Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.


“Breaking Bad” ve “Better Call Saul”un yaratıcısı Vince Gilligan’ın yeni dizisi “Pluribus” eleştirmenlerden tam not aldı.
Breaking Bad ve Better Call Saul’un yaratıcısı Vince Gilligan, ilk kez o evrenin dışına çıktığı Amerikan post apokaliptik bilimkurgu gerilim dizisi Pluribus ile kısa sürede sosyal medyada büyük yankı uyandırdı. Eleştirmenlerin favorisi hâline gelen yapım Apple TV+’ta izleyiciyle buluştu. İlk bakışta “uzaylı virüsü herkesi mutlu ediyor, sadece ana karakter etkilenmiyor” şeklinde kolayca özetlenebilen bir hikaye gibi görünse de aslında çok daha derin bir meseleyi ele alıyor: Özgür irade, bireysellik, öfke ve yalnızlığın kaçınılmazlığı. Gilligan, güncel toplumsal meseleleri bilimkurgu klişeleriyle ustaca harmanlıyor; hikayeyi sivri ama bir o kadar sempatik, gerçekçi bir kadın karakterin etrafında kurarak yılın en dikkat çeken dizilerinden birine imza atıyor.
2025 yılında insanlık, uzaydan gelen bir sinyal ve bir laboratuvar deneyi sonucunda “The Joining” adı verilen süreçle tek bir kolektif zihne bağlanıyor. Herkesin anıları ve düşünceleri ortak bir havuza akıyor; suç, çatışma ve öfke tamamen ortadan kalkıyor. İnsanlar artık kendilerinden “ben” diye değil, “birey” diye söz ediyor. Yüz ifadeleri, konuşma tonları ve nezaketleri neredeyse kusursuz bir uyum içinde. Ancak bu düzenin dışında kalan tek bir kişi var: Carol Sturka. Yeni dünyanın herkesin aynı anda aynı duyguyu ve düşünceyi paylaştığı huzurlu ama özgür iradeden yoksun yapısına karşı bağışıklığı olan Carol Sturka, bu mükemmel uyumun ardındaki gerçekleri sorgularken hem hayatta kalmaya hem de insan olmanın anlamını korumaya çalışıyor.

Fotoğraf: Anna Kooris, Apple TV+
Better Call Saul’da Kim Wexler olarak unutulmaz bir performans sergileyen Rhea Seehorn, Pluribus’ta romantik roman yazarı Carol Sturka’ya hayat veriyor. Seehorn dizide, yazdığı kitapları ve okuyucuları küçümseyen alaycı bir kadın figürünü canlandırıyor. Dünyanın en mutsuz insanlarından biri gibi görünürken, birden gezegenin tamamı anlaşılması güç bir mutluluk hâline bürünüyor. Carol’ın gerçek ve filtresiz öfkesi ise bu kolektif sistem için bir tür arıza yaratıyor. Bu durum dizinin merkezine şu soruyu yerleştiriyor: Bir insanın öfkelenme ve yas tutma hakkı, gerçekten de milyarlarca kişinin huzuru için göz ardı edilebilir mi?
Seehorn’un performansı diziyi neredeyse tek kişilik bir oyuna dönüştürüyor. Carol; kaba, saldırgan ve dayanılması zor biri olmasına rağmen, derin bir kırılganlık ve yoğun suçluluk duygusu da taşıyor. Özellikle partneri Helen’in ölümünden sonra çölde geçen sahneler, hem trajik hem ürkütücü hem de kara mizahla örülü bir atmosfer yaratıyor.
Pluribus, Gilligan’ın The X-Files döneminden hatırlanan bilimkurgu duyarlılığını günümüz toplumsal meseleleriyle birleştiriyor. Dizi başlangıçta apokaliptik bir gerilim gibi görünürken, ilerledikçe daha felsefi ve karakter ağırlıklı bir anlatıya dönüşüyor. Albuquerque’nin uçsuz bucaksız gökyüzü, boş otoyolları ve banliyö evleri, Carol’ın içsel çöküşüyle paralel bir görüntü sunuyor. Pluribus, yüzeyde bir “mutluluk virüsü” hikayesi anlatsa da özünde birey olma hakkını, öfkeyi ifade etme hakkını ve yalnız kalmayı göze alarak bile kendimiz olma özgürlüğünü savunan karanlık, hüzünlü ve bir o kadar da zeki bir yapım.