Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Tasarımların tabiiyetini karakterize eden detaylar, en çok dikkatimizi çeken ve belleğimizde yer eden noktalara dönüşüyorlar. Bu noktalara, göstergebilimci Roland Barthes’dan ödünç aldığımız ‘punctum’ kavramıyla yaklaşıyoruz.
Mehtap Elaidi’nin her koleksiyonunda tekrar eden beyaz gömlekleri; Nihan Peker’in tüyler, yapraklar ve boncuklar kullanarak kumaşlarına eklemlediği sarkıtları; Gül Ağış’ın kültürel köklere vurgu yapan yerel motifleri ve Gülçin Çengel’in dairesel ve köşegen geometrik kesimleri... Tasarımların tabiiyetini karakterize eden detaylar, en çok dikkatimizi çeken ve belleğimizde yer eden noktalara dönüşüyorlar. Bu noktalara, göstergebilimci Roland Barthes’dan ödünç aldığımız ‘punctum’ kavramıyla yaklaşıyoruz. Acaba tüme baktığımız halde bakışlarımızı o yöne çeken ve bizde izler bırakan bu mistik detaylar ya da parçaların, tasarımcılardaki karşılığı ne? Neden beyaz gömlekler, neden yapraklı sarkıtlar, neden Anadolu motifleri ve neden geometrik kesimler?
Nihan Peker, son koleksiyonunda bir sonbahar incelemesi yapıyor. Tonlar ve dokular siyah ve beyazla ne kadar sertleşse de, toprak ve bakırla hayat kazanıyor, bahar ve yazın sıcaklığından kopuşu yumuşatıyor. “Sonbaharı düşündüğümde yapraklar, gökyüzüne uzanan dallar, buzlanmış ve donmuş sarkıtları görerek bir hikaye yazıyorum aslında. Koleksiyonumda bu tip formları, bir doku olarak yaratmak istedim. Bir parçadan diğerine geçerken de, bir mevsim hatta bir gün geçişi yaşadığımı hissettim ve bu hissiyatı bozmadan yaymak istedim.” Nihan Peker için, yukarı ya da aşağı fark etmiyor, uzayan şeyler ilginç: “Gündelik hayatımda bir halının püskülü örneğin, başımı o yöne çevirip, ona uzunca bakmama sebebiyet veriyor. Binalardan ağaçlara, gün içinde gördüğüm her şey benim için birer fon. Tasarımlarımda bunları bir detay olarak düşünüp baştan yaratabiliyorum. Bazen alışılagelmiş malzemeleri dönüştürerek, hatta bazen taşları, payetleri katlayarak ve yakarak veriyorum bu efekti. Ve tabii renklerle... Kuru yaprak renkleri ve sonrasında buzlanıp beyaza dönen ve kendi içinde gündüzden geceye giden bir akış var. Siyah da karanlığı, yani geceyi temsil ediyor benim için.” Nihan Peker’in semi-couture koleksiyonundaki sarkıtların naif birer gösteriş unsuru oluşu, tasarımlarındaki sadelikten koparak bizde yer eden ayrıntılara dönüşmelerine de olanak veriyor.
