Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Raf Simons ve Miuccia Prada. Rüyada mıyız? Audrey Hepburn’ün couture Givenchy’siyse bu konuda hiç deneyimi olmayan, son dönemlerin parlayan yıldızı Matthew M. Williams’a emanet. Fendi’de de durumlar farklı değil. Peki markalar, bu yeni seçimleriyle bize neler anlatmaya çalışıyor?
Fotoğraf: FLORIAN SOMMET/ TRUNK ARCHIVE
Moda dünyasının en popüler sorusu; “Sıradaki nedir?” olmalı. Sıradaki trend, sıradaki “it” çanta, sıradaki yıldız marka… Tasarımcılar da, bu gelecek denkleminin en önemli parçalarından. Sistemin yaratıcılığa yer bırakmadığına ve bir formül dahilinde hareket ettiğine dair güç kazanan söylemlere rağmen, moda hâlâ öngörülemez olanın ve tasarımcının yaratabildiği o “sihrin” peşinde.
Özellikle de, yüksek moda söz konusu olduğunda tasarımcıların stratejik önemlerini ve sürprizler yaratabilen gücünü görmezden gelmek mümkün değil. Karl Lagerfeld’in yarım asırlık Chanel birlikteliği ve Tom Ford’un Gucci’yi ayağa kaldıran feminen estetiği akla ilk gelen rüya moda evliliklerinden. Kimi zaman kurucularının bile önüne geçen, tasarımcıların isimleriyle anılan dönemler de bu “bir kişilik şovun” gücüne işaret ediyor. Phoebe Philo’nun “Old Céline”i ise en popüler örneklerden.
Son dönemde markalar tarafından atılan adımlar da aynı söylemi destekliyor. Belki daha şaşırtıcı isimlerin peşinde ama yine benzer umutlarla. Yeni vizyonlar ve kitleler yaratma peşinde olan mirasyedi markaların yönetim ekipleri, sürpriz tasarımcı seçimleriyle bizlere ne anlatmak istiyor? Daha genç ve deneysel olabileceklerini mi? Kendilerini baştan yaratma cesaretine sahip olduklarını mı? Cevap ne olursa olsun ortada olan gerçek; markalar, farklılaşmak için güçlü tasarımcı kimliklerine her zamankinden daha çok ihtiyaç duyuyor.
Fotoğraf: Alessandro Garofalo / Indigital.tv
2015: Balenciaga devrimi
Modanın bol yıldızlı birliktelikleri, şansımız varsa, her beş - on senede bir karşımıza çıkıyor. Sonra, çok geçmeden, sistem umutsuzca yeni kurtarıcısını beklemeye başlıyor.
Bundan yaklaşık beş sene evvel tam da şimdiki gibi “sırada ne var” diye meraklar içindeyken ve bizi bekleyen “ugly sneaker” trend’inden haberimiz bile yokken, Balenciaga oyunun kurallarını değiştirdi. Fransız modaevi, markası Vetements ile sansasyon yaratan Gürcü tasarımcı Demna Gvasalia’yı kreatif direktörlük rolüne getirdi. Kimdi bu Gvasalia? Ve Kanye West neden DHL baskılı tişört giyiyordu? Biz daha anlamaya çalışırken, marka, orta vadeli hedeflerini açıkladığında milyarlık devler ligine çıkacağını haber veriyordu.
Balenciaga, bu sürpriz işbirliği sayesinde yalnızca fast fashion değil, birçok rakibi tarafından da taklit edilen ve yok satan sneaker’larını yarattı. O gün bugündür de, özellikle Y kuşağı ve Gen-Z adı verilen genç kuşak tarafından en çok takip edilen ve sevilen markalardan. Yalnızca ticari başarısı değil, sokağı yüksek modaya entegre edişi ve otantik hikaye anlatımıyla da Gvasalia, Balenciaga ile gerçekleşmeden asla öngöremeyeceğimiz bir kimya yakaladı. Peki, Fransız couture evi, neden daha garanti bir seçim yapmak yerine, spekülasyonlara müsait bir isim olan Demna Gvasalia’dan yana tercihini yaptı? Cevabı aslında biraz zamanı iyi okumakta, biraz da modanın bolca risk içeren, heyecanlı matematiğini bilmekte yatıyor.
Her şeyi başlatan büyük Balenciaga devrimini ve Gucci’nin Alessandro Michele ile yakaladığı çıkışını tüketmeye yüz tuttuğumuz günümüze döndüğümüzdeyse, benzer döngülerden bir tanesinde olduğumuzu görebiliyoruz. Belki şimdiden adlandıramıyoruz ama değişimin kapıda olduğunu 2020’nin sürpriz moda evliliklerinden okuyabiliyoruz.
