Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Moda dünyasının ‘imparator’ diye seslendiği tek kişi. İkonik siyah çerçeveli güneş gözlüğü, yüksek yakalı gömleği ve at kuyruğu yaptığı beyaz saçlarıyla kimine göre asi bir sihirbazdı, kimine göre gerçek bir sanatçı, kimine göreyse doğuştan dahiydi Karl Lagerfeld.
Fotoğraf: Chanel
Kaiser Karl. Moda dünyasının ‘imparator’ diye seslendiği tek kişi. İkonik siyah çerçeveli güneş gözlüğü, yüksek yakalı gömleği ve at kuyruğu yaptığı beyaz saçlarıyla bir masal kahramanını andırsa da son yüz yılın en renkli, en özgün ve en yaratıcı kişiliğiydi Karl Lagerfeld. Jacqueline Kennedy Onassis’i ve Brigitte Bardot’yu Chloe’nin müdavimi yaptı. Fendi tahtından dünya modasına hükmetti. Zamanında “Sakın bulaşma!” dedikleri Chanel’i küllerinden doğurdu. Yetmedi, kendi adını taşıyan markasını kurdu. Son nefesine kadar kendi kendinin rakibiydi. Ondaki tasarım ehliyeti yeryüzündeki hiçbir tasarımcıya verilmedi. Kimine göre asi bir sihirbazdı, kimine göre gerçek bir sanatçı, kimine göreyse doğuştan dahi.
Tam 1 yıl önce, Londra’dan Milano’ya gitmek üzere havaalanındaydım. Bagajlarımı teslim ettikten sonra fırsatını bulmuşken Milano Moda Haftası’nda katılacağım defilelerin listesini çıkarayım dedim ve cep telefonuma o an gelen bir son dakika bildirimiyle sarsıldım: “Karl Lagerfeld 85 yaşında hayata gözlerini yumdu.” Çocukluk kahramanlarımdan birinin artık bu dünyada olmaması tuhaftı. Karl Lagerfeld’siz bir Fendi defilesi izleyecek olmam daha da tuhaftı.
Fotoğraf: Chanel
Milano’ya inene kadar çoğu Almanya’da geçen çocukluğumdan bu yana bir masal kahramanı gibi hayranlık duyduğum Lagerfeld hakkında zihnime kaydettiğim ne varsa film şeridi gibi sardım başa. ZDF’de Markus Lanz’ın sunduğu programı hiç unutmuyorum mesela. 2011 Mart ayıydı. “Hayatı çok seven, iştahla yaşayan bir insansınız. Bir gün hayatta olmayacağınızı düşündüğünüz zaman ne hissediyorsunuz?” diye sordu Lanz. Hiç düşünmeden “Çok şükür, diyorum. Artık hiçbir şey beni ilgilendirmeyecek. Benden sonrası tufan” diye cevap verdi Lagerfeld, umursamaz ama sahici bir ses tonuyla. “Peki ölümden korkuyor musunuz?” diye devam etti Lanz. “Asla! Bizden önce kaç milyar insan bu dünyadan göç etti. Ömür tatil gibidir. Yaşarsın, üç beş anı biriktirirsin ve biter.” Lanz ölüm konusunda ısrarcıydı. “Nasıl ölmek isterdiniz? Birden mi? Fiziksel bir rahatsızlık sonucu mu yoksa nörolojik bir hastalıktan dolayı mı?” Güneş gözlüğüne rağmen yüzündeki şaşkın ifadeyi gizlemekte zorlanıyordu Lagerfeld. “Artık bir işe yaramadığınızda, en önemlisi de umut bitince yaşamak için ısrarcı olmanın lüzumu yok. Hayatınızdaki insanları bu ağır sorumluluktan kurtarmak, yük olmadan gitmek belki de en doğrusu.”
Dediği gibi, dilediği gibi oldu. Aramızdan ayrılana dek hep üretti. Her ne kadar podyumda o son selamını veremese de, Fendi ve Chanel’in Milano ve Paris Moda Haftası’nda sunulan 2019-20 Sonbahar/Kış koleksiyonlarını şanına yaraşır şekilde takdim etti. Modeller kadrosuyla da defile alanının iç mimarisiyle de bizzat kendisi ilgilenmişti. Kimseye yük olmamaktan kastı buydu işte: Kelimenin tam anlamıyla yüksüz bir veda. Üstelik bu kez gelecekten değil, geçmişten bildirerek ve vedaların gücünü anılardan aldığını bilerek.
