Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.


Vogue Türkiye’nin 15. yılına özel olarak, bilim, müzik, spor, mimari, diplomasi, gastronomi ve moda dünyasından isimler, geçmişin izlerini ve geleceğin olasılıklarını paylaşıyor.
Geçmişte alınacak dersler var; gelecekte ise bolca yapay zeka... 15 yıl, bir alanda fark yaratmak ve o alanın anılan ismi olmak için yeterli bir süre. Bu zaman dilimi, konuştuğumuz herkesi kariyerinde bir dönüm noktasına taşımış. Zaferler, kayıplar... Sonunda hepsi, her birini, kendi yolculuğunda “o” kişi yapacak yere ulaştırmış. Mahmut Orhan sahnede Türk ezgilerini elektronik ritimlerle birleştirip binlerce kişiyi dans ettiriyor; Fatih Birol dünyanın enerji politikalarına yön veriyor. Cesaretle açılan bir restoran, Cem Mirap’ı kendi markasını yaratan bir gastronomi girişimcisine dönüştürürken; sosyal medyada atılan bir adım, Yiğit Turhan’a bugün dünyanın en büyük markalarının iletişimini getiriyor. Akın Akman zor günlerinde kurduğu cümlelerle bugün milyonlara spor yaparken ilham oluyor. Hücresel yaşlanmanın önüne geçmekten kaosun ortasında zihinleri iyileştirmeye kadar, herkes kendi alanında daha iyisini yaratırken kendini de biraz daha bulmuş. Her biri kendi yolunu usanmadan yürümüş diğer isimler Ayşegül Çoruhlu, Yankı Yazgan, Aslıhan Koruyan Sabancı, Zeynep Sönmez, Elif Çomoğlu Ülgen, Öykü Baştaş, Sefer Çağlar, Zeynep Pınar Taşdemir, Betül Şengör ve Tamer Yılmaz 15 yılda kendi devrimini yaşadıklarını söylüyor. Yeni çağın eşiğinde herkes yapay zekanın varlığını sindirmiş durumda. Korkuyla değil umutla bakmayı seçmişler. Son 15 yıl karmaşayla gelmiş ve gelecek 15 yılın kaosu şüphesiz yaklaşmış olsa da çıkan mesaj ortak: Her alanda inanan, özgünlüğünü koruyan ve el uzatan kazanacak.
Ankara doğumlu Yiğit Turhan, Dolce & Gabbana, Zegna ve Gucci’nin global ekiplerinde çalıştıktan sonra bugün Valentino’nun Pazarlama Direktörü (CMO) olarak görev yapıyor. Milano ve Londra arasında yaşayan Turhan’ın kariyerindeki dönüm noktası, sosyal medyanın yükselişiyle gelmiş. Çalışmak istediği markanın dikkatini, Facebook’ta hazırladığı yaratıcı bir kampanyayla çekmiş. “O dönem sosyal medya görünürlüğü demokratikleştirerek yaratıcılık geçmişi olmayanlara da alan açıyordu” diyor.
Mühendislik geçmişi ve kodlama bilgisi, moda dünyasında ona beklenmedik bir avantaj sağlamış. Markaların veriyi iletişimde yeni kullanmaya başladığı dönemde, o teknik altyapısını sezgiyle birleştirerek hikaye anlatımında fark yaratmış. Bugün Valentino’da global pazarlama stratejisine liderlik ederken, hikaye anlatıcılığından stratejik vizyon kuruculuğuna geçtiğini söylüyor. “Yaratıcılığın yalnızca ifade gücü değil aynı zamanda disiplin, empati ve vizyon gerektirdiğini anladım” diyor. Korku romanları da yazan Turhan için yazı, “duygulara ve anlatıya bağlı kalmanın” bir yolu. Gelecek 15 yılda odağını yapay zekanın dönüştürücü gücüne çeviriyor. Ona göre yapay zeka, insan yaratıcılığının yerini almayacak; onu daha ileriye taşıyacak: “Hayal etme, tasarlama ve iletişim biçimimizi yeniden tanımlayacak. Bu da bizi estetikten öteye, daha akıllı, daha duyarlı ve insanla derin bağ kurabilen markalar yaratmaya yönlendirecek.”
Turhan’a göre geleceğin markaları kültürel etki yaratan, insanlara aidiyet ve anlam hissi veren yapılar olacak. “Veriyle ve otomasyonla şekillenen bir dünyada, hayal etme ve duygusal bağ kurma yeteneğimiz her zamankinden daha değerli hale gelecek. Geleceğin liderliği, yaratıcılığı cesaretle ve insanlıkla birleştirebilenlerin elinde olacak.”
