Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.


Alberta Ferretti kreatif direktörü Lorenzo Serafini ile göreve gelişinden tam bir yıl sonra İstanbul’da buluştuk; stilde ve hayatta çağdaş bir romantik olmanın anlamını konuştuk.
Lorenzo Serafini, 15 Ekim 2024 tarihinde Alberta Ferretti’nin yeni kreatif direktörü olarak duyurulduğunda, halihazırda 10 yıldır aynı çatı şirkete yani Aeffe’ye bağlı Philosophy’yi yönetiyordu. Dolayısıyla bu atama moda endüstrisindeki hareketli sandalye kapma oyununun arifesinde yumuşak bir geçişti. Bayan Ferretti, 1981 yılında kurduğu aynı isimli markasından eylül ayında ayrılmış, 1988’de kurduğu İtalyan lüks grubu Aeffe’de başkan yardımcısı olarak görevine devam edeceğini açıklamıştı. Ferretti’nin sözleriyle “Zor, karmaşık ama çok düşünülmüş” olan bu ayrılık kararıyla 52 yaşındaki Lorenzo Serafini, Ferretti’nin rolünü devraldı. “Alberta Ferretti’nin kreatif direktörü olarak atandığımda içsel olarak bir rahatlama hissettim diyebilirim. Sanki aramızda derin bir uyum vardı, özellikle de içsel değerler açısından. Çünkü bu modaevi; zarafet, duyarlılık, feminenlik ve romantizm gibi benimle en çok özdeşleşen değerleri temsil ediyordu.”

Lorenzo Serafini, Fotoğraf: Canan Yetişti Satkın
Serafini ile bu göreve gelişinden tam bir yıl sonra, İstanbul’da Vakko Hotel And Residence’ın en üst katındaki süitinde buluştuk. Nişantaşı’ndan İstanbul Boğazı’na uzanan kaotik manzaranın karşısında tüm dinginliğiyle oturan bu uzun boylu, koyu gür saçlı adam, kalın kemik çerçeve gözlüklerinin ardından bakan meraklı ve keskin bakışlarıyla sorularımı içtenlikle yanıtlarken stilde ve hayatta romantik olmanın günümüzdeki anlamı üzerine düşünmemi sağladı.
İtalya’nın kuzeydoğusunda, Adriyatik Denizi kıyısında yer alan sahil kasabası Riccione’de doğan Serafini, henüz dokuz on yaşlarındayken kuaföre giden annesine eşlik eder ve orada annesini beklerken moda dergilerini karıştırırmış. “Moda dergilerine hayrandım, sayfalar arasında adeta kaybolurdum. O zamandan sonra moda dergilerini toplamaya başladım.” Özellikle İtalyan moda dergilerine büyük ilgi duyan tasarımcı, AMICA dergisinin 80’li yıllardaki renkli kapaklarını gülümseyerek hatırlıyor. Bu İtalyan bakış açısı önemli, zira sonrasında Milano’daki Naba-Nuova Accademia di Belle Arti’de moda tasarımı eğitimi alan Serafini, Philosophy’ye geçene kadar da hep İtalyan modaevlerinde çalışıyor: Önce Roberto Cavalli’nin kadın giyim bölümünde deneyim kazanıyor, ardından Dolce & Gabbana’nın kadın giyim ekibinin başına geçiyor. “Gerçekten çok şanslıydım, her zaman hayranlık duyduğum harika tasarımcılarla çalışma fırsatım oldu. Onların zihinlerini ve yaratıcılıklarını kendi bakış açımdan yorumlayabilmek benim için adeta bir armağandı. Bu süreç bana, tarz açısından da büyük bir esneklik kazandırdı; ruhum daha yumuşak ve romantik olsa da daha cesur ya da iddialı tasarımlar yapabilme becerisi edindim. Sanırım bir moda tasarımcısı olarak farklı zevkleri ve stilleri yorumlayabilmek gerçekten çok önemli.”