2021 model yüksek moda: Givenchy, Fendi ve Prada açılımı
Moda dünyasında, bu senenin en özel sosyal medya paylaşımlarından biri, son dönemlerin yıldızı parlayan tasarımcılarından Matthew M. Williams’ın Givenchy’nin kreatif direktörü oluşunu duyurduğu o kırk beş saniyelik ses kaydı olmalı. Givenchy resmi Instagram hesabından dünyayla paylaşılan, yılın moda hadisesinin duyuruluşu bile, köklü Fransız markasında yeni bir döneme işaret ediyor. Williams’ın üstü çıplak, dövmeli fotoğraflarıyla marka için verdiği ilk pozlar da lükste pek rastlanmayan samimiyeti ve kişiselliği ortaya koyuyor. Arkadaşlarına gönderebileceği tarzda, hafif sesi titreyerek ve derin nefesler alarak rüyasının gerçek oluşunu dünyayla paylaşan otuz dört yaşındaki Williams: “On beş senedir her gün bunun için çalıştım ve sürreal bir an yaşıyorum” diyerek bütün takipçilerini heyecanına ortak edebiliyor.
Kendisi her ne kadar sokak giyim tasarımcısı olarak anılmak istemese de, özgeçmişi lüks sokak giyim ve pop kültür referanslarıyla dolu. Couture deneyimi olmayan Williams, Givenchy’de bu noktaya kadar çıkabilmiş ilk Amerikalı ve üstelik hiçbir resmi moda eğitimi yok. Givenchy’nin bu seçimi yapmasıysa aslında yeni bir Balenciaga formülü arayışı ve iyi hesaplanmış bir risk. Zira Matthew Williams’ın kendi markası Alyx’teki şehirli ve sokak giyime yakın çizgisi, Nike ve Moncler gibi markalarla yaptığı çok tutan işbirlikleri oldukça umut vaat ediyor. Bu da, ikonik modaevi için daha genç kitlelerin ilgisini çekebilmek anlamına geliyor.
Dior Hommes kreatif direktörü Kim Jones’un, kariyerinde ilk defa kadın giyim tasarlamak üzere Fendi’nin kadın giyim kreatif direktörlüğüne getirilmesi de benzer perspektiflerden oldukça anlamlı geliyor. Modaevi için kürk, hazır giyim ve couture tasarlayacak olan Jones, kendisinden önce yarım asır boyunca Fendi kadınına hayat vermiş olan Karl Lagerfeld’ten oldukça farklı bir geçmişe ve çizgiye sahip. Belki tam da bu radikal farkı, kendisini bu rol için doğru isim yapıyor. Yakın tarihten de bildiğimiz üzere, markaların kendilerini yeniden yaratması, hayatta kalmaları için oldukça kritik.
Jones’un, Dior Hommes ve Louis Vuitton’un erkek koleksiyonları için yarattığı çok satan aksesuarları, Supreme ve Nike gibi markalarla yaptığı ses getiren işbirlikleri, oldukça güncel ve genç bir duruş sergiliyor. Jones’un sokak giyiminden beslenen lüks geçmişi, Fendi’ye yalnızca yeni takipçiler değil, ihtiyacı olan gündelik ve popüler parçaları da kazandıracak. Ne de olsa sokak giyimi modasının geçici bir trend değil, değişen hayat tarzımıza çözüm sunan bir akım olduğu seneler içinde kanıtlandı.
Gençliği ve popüler kültürü yanına alma motivasyonuyla hareket eden lüks modaevlerinin yanında bir de “yeni Prada açılımı” var. Miuccia Prada ve Raf Simons ikilisi, pek çoğumuz için 2020’de modanın başına gelen en güzel şey olarak hatırlanacak bir sürprizi temsil ediyor. Kesinlikle bir aşk evliliği ve Prada tarihinde bir ilk. İkilinin birlikte hazırladıkları ilk koleksiyonlarının ardından online olarak yayınlanan basın toplantısında da belirttikleri gibi, birbirlerine olan yakın ilgileri hep karşılıklı. Moda otoritelerinin heyecanla karşıladığı ama bir yandan da herkesi şaşırtan bu birlikteliğin ardındaki ana sebepse Raf Simons’un 2021 İlkbahar/Yaz sunumunun hemen arkasından açıkladığı gibi; “yaratıcılığın bugünün moda dünyasında nasıl evrileceğine dair yeni bir bakış ve arayış.”
Son olarak, bu yeni nesil tasarımcı evlilikleri bize ne anlatıyor sorusunun cevabına gelirsek; en çok da markaların bizleri şaşırtmaya devam etmek istediğini anlatıyor galiba. Bizimle diyaloğunu her daim canlı tutmanın peşindeki ikonik modaevleri, bunu bazen Prada’daki gibi iki büyük entelektüel sesin birlikte var olması şeklinde yapıyor, bazen de, Givenchy ve Fendi’de olduğu gibi, popüler kültürü başarıyla yorumlayabilen isimlerle yan yana durarak... Özetle, markaların güncel kalabilmek için kendilerini ortaya koymaktan çekinmeyen yeni karakterlere, zamanın ruhunu okuyabilen, “dış seslere” ihtiyacı var. Bizlerin de öyle.