Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Canınız pasta çektiğinde kendinizi kötü hissetmeden yiyebilme ihtimali kulağa çok iyi gelmiyor mu? Valerie Dayan, yemeğe dair suçluluk duygusunu ortadan kaldırarak zihni rahatlatmayı hedefleyen sezgisel beslenme yöntemini araştırdı.
Fotoğraf: @sofievalkiers
Genetik olarak kilo almaya meyilli, fazlaca karikatürize bir Boğa burcu olarak şunu söyleyebilirim: Yemeye düşkünlüğüm beni hayatta hem en mutlu hem de en mutsuz eden tutkum. Yaza hazırlık süreci olarak tabir edilen –kimseye kendini iyi hissettirmek gibi bir amacı olmadığına emin olduğum– bu günlerde, maruz kaldığım mükemmel Instagram paylaşımları ve dolapta giyilmeyi bekleyen yazlık kıyafetlerim beni bir kez daha senelik panik halime iteledi. Ancak bu kez, beslenme düzenimin beni psikolojik olarak içinden çıkamadığım bir döngüye soktuğunu geç de olsa fark edebildim. Hayatım, beni heyecanlandıran öğünlerimin ardından gelen ve bazen günlerce sürebilen ceza öğünlerim, bikini giyeceğim için stres olup sıkı diyetlerle kilo verdiğim aylar ile yine hafif suçlulukla taçlandırılmış “normal” beslenme düzenim arasında bir yerlerde gidip geliyor. Ve kendimi, asla uzun vadede dilediği kiloda olamayan, suçluluk ve mutluluk arasında seçim yapması gerektiğine inanan bir zamane figürü olarak buluyorum. Intuitive eating yani sezgisel beslenme, tam bu noktada bana ve benim gibi yemekle aşk-nefret ilişkisi olanlara, tünelin sonunda sağlıklı ve huzurlu bir ışık yakıyor.
Sezgisel beslenme, Atkins gibi katı diyet programlarının hüküm sürdüğü 90’lı yıllarda, bu diyetlere sağlıklı ve farkındalık dolu bir tepki olarak doğdu. Yöntem adını, Amerikalı diyetisyenler Evelyn Tribole ve Elyse Resch’in ortak yazdığı, Intuitive Eating: A Revolutionary Program That Works (Sezgisel Beslenme: İşe Yarayan Devrimci Program) kitabından alıyor. 1995 yılında yazıldığından bu yana güncelliğini koruyan ve türevleri halen yazılmakta olan kitap, yemekle başka türlü bir ilişki kurabileceğimizin ilk habercisi oldu. Tribole ve Resch’in bakış açısı, son yirmi senede katı diyet programlarına karşı olan diyetisyenler tarafından da benimsendi ve ortoreksiya nervoza gibi hastalığa dönüşebilen sağlıklı beslenme obsesyonlarının sebep olduğu ruhsal bozuklukların arttığı günümüzde, belki de hiç olmadığı kadar önem kazandı.
Son zamanlarda birçok danışanının kendisine sezgisel beslenmeye dair sorular sorduğunu anlatan diyetisyen Dilara Koçak, yöntemi şöyle tanımlıyor: “Bireyin vücudunun doğal olarak verdiği fiziksel açlık, tokluk ve doyum sinyallerini dinleyerek ve bu sinyallere uyum sağlayarak yemek yeme biçimi.” Besin kısıtlamasının, doğruların ve yanlışların olmadığı sezgisel beslenmenin merkezinde, belirlenmiş bir yemek ritmi veya program yerine, kişinin kendisi ve ihtiyaçları yer alıyor.
Koçak, bir diyetisyen ve psikolog danışmanlığında başlanmasının ideal olduğunu vurguladığı sezgisel beslenmenin; açlığı ve tokluğu doğru zamanda hissederek vücudun ne istediğini anlamak üzerinden beyni ve bedeni özgürleştirebilen, beslenmeyle alakalı stresi bertaraf eden bir yol olduğunu söylüyor.
