Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Romantizmin sinemada nasıl efsaneleştiğini keşfe çıkıyoruz.
Romantik filmler, izleyicileri kalpten kalbe bir yolculuğa çıkarırken aynı zamanda sevgi, tutku ve bazen de hüzün gibi evrensel temaları işiyor. Sevgililer Günü için hazırladığımız en romantik filmler seçkisinde, aşkın farklı halleri ve zaman dilimlerinde şekillenen en unutulmaz romantik yapımlar bir araya geliyor. Bazı filmler, tutku dolu anlar ve müziklerle aşkı kutlarken, diğerleri ise gerçekçi ilişkilerin karmaşıklığını keşfediyor. Her biri, sevginin hem gücünü hem de kırılganlığını derinlemesine ele alıyor. The Notebook gibi kült yapımlardan Past Lives gibi popüler filmlere romantizmin sinemada nasıl efsaneleştiğini keşfe çıkıyoruz. Sevgililer Günü’ne özel romantizmin doruğa ulaştığı filmleri ister partnerinizle izleyin, isterseniz de 1 kase dondurma eşliğinde izleyin, her iki şekilde bu 14 Şubat’ta aşkın büyüsüne kapılabilirsiniz.
William Wyler tarafından yönetilen, klasik romantik komedi filminin başrollerinde Audrey Hepburn ve Gregory Peck yer alıyor. Hepburn, Prens'ten kaçmak isteyen, özgürlük arayan ve Roma'da bir gün geçirme şansı bulan, Avrupa'nın bir ülkesinin prensesi Ann karakterini canlandırırken, Peck, gazeteci Joe Bradley rolündedir. Film, Prens Ann'in Roma'da bir gün boyunca sıradan bir insan gibi yaşamak istemesiyle başlar. Joe, ona rehberlik ederken, onun kimliğini bilmeden onu eğlenceli bir şekilde tanımaya başlar. Joe, Ann'in hikayesini haber yapmak için fırsat ararken, ikili arasında romantik bir bağ gelişir. Roman Holiday, özgürlük, aşk ve kimlik üzerine dokunaklı bir hikaye sunarken, Audrey Hepburn'ün unutulmaz performansı ve filmin tarihi atmosferiyle sinema dünyasında ikonik bir yere sahiptir. Hepburn, bu rolüyle En İyi Kadın Oyuncu Oscar'ını kazanmış, film ise sinema tarihinin en büyük klasiklerinden biri olmuştur.
Rob Reiner’ın yönettiği ve Billy Crystal ile Meg Ryan’ın başrollerde olduğu When Harry Met Sally zıt karakterlerin, uzun yıllar süren bir arkadaşlıktan sonra aşka dönüşen ilişkilerini keşfediyor. Hem komedi hem de dramatik unsurlarla dolu olan film, aşkın tanımlarını sorgular ve “bir erkek ve bir kadın arkadaş olabilir mi?” sorusuna eğlenceli bir şekilde yanıt verir.
Garry Marshall’ın yönettiği ve Julia Roberts ile Richard Gere’in başrollerde olduğu Pretty Woman bir işadamının ilişkisini konu alıyor. Çoğu zaman romantik komedilerin klasiklerinden biri olarak görülse de, film aslında yüksek sosyetenin ve sınıf farklarının işlendiği bir aşk hikayesidir. Vivian karakteri, Roberts’ın yetenekli oyunculuğuyla unutulmaz bir ikili yaratıyor. Film, aşkı keşfederken toplumsal sınıf farklarının nasıl üstesinden gelinebileceğini sorgular.
Lawrence Kasdan’ın yönettiği bu film, Kevin Costner’ın canlandırdığı eski gizli servis ajanı Frank Farmer’ın, Whitney Houston’ın oynadığı ünlü şarkıcı Rachel Marron’ı korurken gelişen aşkını anlatıyor. Aksiyon ve romantizmi bir arada sunan filmde, büyük güvenlik riski olan bir kişi için hayatını feda etmeye kadar giden bir sevgi öyküsü işleniyor. Film, sadece bir aşk hikayesini değil, aynı zamanda güvenliği ve fedakarlığı da vurgular.
