Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Zapotengo’dayım, gün batımından az evvel; Casa del Sapo’nun çatı dairesine uzanan taş basamakları tırmanıyorum. Beton oturma yerine geldiğimde en yakın üç arkadaşımın, gün ışığında yıkanmaya çoktan hazırlandığını görüyorum. Durduğum yerden, ufku rahatlıkla görebiliyorum. Solumda eski, terk edilmiş görünen şapel ile arkasında, timsahların mesken tuttuğu, palmiyelerle çevrili bir lagün. Sağımdaysa altın sarısı kumla kaplı, el değmemiş bir sahil.
Kıyı boyunca kimse yok, tek bir adam dışında: Chucho. Oltasını okyanusa savuruşunu istiyorum. Partneri Felicita’yla birlikte, hafta sonu için kiraladığımız dairenin arkasındaki evde yaşıyor. Gezimiz boyunca neredeyse her gün, Chucho’nun yakaladığı taze balıkları yiyoruz. Kahvaltıda toprak patikayı izleyip arkadaki organik bahçeye gidiyoruz: habanero biberi, domates, yabani ıspanak ve kişniş dolup taşıyor; taze yumurtalar doğrudan kümesten toplanıyor.
Oaxaca, Santa María Huatulco’nun 45 dakika kadar dışında, deniz kenarında ıssız bir yerde konumlanan, iki yatak odalı ev, Meksika’da gördüğüm en el değmemiş sahillerden birine komşu ve tek başına. Tam da bu sebepten ve sunduğu ıssızlıktan ötürü, 33’üncü yaş günümü kutlayacağım yer olarak Casa del Sapo’yu seçtim.
Journal For The Theory Of Social Behaviour’ın bir çalışmasına göre, ıssızlık arayışı yükselişte. Yalnızlığa kıyasla ıssızlık, genellikle olumlu bir hâl ifade ediyor; kaçınılacak değil, peşine düşülecek bir hâl… Çalışma ıssızlığın faydalarını da listeliyor: özgürlük, yaratıcılık, samimiyet ve maneviyatta artış. Geçmişteki ve bugünkü tüm gezginler de - tıpkı benim gibi - ıssızlığı gözden uzak ortamlarda aramışlar; bunlar çoğunlukla, onları içebakışa yönlendirecek tenha, apaçık ve doğal alanlar. Bu tür yerler içimizde bir tür özgürlük hissi uyandırır; burada, doğanın yüceliği içerisinde ufacık hissederiz ve kentlerin genellikle sebep olduğu gürültüden uzaktayızdır.
Bu ıssızlık tutkusuyla birlikte - son birkaç yılda deneyimlediğimiz aksayan seyahat planları, sağlık endişeleri ve bağlanırlıktaki sendeleyen artış da eklendiğinde - giderek daha çok sayıda gezginde, daha uzak yerleri keşfe çıkma arzusunun hiç olmadığı kadar arttığını görüyoruz. Pew Reseearch Center’a göre Amerikalıların yaklaşık yüzde 97’sinin şu veya bu model bir cep telefonu var; yüzde 85’iyse iPhone veya benzeri akıllı telefonları kullanıyor. Kurtulmak mümkün görünmezken, tüm bunları geride bırakma dürtüsünü hissetmemiz çok doğal.
İstatistikler, yalnızlığa ıssızlığa duyulan ihtiyaca açıkça işaret etse de, daha fazla huzur bulmaya yönelik artan ilgimizin kökleri kadim bilgeliğe de dayanıyor olabilir. Çok satan yazar ve Shakti School for Ayurveda’nın kurucusu Katie Silcox, daha fazla dinginlik isteğini, uzmanlaştığı eski Hint tıbbı ile açıklıyor. Ayurvedik ilkelere göre her insan üç dosha’nın ya da arketipin birleşiminden oluşur: Kapha, toprak ile su; Pitta, ateş ile su ve Vata, hava ile eter (ana dosha'nızı burada bulabilirsiniz). Bağlantıyı koparma ihtiyacımızdaki bu artışı, sanal olarak bağlı kalmak için kullandığımız neredeyse her şeyin - internet, bilgisayarlar, cep telefonları - Vata olması nedeniyle, insanlığın fazla Vata enerjisine sahip olmasıyla açıklıyor. Bir bireydeki aşırı Vata'nın davranışsal yan etkileri arasında huzursuzluk, endişe, sinirlilik, ayrıca topraklanmamış olma hissi ve kaçma dürtüsü yer alıyor.
