Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nden ilhamla çağdaş edebiyatımızın özgün kalemlerinden güncel kitaplar...
Bu ayın kitap seçkisi kalemine bayıldığım, Türk kadın yazarlardan oldu. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nden ilham alarak, son dönem, çağdaş edebiyatımızın özgün kalemlerinden güncel kitapları bir araya getirdim. Tabii bu listede hayatımda iz bırakan bazı özel kadınları da anmadan geçmek istemedim; Adalet Ağaoğlu’nu, Füruzan’ı, Sevgi Soysal’ı, Selçuk Baran’ı ve Tezer Özlü’yü de sevgi ve saygıyla anıyorum…
Türk edebiyatında kendine has bir yer edinmiş nadir yazarlardan biridir benim için Mine Söğüt. Toplumsalla bireyselin iç içe geçtiği, insanın hem aklının hem de ruhunun derinliklerine işleyen karakterleri ile okuduktan sonra aklınızdan kolay kolay çıkmayacak bir edebi lezzet sunar. Genellikle toplumun “öteki” olarak adlandırdığı bireylerin hikayeleri üzerinden yaptığı sosyal eleştirilerle her defasında bizi varoluşsal bir sorgulamayla karşı karşıya bırakıyor.
Başkalarının Tanrısı, belki de Mine Söğüt Edebiyatı’nı bize en çarpıcı ve etkileyici şekilde anlatan roman…Söğüt, yarattığı birbirinden güçlü ve marjinal karakterleri üzerinden toplumsal ve bireysel sorunları, inanç meselelerini, ahlaki ikilemleri ve insanın iç dünyasındaki çatışmaların derinine iniyor hatta daha doğrusu onları deşiyor. Bireyin toplum içindeki yeri, aidiyet arayışı, özgürlük, sevgi ve yalnızlık gibi temaları ön plana çıkarıyor. Bu temaları İstanbul’un alışık olmadığımız bölgelerinde, hayatta kalabilmeyi yaşamak bilen insanların çırpınışları üzerinden ele alıyor.
“Önemli olan insanın kendisinden başkasına bakmayı bilmesi. O zaman biz de bir başkası olduğumuzu anlarız. İnsanın en büyük meselesi kendisini anlamlandırmasıdır şair.”
Çok geç keşfettiğim için her defasında bir iç çekip sonrasında da çevremdeki herkese sık sık tavsiye ettiğim bir yazar Zeynep Kaçar…
Yalnız romanı ile kendisiyle tanıştığım Kaçar’ın kaleminin akıcılığı, yarattığı karakterlerin gerçekliği ve güçlü kurgusu beni kendisine öyle bir bağladı ki Kabuk’u bir solukta okuyuverdim. İç içe geçmiş kadınların aslında bir ailenin hikayesi. Ama bu hikâye, çokkatmanlı, çok yaralı… Üç kuşak, üç kadın, kopan bağlar, geriye dönüşler, terk edişler, kavuşmalar derken siz de bu çalkantılı aile hikayesinin içinde oradan oraya savruluyorsunuz. Bu savrulmadan sağ çıkıp derin bir nefes aldıktan sonra ise kitabın isminin derinliğinde kayboluyor insan. Sanki tüm bu çalkantılı hikâyeyi bir kelimenin içine sığdırmak gibi, çok derin bir metafor. Kendi kabuğuna çekilenlerin, kendini kabuğun içinde kendini korumak isteyenlerin, ortadan yok olmak isteyenlerin hikayesi ama en çok da içi yara almasın diye dışını sert tutanların…Bir aile trajedisinde sadece sevgi, mal mülk kalmıyor miras olarak, deliliklerini, inkarlarını da aktarıyorlar birbirine ve işte tüm bağlar buraya yavaş yavaş kopmaya başlıyor.
“İnkâr çok kıymetli bir savunma biçimi. Kendi bütünlüğünü. O bütünlük ne kadar yarım yamalak kırık dökük olsa da.”
Ayfer Tunç’un kitapları arasında seçim yapmak benim için o kadar zor ki… Ama günün sonunda oyum her zaman ilk göz ağrım Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi'nden yana oluyor. Tam bunu yazarken Osman ve Yeşil Peri Gecesi’ne yaptığım haksızlığa da üzülüyorum…
Bu ayın teması üzerinden giderek oyumu bu sefer Kuru Kız’dan yana kullandım. Bu son romanda eleştirilecek çok şey var kabul ediyorum ama romanın baş kahramanı sayfaların içinden çıkıp hayatımda iz bırakan, güçlü bir kadın imgesine dönüşüyor, her sayfa değişimimde ona karşı tarifsiz bir samimiyet duygusu kabarıyor içimde. Bu pasif direnişi bir yandan bana Kâtip Bartleby’i hatırlattığı için sanırım, bu kadar etkileniyorum ondan. Toplumsal normlar arasına sıkışan bireysel özgürlüklerin, Kuru Kız’ın kendini bulma çabasını, aile içi dinamikleri, toplumsal baskıyı öne çıkarırken toplumun beklentilerinin bireyler üzerindeki etkisini de derinlemesine ele alıyor. Toplumsal rollere ve normlara uymak üzerine düşünürken, Sayaka Murata’nın Kasiyer kitabını da analım…
“O zaman aynaya değil başka yere bakmalıydı, mesela dünyanın kendisine.”
Servi Nine ve Üç Güzeller romanıyla Duygu Asena Roman Ödülü’nü kazanan Arlin Çiçekçi, her iki romanında da özgün kalemiyle “iyi ki” dediklerim arasında yerini aldı. Tanışma kitabım olan Beşerbazın Marifeti masalsı bir dünyanın içine çekiyor bizi ve hikâye içinde hikâye anlatıyor. Servi Nine ve Üç Güzeller de de bizi benzer bir masalsı hikayeyle karşılıyor.
Anadolu Kültürü’nü, kadınlık meselelerimizi, günümüz sorunları çerçevesinde ele alırken yetkin Türkçe kullanımıyla bizi büyülüyor. Yapaylıktan uzak, doğal şiveler, narin bir dil ile farklı zaman ve coğrafyalardan gelen kadınları, bir servi ağacının dibinde buluşturuyor. Doğaya karşı acımasızlığımız ve kadına şiddet konularında yoğun bir eleştiri yapan Çiçekçi, bunu üst kurmaca ile bize masallar, efsaneler anlatarak yapıyor. Romanda tanıştığımız Suna karakteri ile hem bir genç kızın kendini bulma, olgunlaşma hikayesine hem de birçok kadının sesine kulak vermiş oluyoruz.
“Hayat anlardan ibaret derler ama yanılırlar, hayat aslında sonlardan ibarettir.”