Amy Heckerling tarafından yönetilen film, Jane Austen’ın Emma adlı romanının modern bir uyarlamasıdır. Başrollerinde Alicia Silverstone, Stacey Dash ve Brittany Murphy yer alıyor. Silverstone, Beverly Hills'te yaşayan ve popülerliğini her şeyin önünde tutan, zeki ama bazen biraz naif olan Cher Horowitz karakterini canlandırır. Clueless, gençlik kültürünü ve Beverly Hills'in yaşam tarzını mizahi bir dille ele alırken, modaya, arkadaşlığa ve romantizme dair eğlenceli bir bakış açısı sunar. Film, 90’lar gençlik kültürünün ikonik yapımlarından biri haline gelmiş ve zamanla bir kült klasik olarak kabul edilmiştir.
Richard Linklater’ın Before Sunrise, Before Sunset ve Before Midnight filmleri, Jesse ve Céline’in ilişkilerinin yıllar içinde nasıl değiştiğini anlatıyor. Before Sunrise iki yabancının gece boyunca gerçekleştirdiği samimi sohbeti, Before Sunset yıllar sonra karşılaşmalarını ve nihayetinde Before Midnight ile ilişkiyi anlamaya çalışma sürecini işler. Bu üç film, zamanla değişen aşkı ve ilişkilerin zorluklarını izlerken, gerçekçi ve derin bir romantizm sunar.
Yönetmenliğini Roger Michell’in üstlendiği bu yapımda başrolleri Hugh Grant ve Julia Roberts paylaşıyor. Grant, filmde, Londra’nın ünlü Notting Hill semtinde kitap dükkanı işleten, içe kapanık bir adam olan William Thacker'ı canlandırırken, Roberts ise Hollywood'un ünlü aktrislerinden Anna Scott karakterine hayat vermektedir. Filmin konusu, William’ın Anna ile tesadüfî bir şekilde tanışması ve farklı dünyalardan olmalarına rağmen aralarında gelişen romantik ilişkiyi anlatıyor. Notting Hill, aşkla ilgili duygusal ve komik anları harmanlayarak, aynı zamanda ünlülerle sıradan insanların ilişkilerindeki engelleri ele alıyor.
Gil Junger’ın yönettiği 10 Things I Hate About You Shakespeare’in The Taming of the Shrew eserinden uyarlanıyor. Julia Stiles ve Heath Ledger’ın başrollerde olduğu film, Kat ve Bianca adlı iki kız kardeşin aşk hayatını konu alıyor. Bianca’nın erkek arkadaş yapma yasağı ve Kat’ın asilikleri arasında geçen film, zıt kişiliklerin birbirine aşık olma sürecini eğlenceli ve romantik bir şekilde işliyor.
Baz Luhrmann'ın vizyoner müzikal filmi, 1890’lardaki Paris ve pop şarkıların melodramatik bir şekilde kullanılmasıyla dikkat çekiyor. Ewan McGregor ve Nicole Kidman, Christian ve Satine'i canlandırırken, film gerçek aşkı, baştan çıkarmayı ve romantizmi birer fantezi olarak yansıtıyor. Luhrmann, aşkı ve hayal gücünü bir arada sunarak seyirciyi romantizmin en saf hallerine çekiyor.