Wimbledon’daki tarihi başarısıyla Türk tenisinin geleceğine yeni bir yön veren 23 yaşındaki Zeynep Sönmez, kortta olduğu kadar zihinsel dayanıklılığıyla da fark yaratıyor.
“Son 15 yılda tenis hem fiziksel hem zihinsel açıdan bambaşka bir boyuta evrildi” diye açıklıyor genç sporcu. “Oyunun temposu, atletizmi ve stratejisi eskisinden çok daha bütünsel hale geldi. Benim için bu süreç zihnimi de eğitme dönemi oldu.”
Junior yıllarında teknik gelişime odaklanan Sönmez, profesyonel arenaya geçtikçe oyunu okumanın, ânı yönetmenin ve baskı altında karar verebilmenin en kritik beceriler haline geldiğini anlatıyor. “Her turnuva farklı zeminler, farklı hava koşulları ve kültürel temaslarla bana hem oyunun hem de insanın çeşitliliğini öğretti. Başarılar kadar kayıplar da beni şekillendirdi; çünkü kortta her hata aslında bir analiz, bir yeniden doğuş fırsatıydı.”
Önümüzdeki dönemde hedefi, oyununun fiziksel ve zihinsel derinliğini artırmak. “Modern tenis artık karar kalitesiyle oynanıyor” diye açıklıyor bunu. “Kortta farkı sakinlik, öngörü ve kararlılıkla yaratmayı amaçlıyorum. Daha agresif ama aynı zamanda daha sezgisel bir çizgiye yöneliyorum; voleye çıkmayı, varyasyonları ve oyun temposunu yöneten bir kimlik inşa ediyorum.”
Sönmez için önümüzdeki 15 yıl hem kariyerinin hem de kişisel olgunluğunun şekilleneceği bir dönem olacak: “Benim için bu, fiziksel gücün, zihinsel direncin ve ruhsal olgunluğun birleştiği bir evre olacak. Amacım sadece sıralamada değil temsil ettiğim değerlerde de ilerlemek.”

İllüstrasyon MERİÇ CANATAN
32 yıldır Dışişleri Bakanlığı’nda görev yapan Elif Çomoğlu Ülgen, halihazırda Türkiye’nin Roma Büyükelçisi olarak görevini sürdürüyor. Geriye dönüp baktığında, son 15 yılın hem kendi kariyerinde hem de dünya diplomasisinde dönüşüm yılları olduğunu söylüyor.
“15 yıl önce, tam da Vogue Türkiye’nin ilk sayısının yayımlandığı dönemde Dubai’ye atanan ilk kadın başkonsolos olmuştum” diye anlatıyor: “O yıllar, Ortadoğu’da ‘Arap Baharı’ olarak adlandırılan ama kısa sürede yerini gerginliklere bırakan bir döneme denk geldi. Birkaç yıl sonra Güney Afrika Cumhuriyeti’ndeki ilk Türk kadın büyükelçisi olarak ülkemi temsil etme şansına sahip oldum. Bu iki görev, kariyerimdeki en önemli dönüm noktalarıydı.”
“Dış politikanın icrasında belki günlük hayatımız çok değişmedi ama dünya çok büyük bir dönüşüm geçirdi. Bugün yapay zekayla yaşıyoruz ve diplomasinin bu değişimden nasıl etkileneceğini her gün sorguluyoruz. Ortadoğu’da sorunlar sürüyor; Türkiye-Afrika ilişkileri ise derinleşiyor, karşılıklı anlayışı güçlendiriyor.”
Ülgen mesleğine duyduğu tutkuyu aynı heyecanla sürdürüyor. “Yapay zeka çağının etkilerini toplumsal ve kurumsal düzeyde daha fazla hissedeceğiz. Roma’da yaşamaktan mutluluk duymaya devam edeceğim ama her şeyden önce Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil etmenin gururunu taşımayı sürdüreceğim” diyor ve tüm teknolojik ve dijital yeniliklere rağmen diplomaside insan unsurunun yerinin doldurulamayacağına inanıyor. “Bakanlığa ilk girdiğim yıllara kıyasla bugün çok daha fazla kadın meslektaş ve yöneticiyle çalışıyoruz. Önümüzdeki dönemde bu değişimin artarak sürmesini ve dış politikada daha fazla kadının söz sahibi olmasını diliyorum. Bu yüzden umut dolu, yılmayan ve barışı önceleyen yeni nesilleri, özellikle kadınları, diplomasi mesleğini seçmeye teşvik etmeye devam edeceğim.”