Gül Ağış’ın markası Lug von Siga’da bizleri çarpan, hemen hemen her koleksiyonda yinelenen yerel dokuyla temas etme ve onu sahiplenme arzusu. “Üretimlerimde kültürel kaynaklara inmeye, bu zengin coğrafyanın değerlerini tetkik etmeye ve bunları çağdaş şekilde yorumlamaya dikkat ediyorum. Kimlik benim için çok önemli; burası ait olduğumuz yer ve buradaki değerler bana bir karakter veriyor. Daha önce de, yine ‘Töre’, ‘Kapalıçarşı’ ve ‘Ayna’ gibi hem toplumsal hem tarihsel konulara değindiğim koleksiyonlarım oldu. Bu sezon da, seçtiğim kumaşlar ve yerel moti erle, buraya ve kimliğimize dair hikayeler anlatıyor, bu kavramları tekrardan düşünmeye çağırıyorum.” Gül Ağış’ın güncel duruşundaki kültürel ve tarihi izleri sürerken, edebiyat ve felsefeyle yakınlığına da tanık olmak mümkün; keza tasarımcının ilham kaynakları Agatha Christie, Simone de Beauvoir gibi güçlü kadın gürleri ve onların muhtemel İstanbul bağlantıları. Bu bağlantılar, geleneksel nakışlar, ikat kumaşlar, şeritler ve püsküllerle kuruluyor. Ağış için İstanbul’un dokusu, varsıllığıyla göz kamaştırıcı ve sürekli sahiplenilmesi gereken bir alan: “Örneğin Kapalıçarşı” diyor tasarımcı, “ne müthiş bir yer. Eşi benzeri olmayan bir değer. Kapalıçarşı’yı ayakta tutmak için elimizden gelen her şeyi yapmalıyız.”
Gülçin Çengel’in dışavurumcu, keskin ve düzenli kadınının içinde zarif ve yuvarlak hatlarıyla feminen bir ruh saklı. Bunun izlerini, 2017-18 Sonbahar/Kış koleksiyonundaki dairesel formlara bürünen elbiselerde ve narin oral işlemelerde görebiliyoruz. Tasarımlarında, ağ dokularına ve boncukların lineer dizimine yansıyan geometrik dil bilgisi, kendini mimari siluetlerde de gösteriyor. Gülçin Çengel'e göre hem detayda, hem bütünde hüküm süren mimari etkinin kaynağı, babası. “Babam inşaat iskeleleri ürettiği için, çocukken hep inşaatlardaydım. Hatta ilkokuldayken, babam arabasıyla beni okula bırakacaksa, yolda gördüğü inşaatlarda durur, incelemeler yapardı. Bu yüzden derse hep geç kalırdım. Bir çocuğun, inşaatlar yüzünden derse geç kalması nasıl bir duygu, düşünebiliyor musunuz?” Tasarımcı, erken yaşta inşaatlarla tanışması bir yana, kesimlerindeki netliği, nizamı ve itinayı da ailesindeki Alman disiplininin verdiğini söylüyor.
“Babam hayatı boyunca yalnızca beyaz gömlek giydi. Kendi babasından da öyle görmüş. Onlara göre beyaz gömlek, bir erkeğin temizliğine ve titizliğine işaret ederdi; desenli ya da renkli gömlekler kir sakladığından makbul değildi. Beyaz gömlek yalnızca bir gün giyilir, ardından yıkanır. Bu yüzden de beyaz gömleğin anlamı, duruluk ve temizlik benim için. Ailemizde nesillerce devam eden bir alışkanlık.” Mehtap Elaidi, Robert Kolej yıllarında, giymek istediği beyaz gömleklerin kalıbına babasının gömleklerini keserek ulaştığı zamanları anıyor... O dönemde kendisine dair bir şey yaratmanın tasarım olduğunu bilmediğini, tasarım anlayışının olgunluk döneminde geliştiğini anlatıyor. 2017-18 Sonbahar/Kış sezonu için izini sürdüğü Maryam Şahinyan’a referans veriyor: “Bu koleksiyonda Türkiye’nin ilk kadın stüdyo fotoğrafçılarından Maryam Şahinyan’ın hikayesine baktık. Şahinyan’ın kamerasından geçen karakterler, Cumhuriyet’in ilk yıllarını yaşayan şehrin demogra k haritasını çıkarıyor. Beyaz gömleklerimi bu nedenle, o dönemin kadın isimlerini vererek karakterize ettim: Türkan, Jülide, Nedret, Semahat...” Elaidi’nin değişmezi beyaz gömlekleri, öyküsünü yazmaktan asla vazgeçmeyeceği bir aile yadigarı.