Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Herkesin bir ruh eşi var mıdır? Romantik cevapların, kavuşamayanların hikayelerini çok izledik. Netflix kurgusu The One, bilimsel olarak ‘doğru kişi/gerçek aşk’ realitesinde insanın bireysel tuzaklarını sergiliyor. Hayatının insanını bulmak yolundaki bu iyi hikayeler, ne izlemeli sorusuna alternatif sorgulamalarla cevap veriyor.
Herkesin bir ruh eşi var mıdır? Romantik cevapların, kavuşamayanların hikayelerini çok izledik. Netflix kurgusu The One, bilimsel olarak ‘doğru kişi/gerçek aşk’ realitesinde insanın bireysel tuzaklarını sergiliyor. Hayatının insanını bulmak yolundaki bu iyi hikayeler, ne izlemeli sorusuna alternatif sorgulamalarla cevap veriyor.
Fotoğraf: The One, Netflix
The One
DNA eşleşmesi üzerine kurulu fütüristik bir çöpçatanlık servisi düşünün. Veri tabanına yüklenmiş ve sistemi kullanmaya karar vermiş herkes eşleşip hayatının aşkını bulabiliyor. Kulağa gerçek olamayacak kadar güzel ve romantik gelen bu hikaye bilim-kurgudan hızla bir suç dizisine dönüşüyor.
Dizide, CSI takipçilerinin bir kalemde harcayacağı boşluklar yer alsa da (günde 18 saat çalışan bir dedektifin saçı her daim kuaförden yeni çıkmış ve tek rüzgar değmemiş görünse de) hikayenin uygulamasındaki kusurlar çıkış noktasındaki mühim sorgulamalara ve alt metinleri keşfetme keyfine engel değil.
‘Gerçek Aşk’ı arama yolunda harcanan mesai ve kamyonlar dolusu hayal kırıklığından kurtulma fikri gerçekten çok cazip. Düşünsene, modern zamanların tüm yükünden, öğrenilmişliklerinden, güdüsünden uzaklaşıyorsun ve hayatın o mühim tatminini yanılma payı olmadan bulup şu dünyadaki kısıtlı zamanını çok daha iyi geçiriyorsun.
Algoritmaların internet kullanan çoğu hayatı yönettiği, veri tabanı temelli hayatlar yaşadığımızı düşününce çok da uzak bir gelecek gibi görünmüyor. Aşkın kimyası da yıllardır çözüle çözüle haberlerdeki cazibesini yitirdi bile. Milyonlar hayatının aşkına kavuşsun ve sonsuza dek mutlu mesut bir evrende yaşayabilir miyiz acaba? Hiç sanmıyorum.
Hikayedeki kurgu pür bilimsel gerçekliğe ve pazarlama gücüne dayanıyor. Karşına ‘o’ kişi çıkınca tanıdık bir his, engellenemez bir çekim resmediliyor. Ne mutlu değil mi? Değil. Çünkü modern dünya, bu ilkel ve neredeyse kusursuz eşleşme ile uymuyor.
Çünkü insan bencil bir canlı ve karşısına hayatının aşkı da çıksa sığlığından kurtulmamış herkes mutsuzluğa mahkum.
-The One’ın IMDb puanı düşüklüğü hikayenin ana damarlarından biri olan suç örgüsünü inandırıcılıktan uzak aktarması.
-Başrol Hannah Ware, bazı sahnelerde son derece Courteney Cox’ı andırıyor.
-Hikayenin akışı ve final bölümü şimdiden ikinci sezonu planlanmış gibi görünüyor. Netflix’in son zamanlardaki yapımları arasında şans vermeye değer.
Fotoğraf: The Lobster, IMDb
The Lobster
İzlediyseniz bile tekrar göz atmaya değer bir hikaye. Ayrıca sanırım Colin Farrell’in en alternatif işi. Yakın gelecekteki bu distopik hayatta eş bulmak o kadar önemli bir durum ki, yalnız/bekar olmak suç. Peki ya bulamıyorsan?
The Lobster’daki kurallara göre bekar insanlar bir otele yerleştiriliyor ve 45 gün içinde partnerlerini bulmaları gerekiyor. Peki ya o kişi otelde değilse? Ya da başka biriyle eşleşiyorsa? Ya da bulamıyorsan! Kişi o zaman başka bir canlıya dönüştürülmek üzere şehir dışına yollanıyor. Hikaye buraya varmadan önce yaşananlar komedi, drama, romantizm ve kurgu arasında gidip gelirken distopik sekansların sosuyla muazzam bir film.
‘O senin dengin mi?’ sorusu kişiler ya da toplum tarafından zaten onaylanmış, çok daha resmi makamlarca soruluyor ve uygulanıyor. Aşık olduğu kişinin peşindeki David (Colin Farrell) eğer görevi tamamlayamazsa süreç sonunda bir ıstakoza dönüşmeyi kabul ediyor.
Olivia Colman, Rachel Weisz, Ben Wishaw, Lea Seydoux gibi zengin bir kadro tamamen hikayeye hizmet ediyor. Cannes’da Jüri Özel Ödülü’nü almış bu filmi platformlarda arayıp bulalım tekrar izleyelim. Doğru kişiyi bulmak için yaşananlara bu kurgudan sonra bambaşka bir gözle bakabilirsiniz.
Fotoğraf: The Good Place, IMDb
The Good Place
Kişisel hafızamda beklenmedik derecede iyi çıkan komedilerden biri olarak yer etmiş The Good Place’i bir aşk hikayesi olarak görmediğimi belirterek bu listeye dahil ediyorum.
Birbirine 4 benzemez faninin abuk ölümleri sonrasında ahirette bir araya gelip, türlü deneylere alet olduğu The Good Place’in filozofik sorgulamaları, canlı renklerle bezeli bir sit-com’dan çok daha derin olduğunu defalarca kanıtladı. 50 bölüm boyunca ritmini yüksek tutup yeni kapılar açılarak günlük komedi dizisi ihtiyacını da çok iyi karşıladı.
Tam olarak bir ‘güldürürken düşündüren’ yapımının çıtır çerez diye başlanan bölümleri beklenmedik romanslarla bezeli. Ana karakterler -adeta yürüyen bir işe yaramaz- Eleanor Shellstrop (Kristen Bell) ve etik profesörü Chidi Anagonye (William Jackson Harper) ancak listenin başındaki dizi The One’da sözü edilen uygulamaya dahil olup birbirlerini bulur da ruh eşi olduklarına inanır.
Kompleks zaman çizelgesinde, sonsuzluk içinde defalarca değişen senaryo akışında Eleanor ve Chidi bir şekilde hep buluşuyor. Bana göre buluşmalarının temelini çok daha felsefik bir taban sağlıyor. ‘Doğru kişiyi bulmaya çalışmaktansa, doğru kişi ol!’