16 yaşında DJ’liğe başlayan ve bugün aynı zamanda bir prodüktör olarak elektronik müziğin Türkiye’den çıkan en iyi isimlerinden biri olmayı başaran Mahmut Orhan, dünyanın dört bir yanında binlerce kişiyi dans ettiriyor.
“Son 15 yılda elektronik müzik sahnesi gerçekten bambaşka bir noktaya geldi. Eskiden çok daha sınırlı bir dinleyici kitlesine hitap ediyorduk ama şimdi sınırlar tamamen kalktı. Dijital platformlar, global işbirlikleri ve sosyal medya sayesinde müziğe ulaşım çok kolaylaştı. Bu hem büyük bir avantaj hem de büyük bir rekabet demek” diye konuşuyor. Ve en büyük başarısının, gittiği her ülkede kendi tarzıyla sahne alabilmek olduğunu söylüyor. Müziğinde duyguyu ve özgünlüğü korumanın uzun vadede ne kadar önemli olduğunu, bunun da dinleyiciyle samimi bir bağ kurmaktan geçtiğini fark ettiğini belirten Orhan, önümüzdeki dönemde müzikle teknolojinin kesişiminin yapay zeka, sanal sahneler ve interaktif performanslarla daha da derinleşeceğine inanıyor.
“Ama ben ne olursa olsun insan dokusunu korumak gerektiğine inanıyorum. Ruh yoksa müzik sadece ses olur.” Gelecekte farklı coğrafyalardan gelen geleneksel sesleri elektronik müzikle harmanlayarak evrensel deneyimler yaratmaya devam etmek isteyen başarılı DJ, dinleyicilerle daha duygusal bağ kurabileceği sahne deneyimlerine odaklanmayı planlıyor.
Son 15 yılda sağlıklı yaşamın bilime dayalı yaklaşımı, tıbbın en dinamik alanlarından biri haline geldi. Bu dönüşümün Türkiye’deki öncülerinden Dr. Ayşegül Çoruhlu, “genç kalmak” fikrini estetik bir iddiadan çıkarıp bilimin konusu haline getiren isimlerden. Türkçeye longevity kavramını kazandıran Çoruhlu, 2000’lerden bu yana yaşlanma mekanizmaları üzerine çalışıyor. “O dönemlerde ‘Yaşlanma bir hastalıktır, tedavi edilebilir, yavaşlatılabilir hatta geri çevrilebilir’ fikri yalnızca bilim insanlarının dile getirdiği bir hayaldi. Bugün ise bu yaklaşımlar güçlü bilimsel kanıtlarla destekleniyor” diyerek Nobel’le ödüllendirilen araştırmalara değinen Çoruhlu, özellikle Dr. Shinya Yamanaka’nın hücre yaşlanmasını geri çevirebilen buluşunun bilimde yeni bir sayfa açtığını anlatıyor: “Artık kendi hücrelerimizin yaşını sıfırlayabiliyor, onları gençleştirebiliyoruz.”
Büyük ilaç şirketlerinin yaşlanmayı artık tedavi edilebilir bir biyolojik durum olarak görmeye başlamasının oyunun tüm kurallarını değiştirdiğini vurguluyor. “Bilim artık emin: Biz, klasik anlamda ‘büyükanne-büyükbaba’ şeklinde yaşlanmayacak ilk nesiliz.” Gelecek 15 yıl için ilk cümlesi net: “Önce ölmemek.” Bu iddialı sözün ardında bilimsel bir gerçeklik var: “Bugün korkulan birçok hastalık, yakında tedavi edilebilir ya da tamamen önlenebilir hale gelecek. Yapay zeka, biyoteknoloji ve tıp arasındaki işbirliği olağanüstü hızla ilerliyor. Organ düzeyinde gençleştirme çalışmaları artık laboratuvar sınırlarını aştı, klinik uygulamalara yaklaşıyor.”
Çoruhlu’a göre ‘Önce ölme’ uyarısının anlamı, bu gelişmelere tanıklık edebilecek kadar sağlıklı kalmak, yani bugünden itibaren hem bedene hem zihne iyi bakmak. “Benim görevim, insanlara bu süreçte rehberlik etmek; mevcut sağlıklarını koruyarak gelecekteki hastalıkları oluşmadan önlemek” diyerek sağlık teknolojilerinin herkes için erişilebilir olmasını çok önemsediğini vurguluyor. Ve ekliyor: “Bilimsel merakımın ve heyecanımın hiç azalmamasını diliyorum. Çünkü uzun yaşamın sırrı yalnızca biyolojide değil bilime duyulan tutkuda gizli.”
