Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Komediden dramaya size şehri sunacak en iyi New York filmlerinden bir derleme yaptık.
New York filmlerinin bu kadar ikonik olmasının şaşırtıcı bir yanı var mı? En iyi zamanlarda, uyumayan şehirde yaşam sinematik bir şekilde çarpıcı olabilir—ister Central Park’ta yürüyün, ister yağmurda Fifth Avenue’da kapalı bir tente altında toplanın ya da muhteşem, eski bir barda martini yudumlayın. Özellikle şanslıysanız, gerçek hayatta filme konu olacak bir an bile yaşayabilirsiniz: örneğin, East River’ın üzerinden Q trenine binerken bir tanışma veya West Village’daki bir brownstone sokağında el ele yürürken çalınan bir öpücük gibi. Şehrin uğultusu ve tınısı tek kelimeyle zarafet notalarıyla dolu; bu yüzden de on yıllar boyunca şehrin bazı semtleri filmlerin en komik, romantik ve derinden etkileyen anlarının arka planı olmuştur.
Müzikaller, gerilim filmleri, suç dramaları, romantik komediler gibi, tercih ettiğiniz tür ne olursa olsun size neden Big Apple gibi bir yer olmadığını hatırlatacak en iyi New York filmlerinden bir derleme.
Fotoğraf: Alamy Stock Photo
Truman Capote’nin 1958 tarihli aynı adlı romanından uyarlanan Blake Edwards’ın BreakfastatTiffany’s filmi, baş karakter Holly Golightly’nin Tiffany & Co.’da bir elinde Danimarka çöreğiyle vitrin alışverişi yapma tutkusundan adını alır. Meşhur Fifth Avenue mücevhercisine gitmek, Holly’nin “kızıl öfke” (mavilerden farklı bir duygu) hissettiği her an başvurduğu bir kaçış yöntemidir. Neden mi? Golightly (Givenchy tasarımları içinde parlayan Audrey Hepburn), “Sessizliği ve gururlu görünümü” diyerek açıklar. “Orada başınıza çok kötü bir şey gelemez.”
Fotoğraf: Alamy Stock Photo
Barbra Streisand ve Robert Redford, Sydney Pollack'ın duygusal filminde -Central Park’taki gölde birlikte kürek çekiyor- New York'un yerlisi Marvin Hamlisch'in Oscar ödüllü müziğiyle ekranı aydınlatıyor. The Way We Were, tamamen şehirde geçmese de (araya Malibu ve Schenectady’de geçen sahneler giriyor), Manhattan’ın 1930’lar, 40’lar ve 50’lerdeki romantik bir portresini sunuyor. Bize inanmıyor musunuz? Plaza Hotel’in önünde geçen ikonik final sahnesine bir göz atın. (Not: 1967 yapımı Barefoot in the Park (Jane Fonda ile) ve 1975 yapımı Three Days of the Condor (Faye Dunaway ile) filmlerini ekleyerek kendinize “Robert Redford Takes New York!” temalı bir üçleme yapın.)
Fotoğraf: Alamy Stock Photo
Woody Allen’ın pek çok filmi, New York’u en duygusal, romantik ve çılgın haliyle yakalıyor; Crimes and Misdemeanors, Hannah and Her Sisters ve tabii ki Annie Hall bunlardan sadece birkaçı. Ancak Mariel Hemingway, Diane Keaton ve Meryl Streep’in başrollerini paylaştığı Manhattan, belki de en büyüleyici ve etkileyici olanı. Siyah-beyaz çekilen film, George Gershwin’in Rhapsody in Blue eseriyle açılıyor ve geniş şehir manzaraları, boş banklar ve melankolik görüntüler sunuyor.
Fotoğraf: Alamy Stock Photo
Melanie Griffith, Harrison Ford ve Sigourney Weaver’ın rol aldığı bu klasik ofis komedisi, bir sekreterin şirket basamaklarını tırmanmasını anlatıyor. Staten Island’daki saf bir genç kızdan Manhattan’da etkileyici bir kadına dönüşen Griffith’in ikonik dönüşümünü izlemek için gelin (“İş kafam çalışıyor ve günaha uygun bir bedenim var. Bunun yanlış bir yanı var mı?”); kalın vatkalı, çılgın ve proto-Balenciaga tarzı ceketler için kalın. Ayrıca: harika açılış jenerikleri!