Roberto Cavalli ve Dolce & Gabbana, maksimalist estetikleriyle bugün İtalyan stili dendiğinde gözümüzün önünde beliren imgeyi şekillendirse de bu iki modaevi gibi 80’li yıllarda kurulan Alberta Ferretti “İtalya’nın sessiz başarı öyküsü” olarak anılıyor. Bayan Ferretti, zarif ve feminen, bağırmayan bir stilin temsilcisiydi. Peki Lorenzo Serafini, Alberta Ferretti için ilk koleksiyonunu hazırlarken Bayan Ferretti’nin bu köklü mirası ile kendi yaratıcı vizyonu arasında nasıl bir denge kurdu? “Aslında bu süreç benim için oldukça doğal ve organik ilerledi. Öncelikle Ferretti kadınının kim olduğunu ve Ferretti ruhunu düşünerek işe başladım. Bu düşünceler, kendiliğinden benim kendi duyarlılıklarımla birleşti.” Şubat ayında marka çatısı altında sunduğu ilki, Alberta Ferretti 2025-26 Sonbahar/Kış koleksiyonu gerçekten de bu duyarlılığın ve denge halinin bir yansımasıydı. Vogue Runway’den Luke Leitch’in yazdığı gibi Serafini “nostalji veya doğrudan arşiv referanslarını abartılı şekilde kullanmayı reddediyor.” Zaten kendisiyle ilk koleksiyonu üzerine konuşurken sarf ettiği cümleler Leitch’in bu çıkarımını tasdikliyor: “İlk koleksiyonuma Progressive Romantics (İlerici Romantikler) adını vermek istedim. Çünkü öncelikle markanın arşivlerinde geçmişe dönüp bir şeyler bulmak istemedim. Asıl amacım, o ruhu geliştirmek ve evrimleştirmekti.”

Alberta Ferretti 2025-26 Sonbahar/Kış Look 1, Vogue Runway
Bu ilk koleksiyonun adı aslında Serafini’nin Alberta Ferretti’deki vizyonuna dair çok şey ifade ediyor ve sorular kafamda ardı ardına beliriyor: Günümüzde romantik olmak sahiden mümkün mü? Peki ‘ilerici romantik’ olmak ne demek? Serafini’nin düşünceli bakışlarında bir parlaklık beliriyor sorularımı cevaplarken: “Bence günümüzde romantik olmak aslında bir güç göstergesi. İç dünyanı, duygularını ya da ruhunu ortaya koymak istiyorsan bunun için gerçekten güçlü olman gerekir.” Peki kendini bir romantik olarak tanımlıyor mu? Yanıtı, kesinlikle evet. “Kendimi çok romantik biri olarak tanımlıyorum ama bu, zayıflık değil tam tersine özgüvenin ve içsel güvenin bir ifadesi.” Modern insan duygularını belli etmemeyi, poker face ifadesini takınmayı çok uzun bir süredir güç sahibi olmakla eş değer görüyor kuşkusuz. Kalabalıklar arasındaki yalnız hayatlarımızda kendimizi savunmak için geliştirdiğimiz bir zırh bu. Dolayısıyla romantik olmak, yoğun hisler karşısında savunmasız kalmak ve güçsüz olmak olarak düşünülüyor. O da bunu doğruluyor: “Birçok insan romantizmi kırılganlıkla karıştırabilir; oysa bence gerçek tam tersidir. Gerçek duygularını gösterebilmek, kendinden emin olmayı ve içsel bir güce sahip olmayı gerektirir.”
Gerçekten de Lorenzo Serafini’nin Alberta Ferretti 2025- 26 Sonbahar/Kış koleksiyonunu incelediğinizde hafif ve akışkan kumaşlar aracılığıyla yaratılan bu siluetlerin kırılganlığın aksine kendinden emin bir duruşu, içsel bir gücü temsil ettiğini görebilirsiniz. Kat kat volanlar ve drapeler, yüksek terzilik ve duyusallığın sonucu olarak tezahür ediyor. Koleksiyon notlarında Vogue İtalya’nın efsanevi genel yayın yönetmeni Franca Sozzani’nin bir alıntısı dikkatimi çekiyor: “Büyük hayaller insanları büyük yapar. Küçük olanlar ise sadece arzudur. En azından hayallerde ‘abartılı’ olmaktan korkmamak gerekir.” Sozzani ile olan ilişkisini merak ediyorum. “Franca Sozzani, moda dünyasındaki herkes için her zaman rehber olmuş biri. Ayrıca Bayan Ferretti ile de çok bağlantılıydı. Bu yüzden onu gözlemlemek, giyinme tarzını ve saçlarını nasıl taradığını incelemek doğal olarak aklıma geldi. Aslında, tam anlamıyla modern romantik vizyonun mükemmel bir örneğiydi diyebilirim. Çok güçlü bir kadın, ama aynı zamanda her zaman hassas ve feminen görünüyordu.” Franca Sozzani ile kişisel bir anısı var mıydı? “Dolce & Gabbana’da çalışırken kişisel gardırobu için onunla birçok prova yapmam gerekmişti. Bu anlar, benim için gerçekten çok değerli ve güzel hatıralar olarak kaldı.”