Yaklaşık 20 yıl önce Bebek henüz daha çok bir yerleşim bölgesi olarak görülürken, Cem Mirap kısa sürede herkesin uğrak noktası olacak Lucca’yı açtı. Bugün Bodrum’daki Lucca by the Sea, Lucca Beach ve Cantinery markalarıyla gastronomi alanında büyümeye devam ediyor.
“Son 15 yılda yiyecek-içecek ve ‘hospitality’ sektörü hem popülerlik hem de hacim olarak büyüdü” diyor Mirap. “Lüks ve casual algıları değişti, lüks segmentin beklentileri farklılaştı. Artık bir markayı üst segmente taşıyan şey sadece ürün değil; hikayesi, orijinalliği ve ne anlattığı.” Ona göre sosyal medya, dijitalleşme ve bilgiye erişim bu dönüşümü hızlandırdı. “Deneyim sunan, kokteyl ve eğlenceyi iyi anlayan, sadece yemek değil bütüncül bir atmosfer yaratan mekanlar farklılaştı.“ Bizim için önemli olan, markanın DNA’sını koruyarak bu dinamizmi sürdürmekti. Son 15 yıldaki en büyük başarımız da bu oldu.”
Önümüzdeki döneme baktığında ise sürdürülebilirliğin hem kavramsal hem de ekonomik olarak belirleyici olacağına inanıyor. Zira Covid sonrası artan maliyetler, sektördeki dalgalanmalar ve değişen tüketim alışkanlıklarısürdürülebilirliği çok önemli hale getirdi. Restoranların, yiyecek-içecek ve eğlence mekanlarının hem konsept hem iş modeli olarak sürdürülebilir olması şart. Yeni jenerasyonda içki tüketimi azalırken, deneyim odaklı beklentiler artıyor. Başarılı işadamı geleceğe dair şu öngörülerde bulunuyor: “Daha kısa menüler, az ama özgün ürünler, hibrit ve dinamik konseptler ön plana çıkacak. Premium restoranlar ve lüks segment, iyi gastronomi ve özgün deneyim üzerinden değerini koruyacak. Teknoloji ne getirirse getirsin, bu alan diğerleri kadar etkilenmeyecek. Ben de bu kriterlerle ilerlemeyi, kendi alanıma konsantre olmayı düşünüyorum.”
Akın Akman, spor hayatına tenisle başladı; bugün ise New York’ta kurduğu, disiplin ve motivasyonu bir yaşam felsefesine dönüştüren AARMY topluluğuyla dünya çapında tanınıyor. “Son 15 yıl inanılmaz geçti” diyor. “Kendimi tutkuma adadım; dinledim, çalıştım, öğrendim. Karşılaştığım zorluklar büyümek için birer fırsattı. Bazıları ders oldu, bazıları ise lütuf.”
Bu sürecin en büyük öğreticileri yine zorluklar olmuş. “Sakatlıklar, insanlarla yaşanan uyumsuzluklar, planlarımla örtüşmeyen anlar... Hepsi bana sabrı ve güvenmeyi öğretti” diyen Akman’ın, işini kurduktan kısa süre sonra COVID kapanmaları sırasında diz ameliyatı geçirmesi, bu dönemi onun için hem bedensel hem de zihinsel bir sınava dönüştürmüş: “Tıpkı hayat gibi iş de sürekli bir dönüşüm istiyor. Gerçekten olman gereken kişiye dönüşebilmek için esnek, doğrudan konuşan ve geçmişteki halini bırakmaya hazır olmalısın. Benim sporcularıma da her gün öğrettiğim şey bu.”
Bu yaklaşım, AARMY’nin kısa sürede küresel bir topluluğa dönüşmesini sağlamış. “En büyük başarılarımdan bazıları, güçlü bir ekip kurmak, farklı stratejiler geliştirmek ve büyümeye açık kalmak oldu” diyor. Şampiyonluk zihniyetini temel alan koçluk programı, markayı franchise’a dönüştürmesini sağlamış. Üstelik başlangıçta planı bu bile değilmiş. Bu süreci “gerçek liderliğe ve vizyona güvenmeyi öğreten bir içsel gelişim dönemi” olarak tanımlıyor.
Akman’a göre önümüzdeki 15 yıl küresel ölçekte etki yaratmanın dönemi olacak: “Benim misyonum her zaman daha fazla insana ilham vermek, onları tutkularıyla ve potansiyelleriyle buluşturmak oldu. Koçluğu bir sahne deneyimine dönüştürmeyi, bu enerjiyi dünyanın en büyük müzik arenalarına taşımayı hayal ediyorum. Bugüne kadar her şey planlı, niyetli ve vizyonla ilerledi. Son 15 yıl temelleri atmakla geçti; önümüzdeki 15 yıl ise kanatlanma zamanı olacak.”