Memorial Şişli Hastanesi Psikoloji bölümünden uzman klinik psikolog Gizem Mine Çölümlü, sezgisel beslenmenin hem ruhsal hem fiziksel açıdan olumlu sonuçlar doğurabileceğinin altını çiziyor. “Kişi, acıktığı zaman kendisini dinleyerek, gerçekten istediği bir yemeği suçluluk duymadan yediğinde, doyuma daha kolay ulaşabilir. Yemeğin tadına odaklandığı için aşırı doygunluk söz konusu olmadan yemek yemeyi daha kolay bırakabilir. Ayrıca hangi besine ihtiyaç duyduğunu kişiye kendi vücudu söylediğinden, canı bir elma ya da kırmızı et çektiğinde bu sinyallere uyarak daha dengeli beslenebilir.” Koçak da sezgisel beslenmenin kilo verme sürecine destek olabileceğini söylüyor. “Diyet dediğimiz kavram, bütüncül bir yaklaşım gerektirir. Ben bu bütüncül yaklaşıma “iyi yaşam” diyorum; bireyin yaşam tarzı, alışkanlıkları, beslenme düzeni ve besinlerle kurduğu ilişki de buna dahil. Sezgisel beslenmenin temelinde, vücudumuzun ihtiyaç duyduğu yiyeceklerin miktarını ve türünü belirleyebilmemiz yatıyor, bu da kilo vermeye yardımcı oluyor. Hepimizin bildiği üzere, yemek yeme hızı bile kilo kontrolü üzerinde oldukça etkili. Bireyin besini yavaş tüketmesi, yiyeceğe yönelmesinin duygusal açlıktan mı, fiziksel açlıktan mı kaynaklandığının farkına varması kilo kontrolü sağlanmasında rol oynuyor.” Koçak, 2011 yılında yapılan bir klinik çalışmanın sezgisel yeme davranışının kilo vermeyi desteklediğini; 2014 yılında yapılan bir araştırmanın, sezgisel beslenmenin alışılmış diyet programlarına kıyasla zayıflamada daha etkili olduğunu ortaya koyduğunu ekliyor.
Ancak sezgisel beslenmenin popülerliğinin her geçen gün artmasının birincil sebebi kilo kaybettirmesi değil, yemekle olan ilişkimizi “reset’leyip” yeniden pozitife çevirebilmesi. Canınız pasta çektiğinde kendinizi kötü hissetmeden yiyebilme ihtimali kulağa çok iyi gelmiyor mu? Sezgisel beslenmenin amacı, tamamen bu. Yemek yeme ile ilgili suçluluk duygusunu ortadan kaldırmak. Geçtiğimiz aylarda çıkan Just Eat It: How Intuitive Eating Can Help You Get Your Shit Together Around Food (Ye Gitsin: Sezgisel Beslenme Gıda Konusunda Kendinizi Toplamanıza Nasıl Yardımcı Olur) kitabının yazarı diyetisyen Laura Thomas, kadınların yüzde 50 ila 75’inin yemekle problemli bir ilişkisi olduğuna dikkat çekiyor. “Etrafımız, kendimizi kabul etmemiz için önce kendimizi değiştirmemiz gerektiğini söyleyen mesajlarla çevrili. Diyet yapmamız, spora gitmemiz, yediklerimizi sürekli kontrol altına almamız gerekli. Gökkuşağının ötesine, vaat edilen o mükemmel hayata ancak bütün bunları yaparsak ulaşabiliyoruz. Daha mutlu, daha cool ve sevgiyi daha çok hak eder olmak; zayıflığımıza, belli bedendeki giysilere girip giremeyeceğimize bağlı. Oysa bunlar, diyet kültürünün bizlere öğrettiği yalanlar. Nitekim, o ulaşılması güç noktaya gelip halen sorunlarımız olduğunu fark ettiğimizde, her şeyin üstüne bir de yemeye dair utanç ve suçluluk duygusunu eklemiş oluyoruz.”
Klinik psikolog Çölümlü, yemekten korkmak ve birtakım besinleri takıntı haline getirmektense, sezgisel beslenmeyi seçmenin ciddi bir zihinsel rahatlamayı beraberinde getirebileceğini söylüyor. “Diyetlerde en sık yapılan hatalardan biri, yiyecekleri kötü olarak etiketlemektir. Bu zihinsel kısıtlama çoğu zaman beraberinde suçluluk duygusunu da getirerek, kişinin önce besinle, sonra da bedeniyle negatif bağ kurmasına sebep olabilir. Sezgisel beslenme şekli, zamanla bireyin besinlerle ve kendi bedeniyle olumlu ilişkiler kurmasına yardımcı olabilir.”
Sezgisel beslenmenin suçluluk duygusunu ortadan kaldırırken, size kendinizi acıktığınızda yediğiniz, doyunca bıraktığınız pastalar, çörekler, böreklerle dolu ütopik bir yaşam sunmadığını önemle not düşelim.
Bu yeme davranışının kalbinde, kendinizi gerçekten dinleyerek, vücudunuzun o an gerçekten ihtiyaç duyduğuna inandığınız besini tüketmek var. Bedenin, tükettikten sonra kişiyi çabuk acıktıran ve enerjiyi düşüren besin gruplarını sürekli istemesi pek olağan bir durum değil. Kendinize ve bedeninize karşı dürüst olmanız önemli.
Bu satırları yazarken bakıyorum ki akşam yemeği vakti çoktan geçmiş. Hafif bir yemek hazırlamak yerine, kendimi dinleyip canımın yalnızca biraz meyve istediğini hissediyorum ve birkaç parça kuru mangoya gidiyor elim. Mangoları yerken, bedenime yıllardır ne kadar kızgın olduğumu ve acımasız davrandığımı fark ediyorum. Sanırım bu yazı, yemeklere ve bedenime uzattığım sezgisel bir barış çubuğu...