Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
1kitap 1mekan yayınının kurucusu Duygu Özdemir’in seçkisiyle aşk, sevgi, ilişki temaları üzerine kitaplardan bir liste
Tahmin edeceğiniz gibi bu ayın kitap önerilerini aşk, sevgi, ilişki temaları üzerinden yapacağım ama klasikleşen aşk kitaplarından biraz uzak, yaşadığımız duyguların ne denli güçlü olduğu gösteren bir seçki hazırladım. Aşkın her türlü yıkıcı yanını ele alan Uğultulu Tepeler veya aşkın bir çeşit saplantıya dönüştüğü Masumiyet Müzesi gibi aşkın birçok duyguya evrileceği okumalara hazır olun!
Bunlara ek Oruç Aruoba/ İle, Andre Aciman/ Adınla Çağır Beni ve Alain de Botton/Aşk Dersleri’ni listenize ekleyebilirsiniz.
1. İklimler, Andre Maurois
Bence bir ilişki en güzel böyle adlandırılabilirdi…
Her iklim, farklı özellikler ve koşullar sunar: bazıları sıcak ve güneşli, bazıları soğuk ve kasvetli, bazıları ise fırtınalı ve sisli… Bu şekilde, romanın adı, aşkın farklı hallerini çeşitli iklim koşullarına benzeterek insan ilişkilerindeki bu duygusal değişimleri ve döngüleri anlatıyor. Tıpkı yıl içinde mevsimlerin değişimi gibi, bir ilişki de zaman içinde değişebilir, gelişebilir veya zorluklarla karşılaşabilir.
André Maurois'nin "İklimler" adlı eseri, aşkın farklı yüzlerini ve insan ilişkilerindeki karmaşıklığı ele alıyor. Aslında, aşkın farklı "iklimlerini" yani değişken ve çoğu zaman tahmin edilemez doğasını anlatıyor. Kitap, ana karakterler Philippe ve Odile'in ilişkileri üzerinden ilerlerken; aşkın çeşitli evrelerini, tutkuları, yanılsamaları, kıskançlıkları ve yanlış anlamaları detaylı bir şekilde inceliyor sanırım duygulardaki bu çokyönlülük bu kitabı bu kadar etkileyici kılıyor.
Philippe'in Odile'e olan aşkı, zamanla takıntılı bir hale gelir ve bu durum, ilişkilerindeki dengeleri alt üst eder. Maurois, karakterlerin iç dünyalarını, duygusal değişimlerini ve ilişkilerinde yaşadıkları çalkantıları o kadar gerçekçi anlatıyor ki aşkın sadece romantik ve idealize edilmiş yönlerine değil, aynı zamanda acı verici yönleriyle de tanışıyoruz.
"İklimler", sevmek ve sevilmek arasındaki karmaşık ilişki arasında gidip gelirken bizi de fazlasıyla etkiliyor.
“Kafamıza yerleşen kuşkular zincirleme mayın çukurları gibi patlar ve bir aşkı ancak art arda gelen patlamalarla yıkabilir.”
2. Günlerin Köpüğü, Boris Vian
Benim için yeri en farklı olan kitaptır, Günlerin Köpüğü, bence aşkın en nahif ve kırılgan anlatımı…
Boris Vian'ın "Günlerin Köpüğü" adlı romanı, her şeyden önce özgünlüğüyle öne çıkar ve aşk temasını alışılmadık bir şekilde ele alır. Kitap, genç bir çiftin romantik aşkını ve onların yaşadığı trajediyi anlatır, ancak bu aşk hikayesi, gerçeküstü ve fantastik öğelerle doludur.
Vian, aşkı idealize edilmiş, neredeyse masalsı bir şekilde tasvir ederken, bu aşkın gerçeklikle karşılaştığında nasıl değişebileceğini ve zorluklarla nasıl bozulabileceğini de gösterir. Tüm hikaye aşkın yüceliği ve güzelliği ile hayatın acımasız ve trajik yönleri arasındaki kontrast üzerine kurulur.
"Günlerin Köpüğü"nde aşk, hem büyüleyici ve masalsı bir deneyim olarak hem de hayatın acımasız gerçeklikleriyle çelişen bir güç olarak karşımıza çıkar. Aslında bu çelişki, Vian'ın aşkı ele alış biçimi, onun yaratıcı ve yenilikçi yazım tarzının da bir örneğidir. Okurken hem çok eğleneceğiniz hem de hüzünleceğiniz bir aşk hikayesi sizi bekliyor!