Çocuk ve Ergen Psikiyatristi Dr. Yankı Yazgan, son 15 yılda beyin, genetik ve davranış bilimlerindeki ilerlemelerin ruh sağlığını koruma ve iyileştirmeye katkı sağladığını, ancak ruhsal zorlanmanın da hızla artmasını engelleyemediğini söylüyor. “Pandemi, ekonomik ve sosyal krizler, iklim krizi, göç ve savaş tehdidi gibi stres faktörleri toplumun her kesimini, özellikle de çocukları ve gençleri sarstı” diyor. “15 yıl önce hayatta nerede olacağımızı sorguluyorduk; şimdi hayatta bir yerimizin olup olmayacağını sorguluyoruz. İnsan doğasının temel ihtiyacı olan sevmek ve üretmek karşılanamadı; içimizdeki yaşama sevincinin eksikliği bundan olabilir.”
Dijital dünyayı yarattığı kolaylıklardan çok, tehditleriyle andığımızı vurguluyor: “Sürgit bir toplumsal krizin içinde, yarına ilişkin güvencelerin yokluğu ve güvenecek kimselerin kalmamış olması kaygıyı artırdı; kaygı uzadıkça yaşamın tadı kaçtı.” Gelecek 15 yıla bakarken, yapay zekanın ruh sağlığı hizmetlerine erişimi yaygınlaştıracağına inanıyor: “Klinisyenler enerjilerini öncelikli alanlara odaklayabilecek. Genetik ve nörobilim bulgularının yapay zeka temelli yaklaşımlarla birleştiği bir döneme giriyoruz; ruhsal bozuklukları çok daha iyi anlayacağız. Biyomedikal teknolojiler, örneğin giyilebilir cihazlar veya nöral implantlar, ciddi ruhsal bozuklukların tedavisinde önemli bir rol oynayacak.”
Ancak bilimin dışına savrulan toplumların bu kazanımları riske atabileceğini hatırlatıyor. İnsan gelişimini ve özerkliğini gözeten dijital uygulamalarla, biçimlenmekte olan beyinleri toksik etkilerden koruyabileceğimizi umut ettiğini söylüyor. “Önümüzdeki 15 yılın bir diğer sınavı ise iklim krizi olacak” diyor. “Bu gelişmelerin insan sağlığı ve mutluluğu yönünde sonuçlanması için, eşitsizlikleri azaltan ve barışçıl ortamları önceleyen bir bakışla hareket etmeliyiz.”

İllüstrasyon MERİÇ CANATAN
Yazar ve beslenme uzmanı Aslıhan Koruyan Sabancı, beslenme ve diyet alanında uluslararası eğitimlere ve ödüllere sahip; University College London’da sürdürülebilirlik alanında doktora çalışmalarını devam ettiriyor. Son 15 yılda beslenme dünyasının büyük bir dönüşüm geçirdiğini söyleyen Sabancı’ya göre iklim krizi, pandemi, su kaynaklarının azalması ve çevre kaynaklı felaketler; sağlıklı beslenmenin ekosistemin sağlığıyla doğrudan ilişkili olduğunu açıkça gösterdi. Bugün dünya, Türk mutfağının özü olan doğal ve mevsimsel beslenmeye yeniden yöneliyor. Sebze, meyve ve baklagillerin ağırlıkta olduğu Akdeniz usulü beslenme, bilimsel kanıtlarla da desteklenerek evrensel bir model haline geldi. Ancak sağlıklı yaşam yalnızca tabakta bitmiyor: “İyi bir uyku düzeni, temiz su tüketimi, hareket ve zihinsel iyilik hali olmadan bütünsellikten söz edemeyiz” diyor Sabancı ve gastronominin, ekosistemin sürdürülebilirliği ve toplum sağlığının bir parçası olduğunun altını çiziyor. Topraktan sofraya uzanan süreçte gıda güvenliği, ata tohumlarının korunması, yerel üreticiyi destekleme, çevre dostu ambalajlar ve gıda israfını azaltma artık kaçınılmaz.
Önümüzdeki 15 yıl içinse bakışını tüketici gücü belirliyor. Etiket okuyan, ekolojik tercihleri önceleyen Z kuşağı, satın alma gücüyle üretim zincirini dönüştürecek. Aynı zamanda küresel ısınma nedeniyle teff ve kinoa gibi daha az suyla yetişen, besin değeri yüksek ürünler daha önemli hale gelecek.