Alberta Ferretti 2026 İlkbahar/Yaz, Backstage Fotoğrafı: Acielle / Style Du Monde
Lorenzo Serafini ile bu röportajı yapacağım belli olmadan çok önce, geçtiğimiz eylül ayında sunulan 2026 İlkbahar/Yaz koleksiyonlarının kritiklerini okurken Alberta Ferretti koleksiyonu için Tiziana Cardini tarafından Vogue Runway’ de yazılan şu satırların ekran görüntüsünü almış, koleksiyona ait birkaç backstage karesi ile Instagram Hikayeler’de paylaşmıştım: “Mahremiyeti hatırlıyor musunuz? Bir zamanlar bu normal kabul edilirdi. Bugün ise mahremiyet en büyük özgürlük veya ayrıcalık haline geldi.” Tüm bunlar, Lorenzo Serafini’nin 2026 İlkbahar koleksiyonu için aklındaydı. “Tasarlarken, hayatını kendine saklamayı tercih eden bir kadın üzerine düşündüğünü söyledi. Paylaşmanın adeta bir spor haline geldiği bir dünyada, o kadın gösteriş yerine gizliliği, teşhir yerine samimiyeti seçiyor. Bana ‘Aşırıgörünürlük yerine mahremiyeti tercih etmek, romantizmin en saf halidir’ dedi.” Serafini’den bunu biraz açmasını istiyorum. Yaşadığımız görme ve görülme çağında romantizm bize ne sunuyor? “Günümüzde romantizmin en saf hali, bence kendi alanında, yanında olmak istediğin insanlarla çevrili olabilme şansına sahip olmak. Bu, sana özgürlük veriyor; resmi bir duruştan, toplumsal baskı ve göz önünde olma takıntısından kurtulmanı sağlıyor” diyor ve ekliyor: “Günümüzde hepimiz biraz sosyal medyanın esiri gibiyiz ve bu, kendimizi toplum önünde nasıl sunduğumuzu çok etkiliyor. Sürekli göz önünde olma bilinci hem yorucu hem de bazen sahte olabiliyor. İşte bu yüzden mahremiyete sahip olmak, sosyal pozlardan arınarak kendin olabilmeyi ve biraz daha ‘çıplak’ kalabilmeyi sağlıyor.”
Serafini’nin mahremiyet üzerine bu önermesi ve çağdaş romantizm anlayışı, karşımdaki bu adamı başarılı bir moda tasarımcısının yanında derin bir entelektüel olarak görmemi de sağlıyor. Düşünülmüş tasarımların ardındaki bu dehanın ilham kaynaklarını merak ediyorum. “İlhamın ne zaman ve nereden geleceğini asla tahmin edemezsin. En azından benim için durum böyle. Bence ilham alabilmenin en önemli yolu açık fikirli ve meraklı olmak” diyor. Tasarımlarını stüdyoda değil kendi çalışma alanında, yalnız kalarak yapmayı seviyor. Akşam 6’dan sonra daha yaratıcı hissediyor, bu nedenle geceleri çalışıyor. Her şeyin fazlasıyla hızlı ve aceleci bir hale büründüğü bir dünyada modaya ihtiyaç duyduğu özen ve dikkati göstermeyi önemsiyor.
İstanbul’a pek çok kez gelen Serafini, bu kentin farklı kültürlerin ve stillerin bir araya geldiği bir melting pot olmasını seviyor. Her ziyaretinde Türk kadınlarının stilini daha kişisel hale getirdiklerini gözlemlemiş. “Trendleri bire bir takip etmiyorlar; gerçekten kendi kişiliklerini ve özgünlüklerini ön plana çıkarıyorlar. Bu, bence günümüzde çok değerli bir özellik.” Bu anlamda Türk kadınlarıyla İtalyan kadınları arasında da bir paralellik görüyor: “Bence biz, Akdeniz bölgesinin bir parçası olarak pek çok ortak noktaya sahibiz. İtalyan kadınları da artık çok daha güçlü; geçmişe kıyasla trendleri takip etmek yerine kendi hikayelerine ve bireyselliklerine odaklanıyorlar. Bu, bana göre gerçekten ileri görüşlü bir yaklaşım.”
Geçtiğimiz eylül ayında 15 modaevinde 12 kreatif direktörün ilk koleksiyonlarını izledik. Moda endüstrisinde müthiş bir hızda müthiş bir değişim süreci yaşanıyor. Peki Serafini tüm bu olup biteni nasıl yorumluyor? “Moda her zaman değişimle ilgilidir. Değişim olmadan ilerlemek mümkün değil. Bence burada önemli olan, sayılardan veya başka ölçütlerden ziyade merak duygusunu beslemek. İnanıyorum ki kreatif direktörlerin kendilerini ifade edebilmeleri için yeterli zaman verildiği sürece her şey yolunda ilerliyor. Sorun, değişimlerin fazlasıyla hızlı olması ve yaratıcı sürece yeterince zaman tanınmaması. Bence hepimizin vizyonunu güçlendirmek ve olgunlaştırmak için biraz daha fazla zamana ihtiyacı var.”