Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Hedi Slimane, dünyanın ortalıkta en az görünen tasarımcılarından biri olabilir ancak üretimlerinin benzersiz estetiğiyle modayı harekete geçirdiğini, arada tartışmalara neden olsa bile diyaloğu daima şekillendirdiğini kim inkar edebilir?...
Fotoğraf: Hedi Slimane
Son yirmi yıl içinde üç büyük modaevini yöneten Hedi Slimane, daha önce görülmemiş bir bütünlük anlayışıyla döneme damgasını vurdu. Bugüne dek hayat verdiği üretimlerinde etkili olan rock‘n’roll, siyah-beyaz, cinsiyet geçişkenliği, Paris, Los Angeles ve gençlik kültürüyle, tasarımcı ve vizyoner fotoğrafçı, moda dünyasını nasıl şaşırtacağını şüphesiz çok iyi biliyor. Celine’in başına geçmesinin ardından sunduğu ikinci hazır giyim koleksiyonu 2019-20 Sonbahar/ Kış’ında gösterdikleri, yepyeni bir tarzı onurlandırdı: Özgürleştirilmiş bir yeni burjuvazi, kışkırtıcı bir çekicilik. Zeki olduğu kadar uzlaşmaz da olan Hedi Slimane, çoğunlukla suskun kalmayı seçiyor. Ve bu da konuştuğunda söylediklerini daha anlamlı kılıyor. Kreatif direktör, Vogue’un sorularını yanıtlıyor.
Celine çatısı altındaki ikinci koleksiyonunuz, aynı anda hem katı hem küstah bir yeni burjuvaziyi gün yüzüne çıkardı. Stilinizle bağdaştırılan rock estetiğinden uzaktı. Kadın imajının değişime uğradığını hissediyoruz; kimi boyutlar ve malzemeler daha önceki koleksiyonlarınızla zıtlık içinde zira. Bu tutum, ilgi uyandırdığı kadar insanları şaşırttı da. Bunu geçmişten kopuş olarak mı görüyorsunuz?
Normcore moda ve logolu sokak giyimi bağlamında ele alındığında, Celine’in Parisli yeni burjuvazisi, neredeyse punk ve hedeften tamamen sapış olarak görülebilir. Modada her şey bağlam ve denge meselesidir. Radikallik, günün stilinden –belli bir dönemin kabul gören fikirlerinden, toplumsal hareketlerinden ve kültürel sembollerinden– karşıt yönde ilerleyen bir kavram. Aynı zamanda, Keith Richards’ın koluna girmiş Anita Pallenberg’in yaptığı gibi burjuva stilinde, küstah ve özgür giyinme meselesi bu. Rock estetiği, bu gardıroptan paradoksal olarak birçok şey ödünç alıyor: ‘Saygınlık’ gelenekleri, üst sınıf, bunların yönünü daha iyi değiştirmek... Benim için bir oyun bu; stilimin bir varyasyonu ve geçmişten kopuş.
Bu sezon kusursuz pelerinler, yeniden biçimlendirilmiş pantolon etekler, tenis çizgili giysiler, lacivert şallar, yeni trençkot fikirleri ve sönük renklerden oluşuyor. Güç sembolü bir klasikler serisi düşlediniz. Sizce Celine’in özü klasik mi?
Gardırop kodlarımı obsesif bir şekilde tekrar tekrar tasarlayışımdan bu yana yirmi yıl geçti. Dolayısıyla bugün Celine’de, eski moda parçaları da işin içine katarak kadın ve erkek için ayrı olmak üzere yeni klasikler yaratıyorum. Pantolon etek, bunun özellikle bir parçası. Aynı zamanda bu Celine’i yeniden belli bir kültürel alana oturtma meselesi. Parisli bir kadına, yani hepimizin bildiği ve kuşkusuz bağlandığı genç bir Fransız kadına, Celine’in kodlarını sinematik anlamda kadınsı olarak yansıtmak bana gerekli görünüyor. Bir de şu var ki, Celine’in klasikliği artizanal boyutta, aşırı kaliteli oluşunda, Fransız üslubunda. Bu modaevinde güven aşılayıcı, uzun ömürlü şeyler var, lüks deri ürünlere ve kusursuz giysiye içsel olarak değer verme kavramı var burada.
Son derece Parisli bir görünüşü ve ruh halini cisimleştiriyorsunuz. Bir Parislinin özellikleri neler sizce?
Her şeyden önce şevk. Üslup, aksiyon ve dilde özgürlük ifadesi, anneden kıza, babadan oğula herkeste görülen bir zarafet ve doğallık anlayışı var. Kendimi her zaman özdeşleştirdiğim Fransız sineması, eskiden olduğu gibi bugün de esin verici. Ancak bir dizi ilham perisinin ismini saymak yerine, kuşaktan kuşağa tüm dünyada taklit edilen stiliyle, tüm genişliğiyle bana hâlâ ilham veren şeyin sokaklar olduğunu söyleyebilirim.
