Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Tüm bu kitapların ortak yanı, dolu dolu metinlerin son derece kolay okunan bir dilde ve incecik olması, tam çantaya atıp tatilde okumalık!
Bu ayın yazısını yazarken içimde ayrı bir heyecan var, daha önce hiç okumadığım üç yazarla, çok farklı ülkelerin, kültürlerin edebiyatıyla tanışıp hepsini de o kadar çok beğendim ki! Heyecanımın diğer bir nedeni de en sevdiğim yazarlardan biri olan Edouard Louis’nin en etkileyici kitabı ile karşılaşmış olmam… Onu da hemen ekledim listeye. Tüm bu kitapların ortak bir yanı da dolu dolu metinlerin son derece kolay okunan bir dilde ve incecik olması; tam çantaya atıp tatilde okumalık!
Kitabın ismi hikayeye öyle güzel bir derinlik katmış ki… Bir solukta, elinizden bırakmadan bitireceğiniz ve bitirdikten sonra da insan-doğa ilişkisinin kırılganlığı üzerine uzun uzun düşüneceğiniz bir kitap bu.
Bir yandan da bu kitabı sevmemin baş nedeni olarak Göğü Delen Adam ve Tokarczuk’un Sür Pulluğunu Ölülerin Kemikleri Üzerine'sini anımsatmasını ekleyebiliriz. İnsanlık, sömürge, iktidar dengeleri, doğa ile olan ilişkimiz üzerine oldukça etkileyici bir hikaye. Tabii hikayenin geçtiği coğrafya, yaşam şekilleri, alışkanlıklar, halk içindeki keskin ayrımlar da bu kısacık hikayeye öyle bir derinlik katmış ki bir yandan da kültürel anlamda bir doygunluğa ulaşıyorsunuz. Kitaba başlığını veren aşk romanları meselesi de bu sert ve vurucu hikayede oldukça nahif bir kapı aralıyor. Kitabın baş kahramanı Antonio José Bolívar Proaño'nun hayata tutunma dalı olan aşk romanları ile beraber onun doğa ve insan ilişkileri konusundaki bakış açısı bize hayat dersi gibi geliyor. Yine modern hayatın, siyasi gücün, nasıl doğal dengeyi değiştirdiğini görüp, yavruları katledilen bir hayvan üzerinden bu tahribatın sonuçlarının ne kadar acı verici olduğunu hissediyoruz.
“Gündüzleri insan ve orman ayrı varlıklardır. Gece olduğundaysa insan ormanın bir parçası haline gelir…”
Edouard Louis okumak benim için çok ayrı bir zevk, kalemine hayran olduğum isimlerden biri kendisi çünkü ne yazsa kalemiyle kalbime dokunmayı biliyor ama bu kitabın her cümlesi, gerçekliği duygularımın en derininde kendine bir yer buldu.
Kitaplarında sıkça rastladığımız otobiyografik özelliklerin yanı sıra bu kitapta annesinin hayat mücadelesine ve toplumsal cinsiyet rollerine direnişine tanık oluyoruz. Louis yine kişiseli toplumsalla kesiştirmeyi başarıyor. Annesinin şiddet dolu evliliği, yaşadığı maddi zorluklardan başlayarak bir kadın olarak kendini bulma yolculuğuna evriliyor anlatı. Bir yandan da anne-oğul arasındaki iç içe geçmiş o yaralı ilişkiyi okuyoruz. Kitap bittiğinde ise tanıştığımız bu kadınla gurur duyarak, gözlerimde bir yaşla kapatıyorum son sayfayı. Belki okuduklarımın gerçekliği belki Louis’nin bu gerçekliği sözcüklere bu denli etkili bir şekilde yansıtması, bilmiyorum, her bir satırını çizerek bitiriyorum.
“Mutluluğu görmek beni mutluluğun yıkımına yol açan adaletsizliği de görmeye mecbur bıraktı.”
İranlı yazar Shahrnush Parsipur ile ilk tanışmam oldu bu kitap, iyi ki de oldu, türler arası, masalsı bir hikayeye tanık oldum. Öncelikle yazarın kalemini ve cesaretini tebrik etmek gerekiyor, o kadar etkileyici ki… Maalesef yazar bu kitap yüzünden hapse girmiş ve kitap bir süre İran’da yasaklanmış.
Kadınlara dayatılan tüm normları yıkan, toplumun farklı kesiminden beş kadını bir araya getiren bir özgürlük arayışı bu kitap; aynı zamanda dönemin ve ülkenin sosyokültürel kodlarının da yansıması diyebiliriz. Toplum baskısının, cinsiyet rollerinin altında ezilmiş beş kadının bir araya gelmesini anlatan yazar, masalsı bir hava yaratıp gerçeküstü öğelerle de süslüyor metni; bu da romana ayrı bir özgünlük katıyor. Okuduğumuz tüm o ağır konular alegorik bir dünyada hafifliyor, kadınlar bir araya gelerek kendi güçlerini farkına varıyorlar ve belki de gerçekten ölümle yaşam arasındaki o farkı, yaşama hissini özümsüyorlar.
“…ben iki kere öldüm ve dirildim. Artık gerçekleri başka bir boyuttan algılıyorum. Sana ne desem boş. Tanrı şahidimdir, kanadım olsa uçar giderdim. Ama gel gör ki iki kere öldüğüm halde hâlâ ruhum dünyaya bağlı...”
Harfa Yayınları’ndan ne çıksa alır, aynı keyifle okurum… Yeni çıkan Burada Olmak Muhteşem de beni hiç yanıltmadı, hatta fazlasıyla kendine hayran bıraktı. Bu kitabı tek bir kelimeyle anlatmam gerekse zarafet derdim. Aslında Marie Darrieussecq'in kaleminden, Alman ressam Paula Modersohn-Becker'in hayatını anlatan bir biyografik roman okuyoruz. Ama bu biyografi, dönemin sanat dünyasına öyle bir ışık tutuyor ki içinde geçen isimlere ve mekanlara heyecanlanmamak elde değil.
Darrieussecq bu özel kadını bizimle tanıştırırken, Paula’nın sanatına olan tutkusunu, döneminin cinsiyet rollerine meydan okuyuşunu ve bağımsız bir kimlik arayışını da ele alıyor. Ve onun sayesinde bu özel kadını tanıyoruz. Rilke’den Salome’ye Rodin’den Celan’a herkesin arasında geziniyor bu kitap. Rilke ve Paula arasındaki, kelimelere dökülemeyen o güçlü bağın etkisini de fazlasıyla hissettiriyor. Tüm bu güzellikler arasında kendinizi Paula’nın erken ve hüzünlü ölümüne hazırlayın, okurken boğazım düğümlendi… Sanat tarihinde ilk nü hamile otoportresini yapan bu özel kadınla tanışmak için bu kitabı mutlaka listenize ekleyin!
“'Biri oluyorum.' Paula’nın mektuplarında bu mantra yankılanır. Ne Modesoh ne Becker: biri.”