Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Hayatı, başarmak adına kendini sonsuz kamçıladığı bir kişisel performans aslında.
Hazar Ergüçlü 93 Kıbrıs doğumlu, yeni kuşaktan çok başarılı bir genç kadın figürü. Jenerasyonunun farkını “bireyselliğe duyulan inanç” olarak tanımlıyor. Taşra hayatının izlerini, sıkıntılarını taşıyor, sevgiyi arıyor, varoluşa kafa yoruyor…
Bu zor meseleler, Hazar Ergüçlü gibileri için başarmak adına kendini sonsuz kamçıladığın bir kişisel performans da aslında.
Onunla daha önce Med Cezir dizisi için yine Vogue’a yapılan bir çekimde tanışmış, bir espride birleşmiş, sonra da arada bir mesajlaşmaya devam etmiştik. Med Cezir’in üzerinden uzun zaman geçti; Ergüçlü, kendi hikayesi için pek çok şey biriktirdi. Üst üste rol aldığı Mahalle ve ardından Kar gibi festival filmleri, BluTV’ye çekilen Dudullu Postası, Netflix’in adı henüz netleşmeyen ilk yerli yapımı gibi işlerin yanı sıra yeni Nuri Bilge Ceylan filmi Ahlat Ağacı’nda da Hazar var.
Mahalle’de koca korkusundan evden bile çıkmayan bir karateri oynadı, Kar’da ise 17 yaşında bir ergeni… Rol seçerken bir ikilem yaşadığından bahsediyor: “Bir yanda popüler işlerdeki rollerim var. Diğer yanda seviştiğim, içinde uyuşturucunun yer aldığı filmler… Benden bir şekilde bu sınırları netleştirmem bekleniyor. Fakat öyle bir kadın değilim, asla da olmayacağım. Canım ne istiyorsa, beni ne heyecanlandırıyorsa onu yapacağım. Daha da ötesi, buna mecburum”. Bunu “bir var oluş meselesi” olarak görüyor çünkü. “O kalıba sığamıyorum. Sevmediğim bir işe bir haftadan fazla tahammül edemiyorum. Tutunacak bir dal arayışına giriyorum.”
Toplumun kadrajının dışında kalan öteki kadınları oynarken beslendiği yer, doğup büyüdüğü Kıbrıs. “Kıbrıs’ta az insan yaşadığı için bir sınıf ayrımı yoktur. Maliye Bakanı’yla buluşacaksındır, çünkü babanın arkadaşıdır ve ona amca dersin. O da, temizliğe gelen teyze de aynı restoranda yemek yer, aynı yerlere gider, benzer arabalara biner ve benzer evlerde yaşar. Dolayısıyla çevreni oldukları yerde rahatça gözlemleme imkanı bulursun.”
Sınıf farkının yaşanmadığı, herkesin beyaza boyalı bir Akdeniz rüyası sandığı Kıbrıs’ta, o boyayı azıcık kaldırdığınızda müthiş bir taşra baskısıyla karşılaşıyorsunuz aslında. “Kıbrıs’ta giyim-kuşamına, gece ne yaptığına kimse karışmaz ama o Avrupalı kimliğin ardında bir tutuculuk vardır. Tam bir kasaba zihniyeti. Modernliğin arkasında müthiş bir mahalle baskısı... Sınırların ve yapacakların bellidir, sonuçta
bir ada orası. Muhafazakarlığa çok uygun bir ortam sağlıyor bu.”
Gazeteci bir anne babayla, kendi deyimiyle “skandal yaratan bir kız” olarak büyüyor. “Ben çok sempatik ve akıllı bulunan ama hep ötekileştirilip dalga geçilen kızdım. Maddi durumumuz iyiydi ama mesela anneannemle dedem kömür işçisi, muz tarlaları var. Yazları köyde, anneannemin yanında, kömür ocağında ve muz tarlalarında geçerdi çocukluğum; kışları özel kolejde İngilizce sınavlarına hazırlanırdım. Üniversiteye kadar kötü bir öğrenciydim. Çünkü bu eğitim sisteminde benim gibi bir tipe matematiği o şekilde öğretemezsin. Tuhaftım onlara göre, yaramazdım. 15 yaşıma bastığımda tam terör estirmeye başladım. Ergenlikte acıyı ve üzülmeyi keşfediyorsun ya, orada bir patlamışım sanırım. Daha radikal şeyler yapmaya başladım. Buradayım, beni fark edin çığlığıydı aslında bu.”
Ailesi ise onu her modern kentli aile gibi psikoloğa yollamayı tercih ederek aslında çok doğru bir şey yapmış; Hazar Ergüçlü’nün hayatını değiştirecek ilk hamleye dönüşmüş bu: “Akıllanayım diye beni psikoloğa gönderdiler, psikolog da bu deliliğimi savundu. Beni tiyatroya o yönlendirdi. Lefkoşa Belediye Tiyatrosu’na kaydoldum. Kendimi buldum, resmen kalbim açıldı orada.”