Donald Petrie tarafından yönetilen filmin başrollerinde Kate Hudson ve Matthew McConaughey yer alıyor. Kate Hudson, Andie Anderson karakterine hayat verirken, Matthew McConaughey ise Ben Barry karakterini canlandırıyor. Film, Andie’nin bir dergide çalışarak, "Bir erkeği 10 günde nasıl kaybedersiniz?" başlıklı bir makale yazma görevini üstlenmesiyle başlıyor. Andie, Ben'i, bir kadının onu nasıl kaybedeceğini göstermek için seçer. Ancak Ben, Andie’nin hedefinden habersizdir ve bir reklam kampanyasında, bir kadının onu ne kadar çabuk aşık edebileceğini kanıtlamak amacıyla, aynı 10 gün içinde Andie'ye aşık olmayı planlar. İki karakter de birbirlerinin oyunlarını oynamaya çalışırken, beklenmedik bir şekilde gerçek aşka dönüşen duygular geliştirirler. Film, eğlenceli bir şekilde aşk, ilişkiler ve insanların birbirleriyle kurduğu bağlar üzerine mizahi bir bakış sunar.
Richard Curtis’in yazıp yönettiği film, Noel döneminde Londra'da geçen çeşitli aşk hikayelerini bir araya getirerek, birbirine paralel olarak gelişen farklı karakterlerin ilişkilerini keşfeder. Başrollerde Hugh Grant, Colin Firth, Liam Neeson, Emma Thompson, Keira Knightley, Alan Rickman, Laura Linney gibi ünlü isimler yer alıyor. Her karakter, farklı bir aşkla ilgili sorun ve sevinçlerle yüzleşirken, filmde aşkın çok farklı biçimlerine odaklanılır. Love Actually, dostluk, aile, sevgi ve bağlılık gibi temaları sıcak ve eğlenceli bir şekilde işler.
Nick Cassavetes’in yönettiği The Notebook, Ryan Gosling ve Rachel McAdams’ın başrollerde olduğu, unutulmaz bir romantik hikayeye sahip. Noah ve Allie arasındaki aşkı, filmdeki yaşlı karakterler James Garner ve Gena Rowlands’ın canlandırdığı bir çift üzerinden anlatırken, romantizm ve sadakat hakkında duygusal bir keşif yapılır. Nicholas Sparks’ın romanından uyarlanan bu film, aşkın zamanla nasıl hatırlanacağını ve ölümsüzleştiğini gösterir.
Anne Fletcher tarafından yönetilen filmin başrollerinde Sandra Bullock ve Ryan Reynolds yer alıyor. Bullock, kanadalı bir yayıncı olan ve Amerika'da oturma izni alması için sahte evlilik yapmaya karar veren Margaret Tate karakterine hayat veriyor. Reynolds ise, Margaret'in yardım teklifini kabul eden ve onunla evlenmesi gereken, ofisinde çalışan genç ve eğlenceli asistan Andrew Paxton rolündedir. Margaret, Andrew'yu Kanada'ya götürmek ve ailesiyle tanıştırmak için evlenmeye ikna eder. Ancak yolculuk, ikiliyi beklenmedik şekilde birbirlerine yakınlaştırırken, gerçek duygular ortaya çıkmaya başlar. The Proposal, eğlenceli ve sıcak bir aşk hikayesini, ikilinin birbirine aşık olma sürecini mizahi bir dille işlerken, aynı zamanda aile bağları ve özgürlük temalarını da ele alır.
Marc Webb tarafından yönetilen film, geleneksel aşk hikayelerinden farklı olarak, ilişkilerin başlangıcından sona ermesine kadar geçen süreyi, farklı zaman dilimlerinde anlatır. Başrollerinde Joseph Gordon-Levitt, Tom Hansen rolünde ve Zooey Deschanel, Summer Finn karakterinde karşımıza çıkıyor. Tom, Summer'a aşık olan bir adamdır, ancak Summer onunla evlenme gibi bir düşüncesi olmadığını sürekli dile getirir. Film, ilişkilerdeki hayal kırıklıkları, beklentiler ve gerçekler arasındaki farkları keşfederken, aşkın her zaman tek bir doğru yolu olmadığına dikkat çeker.