Silcox, “Özellikle daha vahşi, doğal veya otantik olduğu düşünülen bölgelere seyahat etme arzusu, kültürümüzün gerçek bağlantı eksikliğini dengelemek için çok makul bir dürtü,” diyor. “Aklımız aracılığıyla birbirimize aşırı bağlıyken, fizikselliğimiz ve ruhumuz her zamankinden daha az bağlı hissediyor olabilir. Bu aşırı Vata hissini dışarıda vakit geçirerek, kendi yemeğimizi pişirerek ya da bahçecilik gibi topraklayıcı aktiviteler yaparak dengelemek mümkün.”
Dünyanın önde gelen seyahat işletmelerine göre, Silcox'un önerdiğine benzer deneyimler giderek daha fazla talep görüyor. Gezginler sadece teknolojiden kopmak istemiyorlar; aynı zamanda, özellikle doğal bir ıssızlık hissi uyandıran izole yerlerde, kültürlerle daha düşünceli bir yolla bağ kurmaya da giderek daha fazla ilgi duyuyorlar.
Manzaraları ve zengin kültürel mirasıyla Ürdün, bu her iki istek için bir cennet sunuyor. Gerçek bir kaçış arayanlar için en iyi destinasyon hâline geldi. Bu dürtü Experience Jordan Adventures'ın kurucu ortağı Ayman Abd-AlKareem için de geçerli. Abd-AlKareem şöyle diyor: “Alışılmışın dışında aktiviteler sunan, kişiye özel turlara yönelik taleplerde bir artış olduğunu fark ettim. Gezginler, günlük yaşamın koşuşturmacasından kopup doğanın dinginliğinde huzur bulabilecekleri benzersiz deneyimler arıyor.”
Benzer şekilde, Yeni Zelanda'daki dört yatak odalı lüks çiftlik evi Flock Hill Lodge'da manzara o kadar apaçık ki, sınırsızlığının ölçeği ve görkemi altında eziliyorsunuz. Yönetici Andrew Cullen bunu, pansiyonun en büyük değerlerinden biri olarak görüyor. Organize ettiği macera ve deneyimleri, ülkenin seyrek nüfuslu Güney Adası'ndaki 36 bin dönümlük arazinin engebeli vahşi doğası etrafında şekillendiriyor. “Uzak bir yere gitmek genellikle bağlantıyı koparmak olarak görülse de ben bunu aslında bağ kurmak olarak görüyorum,” diyor Cullen. “Bulunduğunuz ortamın vahşi doğası, deneyiminizin ne olacağını gün be gün belirlediğinde sabırlı olmayı, bir yolculuğun sizi beklemediğiniz yerlere veya farkındalıklara götürmesine izin vermeyi öğreniyorsunuz.”
Şili'nin ücra Atacama Çölü ve Arjantin'deki Iguazu Şelaleleri gibi yerlerde lüks pansiyonlar sunan otel grubu Awasi için deneyimler, el değmemiş doğal manzaraları ıssızlık içinde keşfetmek için, her konuğa özel bir rehber ve araç sunmak üzerine inşa ediliyor. Awasi Genel Müdürü Matías de Cristóbal şöyle diyor: “Bu tür seyahatler bizi yeni kültürlere, manzaralara ve gerçeklere maruz bırakıyor; genellikle de düşünce şeklimizi şekillendiren, ömür boyu unutulmayacak anılar yaratıyor. Özellikle en bakir yerlerde, insanoğlu olarak doğanın bir parçası olduğumuzu ve sadece onunla birlikte var olmadığımızı fark etmek insanı alçakgönüllü kılacak bir deneyim olabilir. Doğayla daha derin bir bağ kurduğumuzda, kendimize ait eksik bir parçayı da keşfedebiliriz.”
Zapotengo’daki son akşamımda en iyi bildiğim şeyi yapıyorum; yazıyorum. Yatakta, şeffaf bir tentenin altında, yaş günümü böylesine uzak bir cennette geçirebildiğim için duyduğum minnettarlığı, böyle bir yerin varlığı için ne kadar minnettar olduğumu düşünüyorum. Tanıdığım pek çok arkadaşım New York, Los Angeles, Londra ve Mexico City gibi şehirleri terk ederek farklı bir arayışa girdi. Bazıları deniz kenarında evler inşa etti; bazıları da kırsalda organik bahçeler ve çiftlikler kurdu. Bu durum, içimizde doğuştan gelen ve toprağa bağlı hissetmeyi arzulayan bir şey olup olmadığını sorgulamama yol açıyor. Dünyanın kaotik ve geleceğimizin tamamen kontrolümüz dışında olduğunu hissettiğimiz bir zamanda, bu hisse geri dönüyoruz; toprakla daha fazla iç içe geçerek gerçek anlamda topraklanmak. Belki de nihayetinde, en başından beri olmamız gereken yerdeydik.