Aslıhan Koruyan Sabancı’ya göre bilinçli tüketim, sürdürülebilir tarım ve ata tohumlarının devamı; yerel tariflerin ve kültürel gastronomi mirasının korunması yalnızca kendi sağlığımızı değil gezegenin ve tüm canlıların geleceğini şekillendirecek.
1997 doğumlu Öykü Baştaş’ı 2018’de podyumunda yürüdüğü Gucci defilesiyle tanıdık. Instagram’da keşfedilip kısa sürede küresel moda dünyasının dikkatini çeken Baştaş, yüksek moda markalarıyla çalışan ilk Türk model oldu. “Artık sadece podyumda ya da dergilerde yer almak yeterli değil” diyor. “Sosyal medyayla birlikte modeller, kendi hikayelerini anlatan bireysel markalara dönüştü.” Bu dönüşümün çift yönlü olduğunu düşünüyor: “Bir yandan özgürleştirici; çünkü ifade alanı genişledi. Ama aynı zamanda problemli. Eskiden modellik, karakter ve benzersiz bir duruşla tanımlanırdı. Şimdi kimin ne kadar ‘ünlü’ olduğu, algoritmaların belirlediği bir denklem.”
Ona göre markaların bu denklemi benimsemesiyle sektörün doğası da değişmiş: “Giderek daha fazla ‘influencer model’ ya da nepo baby yüzlerle karşılaşıyoruz. Bu da modanın çeşitliliğini ve keşif heyecanını azaltıyor.”
Tüm bu dönüşümler içinde onun için en kıymetli farkındalık değişmiyor: “Bana en çok öğreten şey, kendi özgünlüğünü korumanın ne kadar değerli olduğunu görmekti. Gerçek bir duruş, samimiyet ve estetik hâlâ fark yaratıyor, sadece artık daha çok gürültünün içinden geçiyor. Önümüzdeki 15 yılda modanın daha bilinçli, kapsayıcı ve sürdürülebilir bir çizgiye evrileceğine inanıyorum. Artık estetik kadar etik de önemli.”
Ünlü model artık yalnızca kamera önünde değil arkasında da üretmek istiyor: “Kendi bakışımı üretime dönüştürmek, modelliğin ötesine geçmek... Son iki yıldır Rachel Comey’de çalışıyorum; bu süreç markanın hikayesine farklı bir yerden katkı sunmamı sağladı. Önümüzdeki yıllarda da modelliğin yanında yaratıcı yönümü daha fazla ortaya koymak, moda dünyasının hem önünde hem arkasında üretimler yapmak istiyorum.”
Sefer Çağlar, son 20 yılda İstanbul’un sosyal hayatını dönüştüren mekanların ardındaki en etkili isimlerden biri. Mimarlık ofisi Autoban’ın kurucu ortağı olarak kafe, restoran, otel, mağaza ve havaalanı lounge’ları gibi farklı ölçeklerde, hafızada yer eden projelere imza attı.
“Geçtiğimiz 15 yıla dönüp baktığımızda, İstanbul’un sosyal hayatını şekillendiren çok yönlü ve akılda kalıcı projelerde yer almak hem mimari pratiğimizi hem de düşünce sistemimizi derinden etkiledi” diyor. “Bu projeler bize yalnızca mekan tasarlamayı değil aynı zamanda bir deneyim yaratmayı öğretti. Beatles’ın Hamburg döneminde sahnede ‘pişmesi’ gibi, biz de çok çalışarak kendimize has bir tecrübe ve dil geliştirdik.”
Gelecek 15 yıla bakarken ise odağını daha da daraltıyor: “Bugüne kadar iç mekan ölçeğinde başlayıp, mobilya hassasiyetiyle mimarilere uzanan işler yaptık. Bu yaklaşımı derinleştirerek, ölçek ne olursa olsun detay ve duyguyla şekillenmiş tasarımlar üretmeye devam etmek istiyoruz. Amacımız, mimarlığı insanla kurduğu ilişki üzerinden tanımlamak.”
Michelin yıldızlı Araka’nın kurucusu ve şefi Zeynep Pınar Taşdemir, son 15 yılda Türk gastronomisinde kendi dilini, sezgisini ve estetiğini inşa eden isimlerden. “Benim dönüm noktalarım genellikle krizlerle geldi” diyor. 20’li yaşlarının sonunda yönünü kaybettiği bir dönemde aşçı olmaya karar vermiş. “Tamamen içgüdüsel bir karardı. Belki o sorgulama dönemini yaşamamış olsaydım, bugün beni bu kadar tatmin eden bir yola hiç giremeyecektim.”