“Çiçekçilerin asla demir parmaklıkları olmaz. Kimse çiçekleri çalmayı aklına getirmez.”
3. Bir Zamanlar Hayat Bizimdi, Marian Izaguirre
Çok katmanlı ve derinlikli bir aşk hikayesi bu… Aynı zamanda en çok hediye ettiğim kitap olabilir çünkü Izaguirre’nin çok nahif bir kalemi var.
Marian Izaguirre'nin "Bir Zamanlar Hayat Bizimdi" kitabı, aşk temasını oldukça özgün ve katmanlı bir şekilde ele alıyor aslında, onu bu listeye eklememin nedeni de hikaye içinde hikaye anlatıyor olması. Kitap, farklı zaman dilimlerinde geçen hikayeleri iç içe geçiriyor. Aşk, bu kitapta sadece romantik ilişkilerin ötesinde bağlayıcı ana tema olarak karşımıza çıkıyor. Karakterlerin kişisel gelişimleri, hayatın zorluklarına karşı verdikleri mücadeleler ve geçmiş ile şimdiki zaman arasındaki bağlantılar üzerinden aşkın farklı yönleri ortaya çıkarken, aşkın yalnızca bir duygu olarak değil, aynı zamanda insan hayatını dönüştürebilen, ona anlam katabilen ve zamanla değişip evrilebilen bir güç olduğunu da görüyoruz ve bu kitabı çok etkileyici kılıyor.
Burdaki aşkı tanımlamak gerekirse zamanın ötesinde demek çok doğru olur bence. Geçmiş ve şimdiki zaman arasındaki geçişler, aşkın değişmeyen doğasını ve insan deneyimindeki sürekliliğini gösteriyor. Bir yandan da karakterler, aşk yoluyla kişisel gelişim ve dönüşüm yaşarlar. Aşk, onların hayatlarını, kimliklerini ve dünya görüşlerini şekillendirir. Bu süreç, aşkın sadece bir duygu olmadığını, aynı zamanda bir dönüşüm gücü olduğunu da gösterir bize.
“Hayat bu işte. Şimdiki zaman ve geçmiş. Bildiklerimiz bunlar. Neyse ki gelecek her zaman şart kipi gerektiriyor.”
4. Tünel, Ernesto Sabato
Ernesto Sabato’nun kalemi çok başka, o kadar seviyorum ki! Bir oturuşta su gibi akıp gidiyor ve sizi de hikâyenin içine öyle bir çekiyor ki etkisinden epeyce sonra çıkıyorsunuz.
Tünel, aşkı oldukça karmaşık ve derinlemesine bir şekilde ele alıyor. Kitap, ana karakter Juan Pablo Castel'in, Maria Iribarne adında bir kadına takıntılı bir şekilde aşık olmasını ve bu takıntının onu nasıl yıkıma sürüklediğini anlatıyor. Ve bu aşk, onun hayatının kontrolünü ele geçirir. Kendi iç dünyasında yaşadığı yalnızlık ve anlaşılmazlık hissi, onun Maria'ya karşı hislerini daha da karmaşıklaştırır. Juan Pablo'nun aşkı, zamanla takıntıya dönüşür ve bu takıntı onu kıskançlık, şüphe ve sonunda trajik bir sona sürükler. Aşkın bu yıkıcı yanını bu denli nahif bir şekilde anlattığı için bu kitaba hayranım.
Aşkın karanlık yönlerini, insan psikolojisinin derinliklerini ve ilişkilerdeki saplantı ve kıskançlık gibi duygularla tanıştırıyor bizi. Sabato, aşkı idealize etmek yerine, onu bir insanın iç dünyasındaki karmaşa ve çatışmaların bir yansıması olarak gösteriyor bence. Zaten Sabato'nun aşka yaklaşımı, onun eserleri üzerinden değerlendirdiğimizde, genellikle karmaşık, derin ve bazen de karanlık bir nitelik taşımıyor mu?
“Gerçekten böyle miydi? Bu anlam yoksunluğu üzerine düşünmeye başladım. Tüm yaşamımız kayıtsız gök cisimlerinden oluşmuş bir çölde attığımız ortak çığlıklardan mı oluşuyordu?”