Tarihsel bir couture evinin başındaki sanat yönetmeninin görevleri ve sorumlulukları neler?
Her modaevinin bir çizgisi, geçmişi ve kendine özgü değerleri olduğu için genel bir tanım yok. Couture yapan bir moda tasarımcısı olarak benim açımdan en önemli şey hissetmek, öngörmek ve markayı döneme uyacak şekilde güncellemek. Logodaki aksanı kaldırıp kadının yanı sıra erkek hazır giyimini de yaratarak, Celine’in görsel kimliğini yeniden tanımladık; sırada parfüm ve yüksek couture serisi var.
Yavaş yavaş hayata geçirilecek bu öğelerden “temel prensipler” olarak bahsediyorsunuz. Bununla ne demek istiyorsunuz?
Celine, alanı ve dili genişletilmesi gereken bir couture evi. Özellikle erkekte parametreleri değiştirmek ve değerleri daha geniş kapsamlı ifade etmek çok önemli. Aynı şey parfüm için de geçerli. Celine’i Paris’te, tarihsel bağlamında yeniden konumlandırmak için elde dikilmiş haute couture nosyonunu gündeme getirmek zorunluydu. Önemli klasiklerin ve Celine’e özel dilin yinelenen öğelerinin yaratılmasında da temel prensipler rol oynuyor.
Fotoğraf: Hedi Slimane
İlk defileniz hakkındaki kimi tepkiler çok acımasızdı. Neler yaşadınız o dönem? Yönetimi ele alışınızdan iki yıl sonra, bugün ne tür bir ruh hali içindesiniz?
180 derecelik bir dönüş, finansal riskler, çıkar çatışmaları… tepki kaçınılmazdı. Ayrıca etrafımdaki koşullar aşırı politik ve hukukiydi. Buna rağmen duvarları yıkmayı hiç düşünmedim. Mesele, ödün vermeden dürüst bir diyaloğa girmek ve Celine’e Paris üslubunu yeniden kazandırmaktı. Aynı şeyi 2012’de Saint Laurent’da da yaşadım. Sonuçta, o Paris gecesinde koleksiyon üzerine kopan beklenmedik gürültü, Celine’in şöhreti açısından bir nimetti. Aşırı püriten ve negatif anlamda da olsa, kısa bir kokteyl elbisesi için büyük bir reklamdı. Altı ay ardından burjuva ruhunun dönüşü sunumunu yapmam için tam da böyle bir şey gerekiyordu. 2012’de olduğu gibi burada da eleştiri, hedefinin tam tersi etki yarattı ve altı ay sonra her şey unutulmuşluğa teslim oldu. Ruh halime gelince, ben asla yolumdan şaşmam. Zira benim yolum, konunun anlaşılırlığından ve bütünlüğünden hiç ödün vermeden bir modaevinden diğerine giden uzun bir yol...
Dior Homme, Saint Laurent ve şimdi de Celine. Çok özel kimlikleri olan üç couture evini yönettiniz. Buna rağmen yıllar içinde bütünlüklü bir stil, size ait duruşuyla kolayca tanınan bir üslup geliştirmeyi başardınız. Bazıları açısından, modaevlerinin geçmişinden uzaklaşmak olarak görülen bir özgürlük bu…
Couture evleri, kişinin normal alışkanlıklarıyla hareket ettiği lüks oteller değildir. Onlarda bütünsellik vardır. Bir couture tasarımcısını stilist ile karıştırmamak gerekir, tercihen kendisinde olması durumunda kişiliğiyle, adanmışlığıyla ve belirgin stiliyle modaevinde imzasını bırakır tasarımcı. Bu durum, örneğin bireysel üslubuyla tanınan bir film yönetmeni için de geçerli; onun bir senaryoya, sizin de modaevinin geçmişine bağlı kalmanıza engel teşkil etmez. Diğer yandan kişinin bireysel stili yoksa, var olabilmek için modaevinin kimliğini ve vizyonunu metodik olarak kendine mal etme seçeneği de her zaman vardır tabii.
LVMH genel müdürü ve CEO’su Bernard Arnault, Celine için beş yıl içinde 2 ila 3 üç milyar euro arasında bir ciro öngörüyor. Onun hırsı, size ve yeteneğinize olan inancı üzerinizde stres yaratıyor mu?
Benim bakış açımdan müşterek hırsımız, yenilenmiş Celine couture evi ve uzun dönemde neyi temsil edeceği. Bu sadece rakamsal değil patrimonyal bir yaklaşım, uzun dönemde içsel değerin, nüfuzun, kültürel işleyişin oluşturulmasına dair. Daha önce Dior ve Saint Laurent’da yaptığım gibi sağlam bir temel atmak önemli. Stres, son yirmi yıldır hayatımın her günü bana eşlik ediyor, böylece ben de en önemli şeye, yaratmaya odaklanabiliyorum.
