, birçoğumuz için bilinçli olmasa da otomatik bir alışkanlık şeklinde gelişiyor. Sadece sokakta değil, evde uyurken seçtiğimiz pijamalar dahi karakterimize dair ipuçları veriyor. Kimileri saten kombinezonları, kimileri oversize sweatshirt’leri tercih ediyor. Kimileri günlük hayatında farklı desenleri ve renkleri bir arada kullanıyor, çocuksu ve eğlenceli parçaları giymekten keyif alıyor, kimileriyse ağırbaşlı ve karizmatik siyah takımlara, mokasenlere öncelik tanıyor. Bunları tercih etmemizin arkasında yer alan içgüdülerimiz, bize kendimizi dış dünyaya nasıl lanse etmemiz gerektiğini fısıldıyor.
Peki, birey neden kendini başkalarına giydiği giysiler aracılığıyla olsa da anlatmak zorunda hissediyor? Moda ile stilin kendimizi ve sosyal statümüzü sözel olmayan ipuçlarıyla ifade etmenin en etkin yollarından biri olduğunu söyleyen Uzman Klinik Psikolog Sinem Pirinalı, bunun altında öncelikli olarak aidiyet duygusunun yattığının altını çiziyor: “Kendimizi modayla ifade etmeye ihtiyaç duymamızın en önemli nedenlerinden birini evrimsel olarak açıklayabiliriz. Hayatta kalmak ve genlerimizi nesillere aktarmak için güçlü olmak gerekir. Bu gücü de çoğunlukla bir topluma dâhil olarak elde ederiz. Topluma uyum sağladıkça ve toplum tarafından kabul gördükçe hayatta kalma şansımız artar. Tabii ki bu aidiyeti elde etmek için kendimizi kanıtlamamız gerekir; davranışlarımızla, düşüncelerimizle, seçimlerimizle” diyor ve ekliyor: “Moda bu işin neresinde derseniz, kişiliğimizi yansıtmanın tamamlayıcı rolünü üstüne aldığını söyleyebiliriz. Seçimlerimiz bazen içgüdüsel bazen de popülerliğe dayalı olabiliyor. Ama iki durum da aynı etkiyi sağlıyor; ait olmak için kendini kanıtlamak.” Bu cümleler insanlığın yaradılışından bu yana gelen güdülerin kurduğumuz gardıropların arkasındaki itici güç olduğunu anlatsa da mevzu aidiyet hissiyle sınırlı kalmıyor. Pirinalı’ya göre kendimizde eksik gördüğümüz yanları da modanın yardımıyla telafi etmek psikolojik dengemizi sağlamak adına bize destek olabiliyor. Örneğin; kendimizi değersiz ya da yetersiz hissettiğimiz anlarda giydiğimiz özel bir parça, yaptığımız makyaj ve saç şekli özgüvenimizin artmasında etkili oluyor. Tanıdığım kimsenin olmadığı yabancı ortamlara girerken giydiğim sabit favori parçalarımın (yeşil beyaz, desenli ipek elbisem veya çizgili yeşil takımım) olmasının sebebini de bu görüş açıklıyor. Bir diğer neden ise epey ilginç: Giydiklerimizin düşünme biçimlerimiz üzerinde etkili olması. Pirinalı bu durumu şu şekilde açıklıyor: “Deneysel Psikolog Michael Slepian, Klinik Psikolog Simon Ferber, Nörobilimci Joshua Gold ve Sosyal Psikolog Abraham Rutchick’in 2015 yılında yayınladığı araştırma, profesyonel hayatımızda giydiğimiz bir takımın (cinsiyet farklılığı olmaksızın) soyut düşünme becerilerimizi geliştirdiğini ve durumlara daha geniş bir bakış açısıyla yaklaştığımızı ortaya koymuştur.” Yani bir spor müsabakasına formayla gitmenin, ofise resmi bir kombinasyon seçmenin ya da bir parti için ışıltılı bir mini parti elbisesi tercih etmenin, kısacası ortama uygun giyinmenin, dikkat odağımızı olması gereken yerde tuttuğuna yardımcı olduğu araştırmalarla kanıtlanmış.
Tommy Hilfiger’ın Hindistan bölgesi pazarlama yöneticisi ve TED konuşmacısı Kaustav Dey, verdiği bir seminerde, çocukken üniforma zorunluluğu olan okuluna bir gün çok sevdiği sarı kadife pantolonla gitmeye karar verdiğini ve ânında cezalandırılarak eve gönderildiğini söylüyor. Dey için bu kötü bir anı değil, zira; “hayatımda görünmez olmadığımı ilk kez anladığım andı” diyor. Dey o günü; modanın ve giydiklerimizin gücünün nelere muktedir olduğunu, bir çocuğun hayatını nasıl değiştirebileceğini kavradığı zaman olarak görüyor. Aynı durum birçoğumuz için geçerli. Bilinçli ya da farkında olmadan giydiğimiz parçalar, yaptığımız kombinasyonlar, saç kesimimiz, makyajımız -ya da makyajsızlığımız- bizim için altı boş bir mesai olmaktan çok farklı bir noktada konumlanıyor. Benliğimizin özünde yatan kendini ifade etme ve ait olma hissimizi gerçekleştirmenin en güçlü araçlarından biri görevi görüyor. Bu araç herkes tarafından tercih edilmese de tercih edenler, etmeyenler tarafından saygı görmeyi ziyadesiyle hak ediyor. Bitirirken Helmut Lang’in konuyu destekleyen cümlelerini de buraya iliştirelim: “Moda tasarımcıları, olan bitenin sosyal yansımalarını iletmek zorunda, zira moda bir tür iletişim biçimidir. Kelimelerin olmadığı bir dildir. Etek, paça boylarıyla değil, tavırla alakalıdır.”