Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Hızla gelişen akıllı telefon teknolojisinin hayatımıza getirileri aşikâr. Peki yaşamı kolaylaştıran bu sihirli değnek, yeni nesli sinsice depresyona ve hatta intiharın eşiğine de sürükleyebilir mi?
Fotoğraf: Jeff Henrikson
Kâh cebimizde, kâh soframızda, kâh yastığımızın altında. Ama daima hayatımızın merkezinde. Akıllı telefonlar, ihtiyaçlarımızı karşılayan bir araçtan öte, vücudumuzun bir uzantısı haline geldi. Telefonumuza sevdiklerimizden daha çok zaman ayırdığımız, sosyal medyada popülarite için rekabet ettiğimiz ve sanal alanlarda sosyalleşirken gerçek hayattan koptuğumuz bir dönemdeyiz. Gelişen teknolojinin hayatımıza kattığı değerleri kutlarken, alıştığımız toplumsal kuralların ters yüz edildiği bu yeni düzenin yan etkilerini ısrarla görmezden geliyoruz. Üstelik, elimizdeki veriler distopik romanları aratmayacak kadar sarsıcıyken.
Araştırmalara göre akıllı telefon kullanımıyla gençlerin depresyon ve hatta intihar eğilimi arasında endişe uyandıracak kadar kuvvetli bir sebep-sonuç ilişkisi var. Bu ilişkinin en büyük mağduruysa şüphesiz internet çağında doğanlar yani “dijital yerliler”. Doğum tarihi 1995-2012 yıllarına tekabül eden bu neslin şimdi yeni bir adı daha var.
“iGen, bugüne kadar hiç tecrübe etmediğimiz kadar şiddetli ruh hastalıklarının pençesinde.” San Diego State Üniversitesi Psikoloji bölümünden Prof. Dr. Jean M. Twenge uyarıyor. Twenge, The Atlantic dergisi için yazdığı “Akıllı telefonlar bir nesli mahvetmiş olabilir mi?” başlıklı makalede, iGen adını verdiği yeni neslin diğerlerinden nasıl ayrıldığına dikkat çekiyor. “Eskiden kuşaklar arasındaki en büyük fark, hayat görüşüydü. Ancak yeni nesil sadece bakış açısı değil, vaktini nasıl geçirdiğiyle de radikal biçimde farklı. GSM direkleri olan her yerde, hayatını telefonlar üzerinden yaşayan gençler var.” Twenge’ göre, politik iklim, savaş gibi jenerasyonun karakteristik özellikleri ve ruhsal durumunu etkileyen birçok güçlü faktör var. Fakat iGen’i tanımlayan niteliklerin çoğunu, akıllı telefon ve sosyal medya ikilisine atfetmek yanlış olmaz.
iGen akıllı telefonlarla büyüdü. Öz kimliğini sosyal medya vasıtasıyla buldu. Zira, orta okula başlamadan önce Instagram ve Facebook hesabı vardı. 2010 yılında Amerika’da akıllı telefon kullanan genç nüfus yüzde 50’lere ulaştı; o dönemde yapılan araştırmalar gençlerin günün 7,5 saatini telefonda geçirdiğini ortaya koydu. iGen’in dörtte birinin “daima” internette olduğu açıklandı. Paten pistleri, oyun parkları ve basketbol sahalarının yerini sanal dünya aldı. Tüm nesillerin ortak arzusu olan “bağımsızlık”, yeni jenerasyon için cazibesini bu noktada yitirdi. Ebeveynlerinden uzaklaşmak ve arkadaşlarıyla vakit geçirmek için fırsat kollayan nesillerin aksine, iGen boş vaktini çoğu zaman odasında telefonuyla baş başa ve yalnız geçirmeye başladı.
“Davranışsal olarak bir işle ne kadar vakit geçirirseniz o eylem kendi eşik değerini yaratır, yapmadan duramaz hale gelirsiniz.” Psikoterapi uzmanı Emir Erünsal, akıllı telefonlar ve sosyal medyanın gençlerde ciddi bağımlılık yarattığını söylüyor: “Sanal platformların telefondan zahmetsizce erişilebilir olması öncelikle konforlu. Beden imajıyla ilgili kaygı ise düşük. Kişinin kendinden daha iyiyi, daha kötüyü ya da dengini, stalking dediğimiz röntgencilik fetişiyle gece gündüz gözlemleyebildiği ve kıyaslama yapabildiği bu uygulamalar, bireyin kişiliğini ve hatta bir jenerasyonu dizayn edebilecek güce sahip.”