Fotoğraf: Alamy Stock Photo
Şehir hayatını tasvir etmede usta olan Nora Ephron, hem komik detaylarda hem de romantik anlatılarda eşsiz bir yeteneğe sahipti; When Harry Met Sally bunun en bariz örneği. Gerçek bir Manhattan filmi olan yapım, Katz’s Deli’yi adeta bir hac noktası haline getirdi ve New York sonbaharının neredeyse şok edici güzelliğini gözler önüne serdi. (Nora Ephron, 2012’deki ölümünden bir buçuk yıl önce, en çok özleyeceği şeylerin bir listesini yaptı ve bunlar arasında “sonbahar,” “parkta yürüyüş,” “parkta yürüyüş fikri” ve “park” vardı.)
Fotoğraf: Alamy Stock Photo
Dakota Fanning ve Brittany Murphy’nin başrollerini paylaştığı Uptown Girls filmindeki büyüleyici New York manzaraları arasında eski Bendel’s mağazası, Christie’s, Metropolitan Sanat Müzesi ve Cooper Hewitt Müzesi (bu durumda bir kız okulu olarak tasvir edilmiş); Central Park’taki Sheep’s Meadow ve Bow Bridge; ve Coney Island’daki Tea Party gezintisi yer alıyor.
Fotoğraf: Alamy Stock Photo
Noah Baumbach'ın yazdığı, Wes Anderson'ın yapımcılığını üstlendiği ve Laura Linney, Jeff Daniels, Jesse Eisenberg ve Owen Kline'ın unutulmaz performanslar sergilediği bu yarı otobiyografik bağımsız film, 1980'lerin New York'una yazılmış bir aşk mektubu. Filmin adı, Amerikan Doğa Tarihi Müzesi’ndeki devasa mürekkep balığı ve balina dioramasına atıfta bulunsa da, film Park Slope, Brooklyn’in pitoresk mahallesinde, boşanmış ebeveynlerinin çalkantısıyla başa çıkan iki erkek çocuğa odaklanıyor.
Fotoğraf: Alamy Stock Photo
New York, Sex and the City için genellikle beşinci yıldız olarak tanımlanır ve dizinin ilk film uyarlaması bu gerçeği tamamen benimser. Şaka bir yana: Carrie'nin New York Halk Kütüphanesi'ndeki rüya düğününün kabusa dönüşmesi; Miranda ve Steve’in Brooklyn Köprüsü’nün yarısında buluşması; Carrie ve Louise’in Carlyle Hotel’in Bemelmans Bar’ında bir kokteyl içmesi; ve tabii ki, City Hall’de masalsı bir mutlu son.
Fotoğraf: Alamy Stock Photo
Ocean's’ın 2018'deki tamamen kadınlardan oluşan yenilenmiş hali, New York’un Metropolitan Sanat Müzesi’nde, yıllık Met Gala’da karmaşık bir soygunu gerçekleştirmeye çalışan sofistike bir hırsız grubunun gösterisiyle ortaya çıkıyor. (Not: Vogue’un, partinin gerçekçi görünmesini sağlamak için biraz katkıda bulunduğunu söyleyebiliriz.)
Fotoğraf: Alamy Stock Photo
Pretty Woman’ın hikayesini bile sönük bırakacak bir yoksulluktan zenginliğe uzanan bir öykü sunan Anora, Brooklynli bir striptizci (Mikey Madison) ile Rus bir oligarkın oğlu (Mark Eydelshteyn) arasındaki aşkı konu alıyor. Bu çılgın yolculuk, elbette, her şeyin çöküşüyle sona eriyor. Ancak Brighton Beach, Coney Island ve Sheepshead Bay’deki çekim yerleriyle, yapım, genellikle filmlerde ve dizilerde fazla yer almayan bir New York tarafına da büyüleyici bir bakış sunuyor.