Geç başladığı bu meslek ona hız kazandırmış. “30’larımın başında Changa gibi kült bir restoranın şefi oldum. Disiplinle tutkunun birleştiği, zamanın ötesinde yaşadığım yıllardı.” Changa’nın kapanışıysa onun için hem mesleki hem de kişisel bir dönüm noktası olmuş. “Her şeyin altüst olduğu o dönemde kendime ‘Benim canım ne yapmak istiyor?’ diye sordum ve Araka doğdu.”
Bugün Araka, onun sezgilerinden ve doğaya bağlılığından beslenen bir evren. “Benim için başarı, mutlu olmaktır. Para ya da ödüller hiçbir zaman önceliğim olmadı; önce olduğum kişiden memnun oldum, diğerleri sonradan geldi.”
Araka’da her şey kusursuz görünürken içsel bir boşluk yaşadığı dönemde Michelin yıldızını almış. “Bu hem büyük bir motivasyon hem de başarıyla mutluluğun aynı şey olmadığını hatırlatan bir andı” diyen başarılı şef, bugün odağını kendine ve ritmine çevirmiş; kendi bitkilerini yetiştiriyor, tohumların peşinde koşuyor. “Eskiden birden fazla insanın yapabileceği işi tek başıma yapmaktan gurur duyardım; şimdi bir tablonun içinde kaybolmayı seviyorum. Yemek yapmak artık sadece bir amaç değil araç.”
Ajandasındaki bir diğer konu da sürdürülebilirlik. “Sürdürülebilirlik, insanın kendi enerjisini, duygularını ve üretim biçimini de kapsayan bir bütünlük” diyor. “Geleceğin gastronomisi topraktan, iklimden ve sezgiden beslenecek. Şeflik yaşamı, duyarlılığı ve dünyayla kurduğumuz bağı yeniden tanımlamak olacak.”
Cilt sağlığına bütünsel bir tıp perspektifinden yaklaşan dermatoloji uzmanı Dr. Betül Şengör, İstanbul’daki kliniğinde yaşlanma karşıtı ve rejeneratif tedavilere odaklanıyor. “Cilt, bedenimizin, ruh halimizin ve yaşam tarzımızın aynasıdır” diyor. “Bu bakış açısıyla çalışmak, estetikten çok daha fazlasını ifade ediyor; tıbbın bütüncül anlayışını hayatımın merkezine yerleştirdim.”
15 yıl önce Botoks ve dolgunun öne çıktığı dönemde, sonuçların doğallıktan uzaklaşması onu cilt sağlığını yüzeyin ötesinde ele almaya yöneltmiş. “Her hastamın cildine yaklaşırken kan değerlerinden hormon dengesine birçok faktörü göz önünde bulundururum. Gençlerde yaşlanmayı yavaşlatmaya, ileri yaşta ise hücre canlılığını yeniden kazandırmaya odaklanırım. Özellikle menopoz, saçtan cilde kadar belirgin değişimlerin yaşandığı bir dönüm noktası.”
Şengör’e göre rejeneratif tıp, hücrelerin doğal onarım gücünü harekete geçiren en umut verici alan. Eksozom tedavilerinin bu alanda büyük bir potansiyel sergilediğini, hücreler arasında iletişimi sağlayan bu mikroskobik yapıların, gençleştirici molekülleri taşıyarak cildin yenilenme kapasitesini artırdığını vurguluyor. Yapay zeka destekli sistemlere ise ayrı bir başlık açıyor: “Yakın gelecekte yapay zeka destekli sistemlerle biyolojik yaşın da yönetilmesini öngörüyorum. Genetik analizlerle kişiye özel planlar hazırlanacak; giyilebilir sensörler ciltteki nem, ısı ve stres düzeyini ölçerek bakım protokollerini yönlendirecek. Dermatoloji, yalnızca dış görünümle değil içsel dengeyle ilgilenecek.”
“Botoks Çağı”nın yerini cildin ve vücudun kendi kendini yenilediği çağa bıraktığını söyleyen Şengör, “Bu dönüşümün merkezinde olmaktan büyük bir heyecan duyuyorum” diye konuşuyor.
Türkiye’nin en tanınmış moda fotoğrafçılarından Tamer Yılmaz için fotoğrafın en büyük dönüşümü, daha eskiye, analogdan dijitale geçişe dayanıyor: “Analog çekerken kareye çok dikkat ederdik; o ânı bir daha göremeyeceğinizi bilirsiniz. Dijitalle birlikte hız arttı ama özen azaldı. Tarar gibi basıyorsunuz, nasıl olsa bir şey çıkar diyorsunuz. Ben beş dakikada çekerim, başkası bir haftada, farkı yaratan süre değil göz.”
