Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Gri havalar, camda yağmur sesleri, havanın hafifçe serinlediği, ruhun dinginleştiği bir ay; Ekim. Bu mevsimde bir fincan kahve eşliğinde kitap okumak, sanki doğanın ritmiyle uyum sağlamak gibi değil mi?
Havadaki melankoli okunanlara ayrı bir derinlik katıyor, bizi daha da çok kendine çekiyor sanki. Bu ay için, camın önüne yerleşip hem içimizi ısıtacak hem kendimizi sorgulatacak hem melankolik hem eğlenceli bir kitap seçkisi hazırladım!
Medusa Yayınları ile ilk tanışmam bu kitap sayesinde oldu, sadece kadın yazarların kitaplarını yayınlayan yepyeni bir yayınevi. Okuduğum ilk kitap o kadar güzeldi ki heyecanla diğer iki kitabı; Kaç Ya Da Kal ve Kötü Kızlar’ ı da alıverdim, okuyup sizinle paylaşmak için sabırsızlanıyorum. Yalan Dolan, hem Eren Cendey çevirisi, hem de Booker Uzun Liste’ye girmiş; büyük bir beklentiyle başladım ve kesinlikle karşılığını aldım.
Çok bizden bir kitap, belki de her okuduğum satırda empati yapabilmemden kaynaklı bu his, çünkü özkurmacayı o kadar başarılı bir şekilde işlemiş ki yazar, karşımdaki tüm detaylarıyla bana hayatını anlatıyor ve ben sıkılmadan dinliyormuşum gibi… Diğer nedeni ise aslında bir aile ve büyüme hikayesi okuyoruz, bence her aile bir noktada birbirine benzer ve ben Francesca’nın kaygılarında zaman zaman kendi annemi de gördüm. Kitabın dinamik yapısı ise yazarın oradan oraya atlayıp, kendi kafa karışıklıklarını da metne yansıtması sayesinde olmuş.
Romanın merkezinde yalan söyleyen ve bu yalanlarıyla kendi gerçekliğini çarpıtan bir anlatıcı yer alıyor. Bu karakterin anlattıkları üzerinden aile, toplum ve birey ilişkilerine dair ilginç çıkarımlarda bulunmak da farklı bir derinlik katmış, zaman zaman gerçekle gerçek olmayan arasında kaybolmuş hissediyorum. Bir İtalyan ailenin portresi, toplumsal normlar ve tüm bunların içinde bir büyüme hikayesi ancak bu kadar tatlı, mizahi dille bu kadar güzel anlatılırdı! Özellikle yazarın dedesiyle olan ilişkisinden çok etkilendim.
“Anılarımızın çoğu biz farkına varmadan terk eder belleğimizi; geri kalanları biz yeniden doldururuz, çevreye saçarız, şevkle abartırız, kapı kapı dolaşan seyyar satıcılar gibi methederiz, hikâyemize kulak verecek birini ararız. İndirimli, yarın fiyatına.”
Fotoğraf: @1kitap.1mekan
Fransız Edebiyatı’na olan ilgimi biliyorsunuz, İntihar, son zamanlarda okuduğum en etkileyici ama bir o kadar da zorlayıcı metindi. Yazarın intiharı düşünme biçimine dair derin bir içsel yolculuğa ortak oluyoruz bu metinde, bu yolculuk aynı zamanda hayatın anlamını sorgulayan bir yüzleşme gibi. Bir arkadaşının intiharını anlatan, isimsiz bir anlatıcı üzerinden şekillenen hikâye, aslında Levé’nin sadece bir arkadaşın kaybına odaklanmaktan çok, yaşam, ölüm ve varoluş gibi evrensel temalara dair kendi düşüncelerini barındırıyor. Yazar belki hayali bir arkadaşının ölümü ardından onunla konuşuyor belki de kendi intiharından sonra kendisiyle, bilmiyoruz.
Ama İntihar, Edouard Levé’nin yaşamı ve yazarlığıyla daha da trajik bir anlam kazanıyor; çünkü Levé, bu kitabı tamamladıktan kısa bir süre sonra intihar ediyor. O yüzden de bu kitaba kendi hayatını gözden geçiren birinin, ruh çözülmesi olarak bakmadan geçemiyorum.
“Sözlerim çok geç kaldı. Kararını değiştirmezlerdi büyük olasılıkla, ama anımı değiştirebilirlerdi. Birini öldükten sonra sevmek arkadaşlık mıdır?”
Fotoğraf: @1kitap.1mekan
Yine bir yayınevi ile ilk tanışmam… İlksatır Yayınları’ndan ilk okuduğum kitap Ölü Yıldızlar oldu, bu vesileyle Şilili yazarla da tanışmış oldum. Kapağında ödüllü bir roman diyor ama bence novella olarak bahsedebiliriz bu kitaptan.
Edebiyatla siyasetin iç içe geçtiği, yaşayan bir novella kesinlikle Ölü Yıldızlar. Çok vurucu bir cümleyle başlıyor kitap ve sayfayı her çevirdiğimde bu cümleyi hatırlatıyorum kendime “bu bir aşk şarkısı değil”. Aslında kafede oturup konuşurken gördüğümüz bu çift, uzaktan bakınca Marias’ın Karasevdalılar’ını da anımsattı. Gerçek ise bambaşka, boşanma işlemleri için buluşan bu çift, gördükleri bir gazete haberi üzerinden geçmişlerini, ilişkilerini, arkadaşlarını, ülkenin içinde bulunduğu sosyal ve politik durumu tartışıyor.
Kırılgan bir sessizlik hâkim sanki…Onlar konuştukça ülkedeki şiddetin yarattığı travmaların bireysel şiddete döndüğünü, dinlenen müzik türünden gidilen mekanlara kadar tüm seçimlerde bu siyasi otoritenin hâkim olduğunu okuyoruz. Şili’nin zorlu geçmişinin ikili ilişkileri nasıl yıprattığını görmekle beraber bu şiddetin kişiler üzerinden dönüşümüne tanık olmak çok etkileyiciydi.
“Geçmiş, yerde kalmış bir gazete sayfasıdır, dedi.”
Fotoğraf: @1kitap.1mekan
Belki son zamanlarda sosyal medyada en çok karşılaştığımız kitap: Hyunam-Dong Kitabevi. İlk başlarda fazlasıyla ön yargılı olsam da sonrasında gerçekten çok keyif aldım. Edebi bir roman beklentiniz olmasın ama içinizi ısıtacak, samimi, sıcacık bir hikâye okumak isterseniz kesinlikle çok doğru bir seçim olacaktır.
Benim de en büyük hayallerimden biri kitapçı/kafe açmak olduğu için çok büyük bir heyecanla okudum ben bu kitabı. Mekânın açılışından, kahvenin kitapla buluşmasına kadar tüm süreci detaylarıyla okuyoruz. Bu kitabevinin sosyal medyada konumlanışı, müşterilere önerilen kitaplar, sadık bir müşteri kitlesi oluşturma çabalarının gerçekliği ve bu sürece dahil olma hissi beni çok bağladı kitaba. Alıştıkça gelen müşterilere önerilen kitapların çoğu da çok sevdiğim kitaplar olunca ister istemez kendimi başkahramanın yerine koydum.
Ve “keşke” demelere doyamadım… Kitapların ve mekanların insan ruhuna dokunan iyileştirici gücü bu olsa gerek!
“Kitaplar bizi başkalarının önüne ya da üstüne koymaz; başkalarının yanında durmamızda yardımcı olur.”