Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Hayatları bir şekilde kesişen 6 kadın karakterin yaşadıklarını ele aldığı romanı "Kendine Ait" hakkında Burcu Özer Katmer ile travmalar, birlik olmak ve özgürlük üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.
Kendine Ait romanını yazmaya nasıl karar verdiniz, hangi olay sizi bu yolculuğa itti?
Yıllardır kadınlarla çalışıyorum. Birlikte olduğumuz her alanda, yalnız olmadığımızı her fark ettiğimizde nasıl bir güç ve umut doğduğuna şahit oluyorum. Bir gün “Kadınlara umut verecek, yalnız olmadıklarını hissettirecek bir hikâye yazmak istiyorum” dedim ve yola koyuldum.
Romanın ortaya çıkma sürecinden biraz bahsedebilir misiniz? Sizi zorlayan ve heyecanlandıran anlar neler?
Kendine Ait’in yazım süreci yaklaşık iki yıl sürdü. Bir nokta geldi ve hikâye diğer tüm meşguliyetlerimi bir yana bırakıp ona adanmamı istedi. Aynı anda birçok projeyle ilgilenen biri olarak bu sürece teslim olmak benim için başta zor oldu ama kesinlikle değdi. Bu hikâyeyi yazma sürecimin kendi hikayemi yeniden yazmam için beni çok desteklediğini ve büyüttüğünü söyleyebilirim.
Yazım sürecinde çok enteresan eş zamanlılıklar yaşadık; hikayedeki bir büyüğün ölümünü yazdığım süreçte ben de bir büyüğümü kaybettim; menopoza dair yazdığım süreçte çok sevdiğim bir kadın aynı sürece girdi gibi. Kitap için kız kardeşlerimle bir araya geldiğimiz ritüelde de adeta kitabın bazı sahnelerini yeniden yaşadığımızı hissettik. Bu eşzamanlılıkları görmek bana doğru yolda olduğumu hissettirdi.
Romanda 6 kadın karakter yer alıyor. Karakterleri belirlerken ilham kaynağınız kimlerdi?
Hikâyenin yazım süreci çok sezgisel ilerledi. Adeta her bir kadın karşıma oturdu ve hikayesini anlattı, ben de pür dikkat dinleyip yazdım. Bugünlerde okuyucularımızdan sıkça her bir kadının hikayesinde kendilerinden çok şey bulduklarını ama özellikle bir karakterle bambaşka bir bağ kurduklarını duyuyorum. Bağ kurdukları karakter her biri için farklı. Bunu duydukça, tüm hikayelerin bir araya gelerek ihtiyacımız olan bütünü oluşturduğunu hissediyorum.
Karakterlerden hangisini kendinize daha yakın görüyorsunuz?
Tüm karakterlerin hikayelerinde benim yaşadıklarımdan da parçalar var. Biriyle göçmen ve anne kimliğim üzerinden bağ kuruyorum, diğeriyle savaşçı yanım, bir diğeriyle öfkeyle ilişkim üzerinden. Her biri biraz ben ve hiçbiri tam olarak ben değilim diyebilirim.
Kadınların ancak birlik olurlarsa var olabileceklerini destekleyen biri olarak ezelden beri süregelen kadınların birbirleri arasında olan kıskançlık yarışları ve rekabetleri üzerine ne düşünüyorsunuz?
Kadınlar arası kıskançlık yarışlarını ve rekabeti yok sayarak dönüştüremeyeceğimize inanıyorum. Kıskançlık da diğer tüm duygular kadar doğal. Rekabet, kıskançlığı ifade edemediğimizde, kıskançlık bizi kontrol ettiğinde doğuyor. Yıllardır kadınlarla deneyimlediklerimden yola çıkarak şunu söyleyebilirim: Çoğumuz kadınlarla bir aradayken, kusurlu ya da eksik gördüğümüz yanlarımızı ifade edersek dezavantajlı duruma düşeceğimize inanıyoruz. Oysa birlikte yargılamadan uzak, güvenli alanlar oluşturabildiğimizde, her şeyi konuşabilir hale geliyoruz. Kadın çemberleri bunun en güzel örneği.
Kıskançlığın da diğer her şey gibi ifade bulmasına izin verebildiğimizde bir bakıyoruz, herkes bir diğerinde olana dair kıskançlık hissedebiliyor. Bir kez ifade edebildiğimizde, kıskançlığın bizi kontrol etmesi yerine biz onu kontrol edebilir hale geliyoruz. Rekabet etmek yerine, hepimiz kazanabiliriz diyerek iş birliğine gidebiliyoruz. Birbirimize ‘‘Yapabilirsin,’’ diyen yüreklendirici güç olabiliyoruz. Birbirimizin gücünü ve güzelliğini onurlandırabiliyoruz.
Hepimizin kendine has travmaları vardır. Kitapta travmalarıyla yüzleşen kadın karakterleri ele aldınız, sizce kendimize çok da yüklenip yıpratmadan travmalarla yüzleşmenin en doğru yolu nedir?
Bana göre her birimiz kendi hikâyemizin kahramanıyız ve her hikâye biricik. Benim hikayemde nefesim aracılığıyla özümle yeniden bağlantı kurmanın, kadın çemberlerinin, sinir sistemi üzerine aldığım eğitimlerin, terapi desteklerinin ve okuduğum kitapların en büyük desteklerim olduğunu söyleyebilirim.
Roman çoğunlukta Ada’da geçiyor. Ada bu romanda neyi sembolize ediyor? Belki de özgürlük, inziva ya da içsel bir yolculuğa çıkmak diyebilir miyiz?
Söylediklerinizin hepsinin bir payı var. Bunların yanında Burgazada’nın, yaklaşık bir buçuk kilometrekare alanda yirmi etnik grubun bir arada huzurla yaşayabildiği bir yer olması anlamında da önemli bir metafor olduğuna inanıyorum. Burgazada halkı, birbirlerinin farklılıklarına saygı duyabilen, farklılıklarıyla ‘‘biz’’ olabilen bir halk. Yıllar boyu kendini hiçbir yere ait hissetmemiş olan karakterimiz de orada kendine bir yer bulabildiğini, oranın bir parçası olabildiğini hissediyor. Kendini ilk kez ‘‘yuvada’’ hissettiğini söylüyor.
Her kadının yolunun başka bir kadının yolundan geçtiğine inanan biri olarak bugün sizi Burcu Özer Katmer yapan, hayatınıza dokunan kadın kimdi?
Kendi hikayemi kadın atalarımdan ayrı düşünemem. Ayrıca yolculuğum boyu ilham aldığım, soyumdan olmasa da ruhsal ailemden olduğunu hissettiğim çok kadın oldu. Beni bugünkü ben yapan, hayatıma dokunan tek bir kadının ismini vermem gerekirse, Kurtlarla Koşan Kadınlar kitabının yazarı ve Jungcu psikanalist Clarissa P. Estes derim. Ne mutlu ki bugün kitaplarımız aynı yayınevinden yayınlanıyor, aynı raflarda yer alıyor. Bu benim için büyük bir onur.