Derviş Zaim’in Gölgeler ve Suretler filmini çekmek için Kıbrıs’a gitmesi ise hayatının dönüm noktası olmuş. Daha henüz 16 yaşında Hazar: “Ne yaptığıma dair hiçbir fikrim yoktu. Filmin hırçın kız rolü geldi beni buldu.”
Kendini ilk kez sinemada izlediğinde bambaşka bir ruh haline bürünmüş Hazar. O an karşımda otururken, o anın kaygı ve heyecanı onda yeniden vücut buluyor: “Salona girdiğimde bunun bir film olduğunu ve herkesin beni izleyeceğini anladığımda dehşete düştüm. Ve hâlâ bu duygu sürüyor aslında. Beni izleyecek olmalarından, benim hakkımda fikir sahibi olmalarından nefret ediyorum. Benim hakkımda konuşmayın sakın, bana bakmayın demek istiyorum.” Hayatını oyunculukla kazanan biri için izlenmekten nefret etmek biraz tuhaf değil mi diye soruyorum “Evet” diyor. “Benim bence hayattaki imtihanım bundan nefret edip bunu çok iyi taşıyor olmak. Çünkü aslında aşırı utangaç ve gergin biriyim. Yabaniyim. Sadece durumlara çok iyi uyum sağlarım ve herkesi dinleyip, anlarım. Ne düşündüğümü söyleyemeyecek kadar içime kapanır, kendimi dinlerim.”
16 yaşında çektiği ilk film ona aynı zamanda en iyi kadın oyuncu adaylığını da getiriyor. “Bir de bu çıktı başıma. En iyi olmak... Belki tüm bu yaşadıklarımdan sonra gerçeklik algım deforme olduğu için kendimi olduğum yerin çok altında değerlendirdim. Neyi beğendiklerini tam olarak anlayamıyorum hâlâ. Bence bu meslek öyle bir şey zaten. Oyunculuk dediğimiz şey tüm yaşanmışlıkların toplamını ne kadar iyi anladığın ve bunun ifadende kendine ne kadar yer bulduğu özetle… Keşke bunu tam olarak bilsem ve kaygılanmadan yapabilsem…”
Kıbrıs geride kalıyor ve “hayatımın en güzel, en kabul gördüğüm ve sevildiğim yılları” dediği Haliç Üniversitesi’ndeki öğrencilik dönemi başlıyor. “Hiç bu kadar onaylandığım ve enteresan bulunduğum bir dönem olmamıştı. Çok tatlı arkadaşlarım vardı. Kimsenin arkamdan konuştuğunu da düşünmüyordum, çok eğleniyorduk. Devasa bir konforu bırakıp İstanbul’a gelmiştim bir de. Ergenekon Caddesi’nde bir yurtta kalıyordum. Her şeyden çokça vardı çevremde. Milyonlarca insan, binlerce araba, lokanta… Ev kiraladık okula yakın olalım diye, tanımıyoruz da çevreyi, Kuştepe’de tuttuk evi. Evimizin altında kıraathane vardı, gece 10’dan sonra yürüyemiyorduk. Şimdiye dek yaşadığım en güzel yıllardı...”
Okul yıllarında çalışmaya başlıyor, bu kez karşısına gelen proje Kuzey Güney dizisi oluyor. Herkesin bayıldığı bu dizi, Hazar’ın içindeki kaygı ve sevilmeme hissini körüklüyor. “İlk dizim. Orada adını şimdi koyabildiğim performans anksiyetesi denen şeyi yaşadım. Buna takıldım ve çok utandım. Tamamen ünlülerle çalışmak, popüler bir iş... Mahvetti beni. 19 yaşındayım daha çünkü. Benim tek kaygım sevilmekti, oysa dünyanın en kötü kadınını oynamaya başlamıştım. Gerçekle hayal birbirine karıştı.”
Kuzey Güney yılları performans anksiyetesiyle boğuşup geçerken ikinci büyük dizisi Med Cezir onu bambaşka bir noktaya taşıyor. Bu dönemi, “İnanılmaz sevildim, inanılmaz onaylandım. Ekip de beni çok seviyordu” diye anlatıyor. “Çünkü sevgi kazanır. Birini seversen o da seni sever, işi de seversin. İş büyür, o da büyür. Söyleyeceklerim bu kadar” diyor.
Hazar Ergüçlü’yle vedalaşıyorum. Benden ayrılıp İstanbul’un bir diğer ucundaki dizi setine doğru giderken kafasının bu varoluş krizi, beğenilmeme korkusu ve işinde nasıl daha iyi olabileceği sorusuyla dopdolu olduğuna eminim.
Backstage videosu için tıklayın.