Defileyi yerinde izlemiş biri olarak, Lagerfeld’in 1965’den bu yana baştan yarattığı Fendi tarihinin hatırlanmasını önemsediğini söyleyebilirim. Hep yeniliğe, geleceğe odaklanan efsane tasarımcı, bu kez nostaljik referanslar kullanmayı tercih etmişti çünkü. Misal, 1981 yılından kalma Karligraphy FF logosu tam otuz beş yıl sonra aksesuarlarda geri döndü. Daima ileriye bakan Lagerfeld için büyük bir sürpriz sayılırdı bu.
Chanel’de de bir ayrılık havası hakimdi. Ne küllerinden doğurduğu Fransız modaevini sağ kolu Virginie Viard’a emanet etmesi, ne de koleksiyonun adını “metamorfoz” koyması tesadüftü. Bir mesajı vardı. Metamorfozun sözlükteki karşılığı başkalaşım, Lagerfeld’in lügatındaki anlamıysa ‘dönüşüm vaktinin sessizliği’ydi. Grand Palais’yi Karlar Ülkesi’ne çevirip tüy kadar hafif ve sessiz sedasız
Lanz’la olan sohbetlerinde aşkı da ayrılıklar gibi olabildiğince yeğni yaşadığını anlatıyordu Lagerfeld. Sakin ve kaygısız. Bugüne kadar hiç kimseyi kıskanmadığından bahsederken, insan ilişkilerine dair bir sırrını da açığa çıkarıyordu: “İnsanların benim yanımdayken bana nasıl davrandıklarına bakarım. Kapıdan çıktıkları anda hiçbir sorumluluk kabul etmem. Herkes özgürdür.”
Gerek özel ilişkilerinde gerek hayatın içerisinde mütemadiyen pratik çözümleri olan biriydi. Onun hayat kitabında ölümün bile pratik bir formülü olmalıydı. Zerre hoşlanmadığı kıvırcık saçlarını düz göstermek için geriye tarar lastik toka takardı. Güneş gözlüğünü de herkesi olduğundan daha güzel ve yakışıklı görmek için kullandığını söylüyordu. Neden sürekli eldivenlerle dolaştığını soranlara, “Siz neden ayakkabı giyiyorsunuz? ” diye karşılık veriyordu. Kıvrak zekalı ve hazır cevaptı. Claudia Schiffer’den Anna Wintour’a, onunla çalışanların, onu yakından tanıyanların bahsettiği ilk özelliği eşsiz mizah anlayışıydı. Lagerfeld ile öyle havadan sudan konuşulmazdı. Halini hatırını sorduğunuzda şu cevabı alabilirdiniz: “Şu sıralar kendimle çok iyi geçiniyorum.” Ziyadesiyle memnundu yarattığı bu sıra dışı kimlikten. Bize farklı, aykırı ve devrimci gelen özellikler, onun için sıradandı. “Çıktığım hiçbir televizyon programını izlemem, belgesellerimi asla seyretmem. Gerek duymuyorum çünkü orijinali bende, yaşayan benim” diyordu.
Kendi sesini dinlemeyen, sadece ilhamının peşinden giden birini bu yüzyılın en yaratıcı ismi yapan ne eğitim, ne de şanstı. Başlı başına cesareti ve salt hayal kurma yeteneğiydi nedeni hiç şüphesiz. Bırakın moda alanında eğitim almayı, liseyi bitirmemişti bile. 16 yaşında Hamburg’dan Paris’e yerleştiğinde katıldığı moda çizimi yarışmasını birincilikle kazandı.
