Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Kasım ayını belki de kitaplarla derin bağlar kurmak için en ideal zamanlardan biri olarak görebiliriz!
Kasım demek yılın tüm yorgunluğunun omzumuza bindiği o zorlu ay demek! Uzun bir yılın yorgunluğu; yıl sonuna yaklaşırken daha fazla hissedildikçe bu yorgunluk, içsel bir sessizlik arayışını da beraberinde getiriyor aslında. İşte böyle anlarda kitap okumak, sadece bir kaçış değil, aynı zamanda bir yenilenme, içsel bir yolculuk fırsatı da sunuyor bize. Bu ayı belki de kitaplarla derin bağlar kurmak için en ideal zamanlardan biri olarak görebiliriz!
Fotoğraf: @1kitap.1mekan
Hepimizin aylardır beklediği İntermezzo'yu nihayet okuyabildik. Bu kitabı Kasım ayı okuma listemize eklemeden önce bir uyarım olacak, eğer daha önce Sally Rooney okumadıysanız, kendisiyle tanışma kitabı olarak seçmemenizi öneririm, Rooney’nin kalemiyle tanışmak için çok derinlikli bir kitap çünkü.
Sanırım bu son romanı, Rooney’nin karakter derinliği açısından karşımıza çıkardığı en kanlı canlı karakterlerle tanıştırıyor bizi. Bu sayede öyle bir bağ kuruyoruz ki karakterlerle sanki çevremizden birilerinin hikayesini okuyormuş hissi uyandırıyor. Bir Rooney klasiği; romanın merkezinde modern ilişkilerin karmaşıklığı yer alıyor. Diğer romanlarından daha farklı olarak bu sefer herkesin hayatındaki dönüm noktalarını gözlemleme şansına sahip olmamız.
İki kardeşin yaralı ilişkisi, toplumsal normlara aykırı ilişkiler, aile bağlarının altında ezilen yetişkinler…Tüm karakterlerin kırılganlığı içime işledi okurken, zaten Sally Rooney’nin de sihri buradan geliyor bence, günümüz zorluklarıyla bizi karakterler üzerinden yüzleştirmeyi başarıyor.
“Hayatın bir anlığına anlamsızlaşmasına izin vermek, karşısındaki kişinin kollarında olmak basitçe iyi hissettirmiyor mu yine de?”
Eğer daha önce Salah Birsel ile tanışmadıysanız lütfen kütüphanenizde Salah Bey Tarihi’ne yer açın. (Bence lisede zorunlu okutulması gereken bir beşleme, yakın tarihimizi başkalarının anıları üzerinden bu denli samimi bir şekilde okuyabilmek büyük bir şans.)
Bu beşlemenin en keyifli okuması benim için Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu oldu. İstiklal Caddesi'nin nasıl tüm sanat dünyasını kafelerde bir araya getirdiğine, yazarların atışmalarına, dostluklarına, çoğu edebiyat dergisinin çıkışına tanık oluyoruz, bir nevi zamanda oldukça keyifli bir yolculuk diyebiliriz.
Haldun Taner, Markiz’den içeri girince Abdülhak Şinasi ile karşılaştığını, Sait Faik’in Nisuaz müdavimi olduğunu, Atatürk’ün de Nisuaz’a kendi büstünü görmeye geldiğini Birsel’in kaleminden öğreniyoruz. Baylan’da ikinci bohem kuşağının doğuşu, Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun Narmanlı Han’daki atölyesinde Demir Özlü ile Aliye Berger’in tanışmasını okuyoruz. Ve sonrasında 70’ler itibariyla Beyoğlu’nun kapitalist düzene ve taşralaşmaya yenilerek niteliğini kaybettiğini görüyoruz. Bir dönemin hafıza mekanlarının aslında şehrin kültürel tarihinde ne denli büyük bir role sahip olduğunu okumak ister istemez kalbimizi acıtıyor.
“Unutulmaması gereken şey şudur: Kahveler tarihi, bir yerde, edebiyat tarihinden başka bir şey değildir.”
Fotoğraf: @1kitap.1mekan
En sevdiğim yazarların başında gelir Barış Bıçakçı, ne yazsa çok ayrı bir tatla okurum. Senelerdir yeni kitap bekliyordum ki çıkar çıkmaz bir solukta okudum. Yine mükemmel bir kurgu var karşımızda.
Hikaye, emekli bir mühendis olan Halis Bey ve genç çevirmen Ayşe arasında gelişen sıra dışı bir iş birliğiyle başlıyor aslında; Halis Bey, hayatı boyunca karşılaştığı insanlardan ve anılardan öğrendiklerini bir “ansiklopedi” olarak kaleme almak istiyor ve Ayşe’den editörlük konusunda yardım istiyor.
Halis Bey’in anıları, hayat tecrübelerini okurken bir yandan okur olarak kendi yaşamımızla da bir sorgulama içine giriyoruz. Kişisel ansiklopedi fikri beni o kadar heyecanlandırdı ki okurken günlük hayatın sıradan detaylarını fark edebilmenin önemini sorguladım. Yine bitirdiğime üzüldüğüm bir Bıçakçı okuması oldu ama bu sefer içimde bir burukluk da var; neden daha uzun sürmedi ki?
“Küçük zevklerin karşısına hep büyük acılar çıkıyor. Lokmaları yutmak gittikçe zorlaşıyor.”
Heyecanla bu yılın ödülünü beklerken taze Booker’lı bir kitap önerisiyle geldim. Paul Lynch’in Peygamberin Şarkısı, mental olarak çok zorlanarak okuduğum ama şiirsel dilini çok beğendiğim için hiç bırakmak istemediğim bir okuma deneyimi oldu benim için.
Lynch, Dublin’in karanlık sokaklarına, otoriter bir rejimin adım adım yükseldiği bir dünyaya davet ediyor bizi. Evet bir distopya, ama yaşadığımız yüzyılda o kadar gerçek bir distopya ki… Özellikle bulunduğumuz coğrafyanın getirdiği sosyopolitik sorunlarla, bu distopyayla burun buruna hissediyoruz kendimizi, belki de bu kadar zorlanarak okumamın başlıca nedeni budur… Korkularıyla yüzleştiriyor insanı.
Hikayenin merkezinde, dört çocuk annesi Eilish Stack var. Eilish’in sıradan ve sessiz hayatı, kocası devlet tarafından kaçırılınca altüst oluyor. Bir kadın ve anne olarak direnmeye, mücadele etmeye çalışıyor ve çocuklarıyla sınanıyor.
Bu mücadelede aslında içsel yolculuğuna da ortak oluyoruz, birçok duyguyu iç içe geçiyor yazar şiirsel diliyle. Okurken de fazlasıyla sorgulatıyor; hayatı, savaşı, iktidarı, özgürlük kavramını…
“...önündeki günü değil, günün nasıl da iz bırakmadan geçip gideceğini görüyor, unutulacak ve sessiz sedasız uç uca eklenen günlere karışacak bir diğer gün...”