Koleksiyonun yaratım süreci nasıl işliyor? Size neler ilham veriyor?
Hep tanımadığım kişiler... Bir başka deyişle, sezonluk bir polaroid içinde yer alan bir kıza ya da erkeğe yıldırım aşkıyla vurulmak bu. Aynı zamanda kusursuz gardırop araştırmalarıma devam ediyorum. Klasiklerim üzerinde her sezon milyonlarca kez çalışıyorum. Neticede bu hâlâ bir ustalık işi.
Yirmi yılı aşkın süredir moda alanında çalışıyorsunuz. Hangi değişim, evrim ya da gerileme sizin üzerinizde büyük etki yaptı?
Yaratıcı kişi, temel özgürlüğün farklı değerlerinde gerileme olmasından korkar ve bu doğal olarak tüm alanlar için geçerlidir. İyiye ya da kötüye doğru en radikal değişim, modanın baskılanması ve yaratıcılık etrafındaki iletişim tarzını büyük oranda değiştiren küresel boyuttur. Bir de ne yazık ki siyaseten doğruluk duruşu var ki, o da birinci dereceden zorbalık. Kısacası tam anlamıyla rahat değiliz. Kılık değiştirmiş bu yeni muhafazakarlık biçimine yaratıcılıkla karşı koymak zorundayız.
Fotoğraf: Hedi Slimane
Sosyal ağların son derece güçlendiği bu dönemde kararlı bir şekilde içe dönük ve ketum olmayı sürdürüyorsunuz. Neden?
Instagram ilk çıktığında sanatsal proje, fotoğraf odaklı blog fikrini sevmiştim. Şimdilerdeyse rakamlara olan ilgiden de Instagram’da kalabalıkları etkileyen kişi sayısından da kuşku duyuyoruz. Yaratıcılık açısından önem taşımayan şeyler sosyal ağlar sayesinde önem kazanıyor. Yüzlerce yıllık sanat tarihinin tüm disiplinleri, popülarite yarışında hep kaybediyor. Bir de buna her şeyi gözler önüne serme, her konuda fikir belirtme obsesyonunu ekleyin; her şeyin ortalıkta dolaşması banal hale geldi.
Çalışmadığınızda neler yapmayı seviyorsunuz?
Asla öyle bir şey olmuyor. Potansiyel olarak her şey; çalışamadığım zamanlar, dışarı çıkışım, okuduklarım, gittiğim konserler, fotoğrafladıklarım, hepsi yaratıcılık süreciyle bütünleşmiş durumda.
Fotoğraflarınız yoluyla dönemleri belgelediğinizi söylüyorsunuz. Sizin döneminize dair görüşünüz nedir?
Popülizmin yükselişini, hoşgörüsüzlüğü, ötekinin reddini şaşkınlık içinde gözlemliyorum. Sosyal medya istemeden de olsa çoğu talihsizliğimizin kaynağı. Buna karşın fotoğraf ve moda bana umut veriyor. Kaliforniya, Fransa ve başka yerlerde gençliği belgelemek bir kurtuluş çabası. Bu şekilde dönemime olan güvenim tekrar artıyor.
Brian Wilson’dan Kenneth Anger’a, Françoise Hardy’den Chuck Berry’e ve Pierre Berge’ye, ikonları tüm kırışıklıklarıyla fotoğraflamış olsanız da, bu alandaki çalışmalarınız gençlik odaklı. Özellikle Y ve Z jenerasyonlarının özgürleşmesiyle birlikte güzellik standardı fikrinde, janrların ve arzuların karşıtlığında size esin veren şey nedir?
Ele aldığım ve yarattığım her şeyin merkezinde her zaman gençlik oldu. Bu tarz bir özgürlük biçimi ve farklılık ifadesi, kapsayıcı bir model yaygınlaşması konularında çok duyarlıyım. Özellikle cinsiyet olmak üzere, 90’ların sonundaki ilk defilelerimden bu yana bu mevzular üzerine çok çalıştım. Ancak hoşgörüsüzlüğün kimi zaman saf değiştirdiğini gördüğümde hayal kırıklığına uğruyorum. Kendini olumlama aynı zamanda ötekini de kabul etmektir.
Bir yaratıcının yeteneği çoğu zaman içgüdülerine, dönemiyle uyum yeteneğine dayanıyor. Kişinin belli bir yaştan sonra kaçınılmaz olarak yeni olasılıklarda itici güç olmayı bıraktığını düşünüyor musunuz?
