Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
"Başarılı bir kadın olduğum için özür dilerim." Bu cümle size tanıdık geldi mi? O halde siz de Imposter Sendromu’ndan mustarip olabilirsiniz.
1978 yılında Suzanne Imes ve Pauline Rose Clance yaptıkları bir araştırmada, “Imposter Sendromu” adlı bir olgudan söz eder. Adını İngilizce’de “imposter”, yani “sahtekar” sözcüğünden alan bu sendromdan dertli bireyler, hayat boyu sayısız başarı elde etmiş olsalar da kendilerini yetersiz görmeye devam eder. Imes ve Clance yaptıkları çalışmalarda pek çok farklı meslek ve yaş grubundan insanda benzer duygular olduğunu bulsalar da, bunun çoğunlukla kadınları etkileyen bir sendrom olduğunu ortaya koyar.
Imposter Sendromu’na yakalanan kadın, kanıtlanmış başarıları olsa bile içinde zeka ve yeteneğinin sahte olduğuna dair bir his taşır. “Okumuş kadın sendromu” diye de tanımlanan Imposter, başarı hikayeleri olan kadınlara, ulaştıkları noktaya kendi yetenekleri yüzünden değil, tesadüfen ulaştıklarını düşündürtür. Elbette bu kendi kendine oluşan bir hâl değil. Hele de civarınızda “senin şansın yaver gittiği için başarılı oldun” diyen eril kafalar varsa, bu kuyuya düşmeniz kaçınılmaz. Uykusuz ve yorgun geceleriniz, aylarınız, yıllarınız, bir ömür döktüğünüz kan, ter ve gözyaşı, şansa indirgenebilir. Bu sebeple bu sendroma; “Başarılı bir kadın olduğum için özür dilerim” sendromu da denir.
2019 tarihli bir araştırmaya göre, kadın yöneticiler arasında Imposter Sendromu nedeniyle hak ettikleri bir zammı ya da terfiyi kovalamayan kadınların oranı yüzde 67. Yine araştırmalara göre, işe alımda 10 kriter aranıyorsa erkekler üç kriteri karşıladığını düşündüğünde işe başvuruyor. Kadınlarsa ancak 10 kriterin 10’unu da karşıladığını düşünüyorsa başvuruyor.
Imposter’ın bedelini ödeyen kadınlar her yerde. Misal, Yeni Zelanda Başbakanı Jacinda Ardern bir konuşmasında şu itirafta bulunur: “Pek çok kadının kendilerine ve yeteneklerine çok sert yaklaştıklarını düşünüyorum. Ben de onlardan biriyim.” Psikolog Susan Pinker şahane kitabı The Sexual Paradox’ta bu örneklerden bolca bahseder ve şöyle der: “Erkekler başarısızlık durumunda genelde diğerlerine kızma ve onları suçlama eğilimindedir. Kadınlarsa daha sıkı çalışmaları gerektiğine inanır.” Bence kendini inşa etmiş kadınların çoğunun ışıltılı başarı hikayelerinin arkasında en yakınlarındaki eril kafayla/kafalarla mücadele etmiş/eden tek başına bir kız çocuğu vardır. Modern çağın en eşitlikçi ortamlarında, sosyoekonomik seviyesi yüksek toplumlarda bile bu durumla karşılaşabilirsiniz. Eğitim ve algı seviyesi yüksek erkeklerin bile kadınlara sürekli bir şeyler öğretme çabasında olduğuna tanık olabilirsiniz. Bu durum dünya dillerine yeni bir sözcük bile kazandırmıştır: Mansplaining.
Rebecca Solnit meşhur mansplaining sözcüğünü hayatımıza sokan yazar. 2008’de yayınladığı bir denemenin ardından türetiliyor bu tabir. İngilizce’deki “erkek” (man) ve “açıklama” (explain) kelimelerinden oluşuyor. Erkeklerin, kendi uzmanlık alanları olsun ya da olmasın her konu hakkında kadınlara açıklama yapması; hatta kadının ilgili konu üzerinde senelerini harcamasına dahi aldırmadan ona doğru yolu göstermeleri anlamına geliyor. Türkçe’ye çeşitli biçimlerde çevrildi ama ben en çok “erkekleme” denmesini seviyorum. Bazı erkeklerin iktidar kurma güdüsüyle böbürlenişini en iyi “erkekleme” anlatıyor. Kısaca, mansplaining (erkekleme) her şey hakkında bir lafı olan, öğreten, gösteren adamları anlatıyor. Bilirsiniz. Çünkü her yerdeler. Kadın sorunlarını TV’de onlar konuşur, sizin uzmanlığınızı müthiş bir özgüvenle size onlar anlatır, en iyi onlar araba kullanır, en güzel ritmi onlar bulur vs. Bir de size istedikleri zaman istedikleri soruyu sorma yetkileri olduğunu sanırlar. Böylesi ortamlarda hayatta kalmaya çalışan kadınların Imposter Sendromu’na kapılması, “aslında hiçbir şey bilmiyorum” endişesi yaşaması kaçınılmazdır.
Rebecca Solnit, Bana Bilgiçlik Taslayan Adamlar kitabında, mansplaining (erkekleme) gibi uzantıları olan kadın meselesinin, erkekler tarafından da önemsenmesinin değerini vurguluyor. İki tarafın da özgürleşebilmesi için erkeklerin feminizme, feminizmin de erkeklere ihtiyacı olduğunu belirtiyor: “Kadın özgürlüğü nedense, erkeklerin elindeki ayrıcalıkları ve iktidarı sinsice ele geçirmek isteyen bir hareket gibi algılanıyor; sanki bir tarafın kaybetmeye mahkum olduğu, taraflardan sadece birinin özgür ve güçlü çıkabileceği bir savaş var ortada. Oysa birlikte özgürleşir ya da birlikte köleleşiriz. Ayrımcılığı tek başına kadınlar yok edemez” diyor. Doğru diyor!
İtiraf etmeliyim ki, ben de bir Imposter Sendromu mağduruyum. Bu öylesine yaygın bir sendrom ki, her üç kişiden biri yaşıyor. O halde şifalanmanın ilk adımı cesaretle kalbimizi açmak, kırılganlığımızdan güç almak olsun.
Bu sayıda bunları yazmak istedim. Emeğin, alın terinin anlamını bilen herkes için. Ama en çok da hayatlarının bir döneminde başarılı olduğu için özür dilemek zorunda bırakılmış kadınlar için. Siz bir saguaro’sunuz. Delik deşik edilebilir, oyulabilir, devrilebilir, ezilebilir ama yine de yaşar, yine de hayat veren suyu depolar, yine de yabanıl bir şekilde büyüyüp zamanla kendinizi onarabilirsiniz.