Christian Ditter tarafından yönetilen ve Cecelia Ahern'in Where Rainbows End adlı romanından uyarlanan filmin başrollerinde Lily Collins, Rosie Dunne karakterini, Sam Claflin ise Alex Stewart karakterini canlandırıyor. Film, Rosie ve Alex’in çocukluklarından başlayarak birbirlerine duyduğu sevgi ve zorluklarla dolu bir ilişkiyi konu alıyor. İkili, yıllarca süren dostluklarının ardından, hayatın onları farklı yollara sürüklemesiyle birbirlerine aşık olurlar, ancak yanlış anlaşılmalar ve yaşamın getirdiği zorluklar, aşklarını engeller. Love, Rosie, zaman içinde birbirlerinin hayatlarında bir yer bulmaya çalışan iki insanın romantik, duygusal ve bazen komik hikayesini anlatırken, aynı zamanda dostluk, hayatın değişimlere direnmesi ve doğru zamanı beklemenin önemini işler.
Josh Boone tarafından yönetilen, John Green’in aynı adlı çok satan romanından uyarlanan filmin başrollerinde Shailene Woodley, kanserle mücadele eden genç bir kız olan Hazel Grace Lancaster’ı, ve Ansel Elgort, Hazel’ın hayatını değiştiren Augustus Waters karakterini canlandırır. Film, Hazel ve Augustus'un kanserle mücadele ederken birbirlerine duyduğu aşkı, hayatın zorluklarına rağmen buldukları anlamı anlatır. The Fault in Our Stars, ölüm, kayıp ve sevginin geçici ama güçlü doğasına dair derinlemesine bir hikaye sunar.
Damien Chazelle’in yönettiği La La Land Hollywood'un altın çağından ilham alarak, Los Angeles'ta yaşayan bir caz piyanisti ve bir oyuncu adayının aşkını anlatıyor. Ryan Gosling ve Emma Stone’un başrollerde olduğu bu müzikal, büyük hayallerin ve özlemlerin peşinden giderken, birbirleriyle uyumsuzlukları ve hayatın zorlukları arasında sıkışan bir aşkla ilgili duygu yüklü bir hikaye sunuyor.
Luca Guadagnino’nun yönettiği bu film, André Aciman’ın romanından uyarlandı. Film, ilk aşklar ve keşiflerle dolu bir yaz hikayesini anlatıyor. Elio (Timothée Chalamet) ve Oliver (Armie Hammer) arasındaki ilişkiyi konu alıyor. Film, gençliğin duygusal karışıklığını, aşkın ölümsüzleştirici gücünü ve kişisel kimliklerin nasıl şekillendiğini keşfediyor.
Jenny Han’ın aynı adlı romanından uyarlanan filmin yönetmenliğini Susan Johnson üstleniyor. Başrolünde, Lara Jean Covey karakterine hayat veren Lana Condor ve onun romantik ilişkilerini keşfeden Peter Kavinsky’yi canlandıran Noah Centineo yer alıyor. Film, Lara Jean’in geçmişte gizlice sevdiği beş farklı erkek için yazdığı mektupların yanlışlıkla gönderilmesiyle başlar. Bu durum, Lara Jean’in hayatını karmaşık bir hale getirir, özellikle de Peter Kavinsky ile başlayan sahte bir ilişki, ikisi arasında gerçek bir aşka dönüşür. To All the Boys I’ve Loved Before, gençlik aşkı, kimlik keşfi ve aile bağlarını konu alırken, samimi ve eğlenceli bir anlatı sunar.
Celine Song’un yönettiği Past Lives aşk ve geçmişin sınırlarını sorgulayan bir drama filmi. Nora (Greta Lee), Arthur (John Magaro) ile evlidir, fakat Hae Sung (Teo Yoo) adlı eski arkadaşıyla yeniden karşılaşınca geçmişe dair derin hisler uyanır. Geçmişin, şimdiki anın ve geleceğin birleştirildiği film, izleyicilere aşkın ne kadar belirsiz ve karmaşık bir duygu olabileceğini düşündürüyor.