İçgüdülerin ve dönemi anlamanın yaşla hiç ilgisi yok. Bunun içsel olduğunu düşünüyorum. Dahil olmak, dönemle diyaloğa girmek ve hayatın sürgit hareketinden asla uzaklaşmadan araştırmakla alakalı. Modada elzem bir şey bu. Ayrıca süreç içinde teşhis, kalıcılık, bilerek ve isteyerek kendini tekrarlama prensipleriyle şimdinin anlık polaroid’leri arasındaki dengeyi korumak da önemli. İki eksen üzerinde yükselen bir yapı bu.
Karl Lagerfeld size karşı olan hayranlığını ve sevecenliğini hiç saklamadı; her zaman yakın oldunuz. Onun kaybını nasıl yaşıyorsunuz?
Karl’ın ölümünden çok kötü etkilendim. Korkunç özlüyorum. Ona karşı büyük, içten bir sevgim vardı. Harika anılarımız var. Aklımdan hiç çıkmıyor; ilk provalarımız, benim ilk Dior şovumda Yves (Saint Laurent)’in ön planda, Karl’ın kuliste, arka planda yer alışı, Berlin ve Monako’ya yaptığımız eğlenceli yolculuklar, inanılmaz dans derslerimiz, anlamsız şeyler konuşmaya daha fazla zaman yaratmak için bir araya geldiğimiz akşam yemekleri… Son yıllar zordu benim için. Dayanaklarımı, arkadaşlarımı, rehberlerimi kaybettim. İlk önce herkesten çok hayranlık duyduğum David Bowie, ardından Pierre Berge,Azzedine Alaïa ve sonra Karl. Çok üzücü.
Fotoğraf: Hedi Slimane
Fikri mülkiyet haklarına çok bağlısınız. Üç couture evine yayılan yolculuğunuzda kendi kodlarınız, kendi mirasınız olarak gördüğünüz şey nedir?
Yirmi yıl sonrasında da sürekliliğini koruyan ve tanınan bir stil dilim, mirasım, çizgim var. Aynı şey, siyah-beyaz fotoğraflama tarzım, kullandığım ışık ve seçtiğim konular için de geçerli. Bir sanat yönetmeni, bir fotoğraf stilisti, rolleri dağıtan biri olmadan, bir fotoğrafçım da olmadan yalnız çalışıyorum. Bu durum, dışarıdan gelen herhangi bir etki olmaksızın stilime odaklanma ve onu yansıtma olanağı veriyor. Organize bir çete tarafından yağmalanana kadar fikri mülkiyet haklarına özellikle duyarlı değildim. Birkaç kez tekrarlanan bu kimliksizleştirme girişimi gerçekleri ortaya koydu. Kimliğimi korumak için hayati seçimler yapmam gerekti. 2000’lerin başında ‘skinny’ olarak bilinen stilin lansmanını yaptım. Bu bir siyah serisiydi, aynı zamanda yıllardır sürdürdüğüm kendi giyim tarzımdı. Omuzları yeniden tasarlayıp olması gereken yere geri koydum ve Dior’da ilk kez bir koleksiyona dahil ettiğim skinny jean’lerle, ince kravatlarla, siyah deriyle sundum. Müzisyenlerden ve sanatçılardan oluşan androjen görünümlü casting’lerim de değişmez. Sizin ‘rock estetiği’ dediğiniz siyah-beyaz stilim özünde müzikle ilişkili. Son olarak, ilerleyişim döngülerden geçerek oldu. 2000’lerin başında Berlin’i keşfettim. İngiltere dönemimin (İngiliz rock’ının yenilenme yılları) ardından, 2008’den başlayarak on yıl boyunca Kaliforniya’da yaşadım. Kaliforniya’nın, müzik ve sanat ortamının, söylentilerinin, kitap ve sergilerinin yoğun keşfi ve bu sayede alternatif bir Kaliforniya fikrine adanmış koleksiyonlar, hayatımı şekillendirdi. Şu aşamada stilimin ayrılmaz bir imgesel öğesi.
Moda dünyası, yaratıcılık, iletişim, tüketim dahil tüm alanlarda çalkantılar yaşıyor. Önümüzdeki yıllar için ne gibi önemli değişimler öngörüyorsunuz?
İlerlemenin değerlerini savunmamız, bedeli ne olursa olsun özgürlük üslubunu korumamız gerekecek; her tür trolleme girişimine ve her çeşit nefrete karşı ne pahasına olursa olsun özgürlük... Bunun dışında, çalışmalarda sanalın zayıflayıp yerine çok gerekli gerçekliğin geçtiğini gördüğüm için iyimserim. Şu aşamada yeniden odaklanmak önemli.
Üç kelimede Hedi Slimane desek kendinizi nasıl tanımlarsınız?
Tutarlı derim. Diğer ikisinin seçimini size bırakıyorum.