Sosyal medya bağımlılık yaratıyor, evet. Peki ya bağımlılık, sosyal medyanın bir yan etkisi değil, yaradılış sebeplerinden biriyse? Facebook’un eski başkanı Sean Parker’ın teknoloji dünyasında sansasyon yaratan sözlerini hatırlayın: “Toplumla ilişkinizi kökünden değiştiren bu araç, bağımlılık yaratmak üzere tasarlamıştır ve çocuklarımızın beynini ne yönde etkilediğini Allah bilir.” Parker, geçtiğimiz yılın Kasım ayında Axios dergisine verdiği röportajda, sosyal medya kanallarının insan psikolojisini sömürmeye programlandığını söylemişti. Tüm gözlerin Silikon Vadisi’ne çevrildiği günlerde, bir başka itiraf da Facebook’un global açılımdan sorumlu eski yöneticisinden geldi: “Kendimi çok suçlu hissediyorum.” Chamath Palihapitiya, 2017’nin Aralık ayında Stanford Üniversitesi’nde yaptığı açıklamada, “Toplumun işleyiş biçimini alt üst eden bir sistem yarattık” diyordu. “Vücuda dopamin aşılayan, toplumdan onay alma dürtüsünü uyaran like sistemi, manipülasyon yöntemiyle kitlelere her şeyi yaptırabilecek güce sahip. Bir teknoloji lideri olmama rağmen çocuklarımı sosyal medyadan uzak tutuyorum. Benim çocuklarım akıllı telefon kullanamaz.”
Fotoğraf: Jeff Henrikson
Birkaç emoji’nin veya like’ın kime ne zararı olabilir ki, dememek lazım. Zira teknolojinin hayatımıza getirdiği aralıksız sosyalleşme ve anlık geri bildirim almamızı sağlayan uygulamalar, özellikle gençlerin duygu durumlarında özgüven eksikliğinin başı çektiği problemler yaratabiliyor.
Florence Nightingale Hastanesi’nden uzman klinik psikolog Işın Emeç anlatıyor: “Kişi, yaşıtlarını ve değerli gördüğü yetişkinleri model alarak benliğini tasarlamaya gençlik yıllarında başlar.” Emeç’in “değerli” sıfatından kastı ise namı diğer sosyal medya fenomenleri: “Özgüven gelişimi halen devam eden genç, sanal dünyanın sunduğu ve fenomenlerin pazarladığı mükemmel hayatları takip ettikçe kendi hayatındaki kusurları sorgulamaya başlıyor. Resmedildiği gibi kusursuz bir hayat kurgulayamadıkları için, ortaya çıkan manzarada hüsran, yetersizlik ve depresif hisseden bireyler var.”
Peki bu eğilim iGen’in ilişkilerini ne yönde etkiliyor? “Bir simülasyon gibi düşünün” diyor Emeç. “Sosyal medya, oldukça gerçekmiş gibi görünüyor ama istediğiniz zaman offline olabilirsiniz; üstelik istemediğiniz kişiyi engelleyip bir daha asla karşılaşmayacağınız ilişkiler meydanı burası. Bedenen ve ruhen hissedemediğimiz, göz teması kurmadığımız kişilerle sanal alanda ne kadar kaliteli ilişkiler kurabiliriz ki? Kaldı ki bu sayede, empati becerisi de alt üst oluyor.” Emeç, sanal dünyasının iGen’in iletişim kurarak problem çözme becerilerini ve duygusal zeka gelişimini de ciddi anlamda zedelediğini vurguluyor. Kendinden önceki jenerasyonlara kıyasla dışarıda daha az zaman geçirdiği için fiziksel açıdan çok daha güvenli yaşam şartlarına sahip olan iGen, ruhsal açıdan ciddi bir tatminsizlik ve mutsuzlukla karşı karşıya. Yirmi beş yıldır nesiller arası farklılıkları araştıran Prof. Dr. Twenge bulgularını şöyle özetliyor: “Telefon kullanımı ve mutsuzluk hissi birbirine paralel. Haftada on saatini telefona ayıran ortaokul öğrencilerinin yüzde 56’sı mutsuz olduğunu söylüyor. Haftada dokuz saatini telefona ayıranların mutsuzluk oranı ise yüzde 47. Mutsuzluk hissinin, ekran karşısında geçirilen zamanla doğru oranda azaldığını görüyoruz.” Yoksul veya zengin, kentli veya köylü hatta genetik özellikleri de gözetmeksizin bu depresif duygu durumu bütün gençleri etkiliyor.