Fotoğraf: Chanel
Aksi düşünülemezdi zaten. Çizim yapmayı nefes almakla eşdeğer görüyordu. Ardından Balmain’a girdi, dört yıl kadar Pierre Balmain’ın asistanlığını yaptı. Müteakiben Jean Patou ile çalışmaya başladı. Hazırladığı on couture koleksiyonundan sonra 1963 yılında kreatif mirasının temellerini Chloe’de atmak amacıyla kolları sıvadı. Peşinden Fendi geldi. Durmadı, Coco Chanel’in ölümünün ardından zor durumda olan Chanel’i devraldı. Çevresinden yükselen “Chanel asla küllerinden doğmaz!” nidalarına hiçbir şeye kulak asmadığı gibi gülüp geçti sadece. Chanel’in sahipleri Wertheimer kardeşler dahi umutsuzluğa düşerken, hatta harıl harıl modaevini nasıl ellerinden çıkarabileceklerini düşünürken Lagerfeld 1983 yılında hazırladığı ilk koleksiyonla Chanel’e ikinci baharını yaşattı. O sırada kendi adını taşıyan markası Karl Lagerfeld’i kurmaktan da geri kalmadı. Yıllar sonra bu başarıyı neye borçlu olduğu sorulduğunda, “Coco Chanel’e hürmetlerimi sunmak için tasarım yapmadım. Kurucusuyla bütünleşmiş, değişmesi mümkün görülmeyen bir modaevini baştan yarattım. Chanel’e iki tekme atıp silkelemem gerekiyordu. Korkmadım attım” diyecek ve ekleyecekti: “Söz konusu yaratıcılıksa, saygı tehlikeli ve olumsuz bir şeydir. Neredeyse yenilik karşıtıdır. Hayal gücünüzü yavaşlatır.” Konfor kelimesine de benzer bir bakış açısıyla yaklaşıyordu Lagerfeld. “Fazla konfor da tıpkı saygı gibi yaratıcılık açısından sağlıksızdır.”
Gece gündüz çalışmasına, fikir üretmesine ve hikaye yaratmasına rağmen çoğu zaman hiçbir şey yapmıyormuş gibi hissettiğini söylüyordu. Üretmekten öylesine keyif alıyordu ki, mesleğini bir mesai gibi görmüyordu. Nadiren boş kaldığı zamanlarda bile kitaplara gömülüyordu. Tam bir kitap kurduydu. “Ansiklopedi olmak istiyorum. Doktorlarla tıp, fizik profesörleriyle fizik hakkında konuşmak istiyorum. Her şeyi bilmek istiyorum.”
Her şeyi bilme ve öğrenme merakı pratik zekasıyla birleşince fotoğrafçılığa da el atması kaçınılmazdı tabii. “Çok istediğimden değil ihtiyaçtan fotoğrafçı oldum. Yeni koleksiyonları tanıtmak ve basınla paylaşmak adına çekilen fotoğraflar ünlü fotoğrafçıları cezbetmiyordu, bunları yeterince prestijli bulmuyorlardı. Genç fotoğrafçılar ise fazla sanatsal bir perspektiften bakıyordu. Anlaşamıyorduk. Çareyi fotoğrafçı olmakta buldum.”
Öyle sanıldığı gibi her şeyini emanet ettiği, uzun yıllar yanında kalan özel bir asistanı da yoktu. Birlikte çalıştığı markaların, modaevlerinin ekipleriyle çalışıyordu. İhtiyacı olmadığından değil kendisinden daha hızlı birini bulamadığından. “Üç dilde benim kadar hızlı not alabilen biriyle karşılaşmadım. Dolayısıyla şahsım adına çalışan bir sekreterim hiç olmadı.”
Bir dünyanın en ünlü kedisi özel korumalı Choupette, bir de dostları... Yalnızlığı sevmesine karşın ikisine de ayrı ayrı değer veriyordu. 2015 yılında Londra’da düzenlenen, o dönemki adıyla British Fashion Awards, şimdiki adıyla The Fashion Awards’da Üstün Başarı Ödülü ile onurlandırılan Karl Lagerfeld, ödülünü yakın dostu Anna Wintour’un elinden alırken ben de oradaydım. Ustaya saygı duruşu niteliğindeki konuşmada, yayın yönetmeninin Lagerfeld ile özel anılarını paylaşarak kendisinden hiç beklenmedik bir performansa imza attığını hatırlıyorum. Kırk yıl düşünsem Anna Wintour'un bir ödül töreninde hatıralarından bahsedeceği aklımın ucundan geçmezdi. Kulaklarımla duymasam, Lagerfeld’in Wintour’u kendi evinde rahat hissettirebilmek adına bahçesine tenis kortu yaptırmış olmasını da şehir efsanesi olarak yorumlardım. Keza Lagerfeld’siz bir Fendi defilesi izleyeceğimi de…