Bu dönüşüm model seçimlerini de etkilemiş: “Eskiden modeli çok titiz seçerdik. Şimdi güzel olsun yeter; cilt düzelir, boy uzar. 20 yıl önceki karelerde hiç dokunulmamış pozlar görebilirsiniz. Kusursuzluk peşindeydik, bu iyi miydi kötü müydü, ayrı.”
Moda ve reklam kampanyalarında ise fotoğrafçıların yaratıcılığının azaldığını düşünüyor Yılmaz. “Önceki yıllarda objektifin arkasındaki tek kişi fotoğrafçıydı. Şimdi görüntü herkesin önündeki ekrana yansıyor; marka sahibi, moda editörü, makyaj sanatçısı... Herkesin söz hakkı var. Artık o fotoğraf sadece fotoğrafçıya ait değil.”
Önümüzdeki 15 yıla bakarken, teknolojinin görüntüyü geliştirse de duyguyu kopyalayamayacağına inanıyor: “Yapay zeka çekim anındaki o tepkiyi, o kas hareketini veremez.” Yılmaz bundan sonra yanıltıcı karelerdense zamanı ve gerçekliği gösteren doğal pozlara odaklanmak istiyor. Yeni kuşak fotoğrafçılara da sade bir tavsiyesi var: “Artık dijitalin dışında kalmak mümkün değil. Post-production programlarını iyi öğrenmek olmazsa olmaz. Yapay zekayı kullanmasanız bile ona hakim olun; hız kazandırır, fark yaratır. Ama en önemlisi iletişimi unutmayın. Modelle kurulan bağ her zaman belirleyicidir.”
Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) Başkanı Dr. Fatih Birol, enerji alanında küresel ölçekte en etkili isimlerden biri. Bir başbakanınki kadar yoğun bir ajandayı yönetiyor; dünyanın enerji politikalarına yön veren karar süreçlerinin merkezinde yer alıyor.
“Son 15 yılda kişisel ve mesleki hayatımı derinden etkileyen önemli dönüm noktaları oldu” diyor. 2015’te, Paris merkezli ajansın yaklaşık 50 yıllık tarihinde ilk kez, üye ülkelerin oybirliğiyle kurumun içinden gelen bir isim, Dr. Fatih Birol, IEA Başkanlığına seçildi: “Bu göreve gelmek büyük bir onurdu. Sadece kişisel açıdan değil dünyanın enerji geleceğini şekillendirme açısından da önemli bir sorumluluktu.”
2016’da babası Prof. Dr. İ. Kemal Birol’un kaybı, başarılarla dolu bir dönemde hayatın kırılganlığını hatırlatmış. Ardından gelen yıllar hem ajansın hem de kendi kariyerinin yeni bir döneme girdiği zamanlar olmuş. 2021’de TIME dergisinin onu dünyanın en etkili 100 kişisinden biri olarak göstermesi, bu yolculuğun sembolik bir onayı niteliğinde. En gurur duyduğu adımlardan biri ise Afrika başta olmak üzere yoksul ülkelerde milyonlarca insanın, özellikle de kadınların yaşamını doğrudan etkileyen “clean cooking” (temiz pişirme) konusunu dünya gündemine taşımak olmuş: “Odun ve tezekle kapalı ortamlarda pişirmek, solunum yolu hastalıklarına ve erken ölümlere neden oluyor. IEA öncülüğünde düzenlediğimiz zirvede bu tehlikeyi azaltmak için 2,2 milyar dolar yardım topladık; böylece konu insani bir kalkınma meselesi haline geldi.”
Ona göre önümüzdeki dönemin en belirleyici unsuru yapay zekanın yükselişi olacak. “Yapay zeka ekonomiyi, eğitimi, kamu politikalarını ve enerji sistemlerini de yeniden şekillendirecek. Ama elektrik olmadan yapay zeka olmaz. Orta ölçekli bir veri merkezi, 100.000 hanenin elektrik tüketimine eşdeğer enerji harcıyor. Bu nedenle sürdürülebilir enerjiye geçiş, yapay zeka çağının omurgası olacak.”
Fatih Birol sözlerini şöyle bitiriyor: “Enerjiye erişim, yalnızca bir kalkınma meselesi değil; eşitlik, fırsat ve insan onuru meselesi. Bu dengesizliği ortadan kaldırmak, önümüzdeki dönemde de en büyük motivasyon kaynağım olacak.”
Kapak İllüstrasyon MERİÇ CANATAN