Sosyal medyanın üzerimizdeki etkilerini kontrol etmek güç olabilir fakat ona ne kadar maruz kalacağımıza karar vermek bizim elimizde. Sosyal medya kullanımını radikalce bırakmaktansa azaltmak ya da günlük egzersiz yapmak bile gençler üzerinde etkili olumlu sonuçlar yaratabiliyor. Twenge’in The Atlantic için yazdığı makaleye geri dönelim: 2013 yılında yapılan bir araştırmaya göre, sosyal medyaya düşkün ortaokul öğrencilerinin depresyon riski, düzenli spor yapanlara nazaran yüzde 27 daha fazla. Elektronik cihazlarını günde bir saat kullanan gençlerin intihara teşebbüs oranı ise günde beş saat akıllı telefonlarıyla haşır neşir olanlara kıyasla yüzde 70 daha az.
Gözlemleyin. Şayet çocuklarınızla ilgili, ‘eskiden spor yapardı, dışarı çıkardı; şimdi iyice eve kapandı’, ‘tuvalete, yatağa bile telefonla gidiyor; bizimle konuşmuyor’ gibi şikayetleriniz varsa, daha da önemlisi onların karamsar, dertli ve gittikçe sosyal hayattan kopuk olduklarını gözlemliyorsanız profesyonel yardım almanın zamanı gelmiş olabilir. Sosyal medya sizi de fazlasıyla etkisi altında tutuyorsa Emir Erünsal’a kulak verin: “Ergen çocuk zamanını sürekli telefonda ya da sosyal medyada geçiren bir büyüğünü görüyorsa lafınızı dinlemez, bunu biliniz. Örnek olmalısınız.” Kendi kullanımınızı da azaltmak gayeniz varsa Erünsal’ın tavsiyesi iyi bir başlangıç noktası olabilir: “Yetişkinlere sosyalleşirken artık cep telefonlarını çıkarıp masaya koymamalarını, bildirimleri tamamen kapatmalarını tavsiye ediyoruz.” Söz konusu çocuğunuz olduğunda ise Erünsal’a göre denetim şart: “Çocuklara 9-10 gibi çok erken yaşlarda telefon veriliyor, buna ihtiyaç yok” diyor ve ekliyor: “İş sadece telefonla bitmiyor; bilgisayar oyunları, tablet oyunları, konsol oyunları ve sosyal medya da çok zaman alıyor. Çocukların, dikkat gelişimi de bundan etkileniyor. Düşünün, yeni nesil, sosya medyada karşılaştığı bir video’ya bile bir dakikadan fazla tahammül edemiyor, ama akademide onlardan sayfalarca kitap okumaları, konu çözümlemeleri bekleniyor.” Emeç’e göre kısıtlamalardan ziyade, “Gençlere eleştirel yaklaşmamak, koşulsuz sevgi vermek, onları olduğu gibi kabul etmek, duygularının ve benliklerinin anlaşıldığını hissettiren bir iletişim dili bulmak” gerekiyor. Hatta teknoloji bağımlılığından kurtulmaları için en faydalı yaklaşım bu.
Akıllı telefon bağımlılığını akıllı uygulamalarla yenmek mümkün olabilir mi? Telefonsuz yapamam diyenlerdenseniz, bu yeni nesil uygulamalara bir şans verin.
Mute: Alanının en yenisi olan Mute, her gün telefonunuza bakarak geçirdiğiniz zamanın hesabını tutuyor. Belirlediğiniz kotayı aşarsanız, sizi kısa süreli telefon detoksuna davet ediyor. Telefondan ne kadar ayrı kalırsanız, o kadar övgü yağdırıyor.
Moment: Günlük telefon kullanımınızı sınırlamayı amaçlayan Moment, kendi belirlediğiniz limitleri aştığınız takdirde telefonunuzu elinizden bırakana kadar sizi bildirim yağmuruna tutuyor, tabii eğer kurulumda bu opsiyonu seçerseniz.
Space: İşe, alışkanlıklarınızı ölçen bir testle başlıyor. Kullanıcı tipinizi ve bağımlılık seviyenizi tespit ettikten sonra, ufak hedefler koyarak alışkanlıklarınızı değiştirmenize yardımcı oluyor.
Hold: Öğrenciler için geliştirilen Hold, diğerlerinin aksine gün içerisinde telefona bakarak geçirmediğiniz zamanı kaydederek, bu süreci gerçek hayatta para yerine geçen puanlara dönüştürüyor.