Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Moda dünyasının sürekli gelişen dokusunda çok az tasarımcı John Galliano kadar silinmez bir iz bırakmıştır. Maison Margiela’nın kreatif direktörü olarak geçtiğimiz ocak ayında Paris Haute Couture haftasında düzenlediği defile bunu bir kez daha kanıtladı. Moda dünyası Galliano’nun kariyerindeki her yeni bölümü heyecanla beklerken, yarattığı etkinin tasarımlarının çok ötesine uzandığı aşikar... Onun hikayesi, zorluklara karşı kazanılan bir zafer; yaratıcılığın sınır tanımadığını ve gerçek sanatın sürekli olarak sıradışı olanı takip etmekten geçtiğini hatırlatıyor.
Modanın en tartışmalı ve yaratıcı yeteneklerinden biri olan Galliano, 1960 yılında Cebelitarık’ta İspanyol kökenli bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Altı yaşında ailesiyle İngiltere’ye taşınan Galliano, 1981 yılında ülkenin en prestijli sanat ve tasarım okullarından Central Saint Martins’e başlayarak birincilik derecesiyle mezun oldu. 1984’te Fransız Devrimi’nden ilham alan ve Les Incroyables adını taşıyan mezuniyet koleksiyonunun tamamı dönemin popüler moda butiği Browns’ta satışa sunuldu. Öyle ki Galliano’nun dönüştürücü etkisi yalnızca çığır açan tasarımlarında değil, aynı zamanda çalkantılı bir kariyerin iniş ve çıkışlarında yön bulma konusundaki olağanüstü yeteneğinde de açıkça görülüyor. Galliano 1980’lerde moda sahnesine çıktı, kendi adını taşıyan markasını kurdu ve avangard kreasyonlarıyla dikkatleri üzerine çekti. İlk çalışmaları, teatral ve gösterişli bir estetikle geleneksel tasarımın sınırlarını zorlayan, cüretkar bir üslupla karakterize edildi. Bu cesur yaklaşım hızla beğeni toplayarak ikonik modaevlerinin başına geçmesine zemin hazırladı. Zira Givenchy, Christian Dior ve Oscar de la Renta gibi prestijli modaevlerinde kreatif direktör olarak yaptığı çalışmalarla uluslararası bilinirlik kazandı.
1995 yılında Galliano, baş tasarımcı olarak atanarak Fransız Haute Couture evini yöneten ilk İngiliz tasarımcı olduğu Givenchy’de dizginleri eline aldı ve markaya kendi imzasını taşıyan yaratıcılığını aşıladı. Görev süresi kısa da olsa -yaklaşık iki yıl- geleneği yenilikle kusursuz bir şekilde harmanlama yeteneğini sergiledi ve sektörde vizyon sahibi bir güç olarak tanındı.
1996’da LVMH, Galliano’yu İtalyan tasarımcı Gianfranco Ferre’nin yerine Christian Dior’a transfer etti. Zira Galliano’nun kariyerinin zirvesi, 1996 yılında Christian Dior’un kreatif direktörlüğüne atanmasıyla geldi ve bu görevi 2011 yılına kadar sürdürdü. Bu dönemde lüks modaevini yeniden tanımlayarak abartılı podyum gösterileri ve özenli tasarımlarıyla izleyicileri büyüledi. Galliano’nun defileleri yalnızca moda sunumlarından ibaret değildi; bir podyum gösterisinin sınırlarını zorlayan sürükleyici deneyimlerdi.
Ancak başarının zirvesindeyken, 2011’de sert ve beklenmedik bir düşüşle karşılaştı. Galliano, Yahudi karşıtı açıklamalar içeren bir konuşmanın ardından kamuoyunun büyük tepkisini çekti ve Christian Dior’daki mesleki kariyerine veda etmek zorunda kaldı. Bu dönem Galliano için gözlerden uzak, düşünüp rehabilitasyon arayışına girdiği zorlu bir döneme işaret ediyordu. Ancak karakterini tanımlayan dayanıklılığın bir kanıtı olarak dikkat çekici bir geri dönüş gerçekleştirdi. 2013 yılında Maison Margiela’nın kreatif direktörlüğüne atandı ve kariyerinde yeni bir sayfa açtı. Modaevinin avangard felsefesini benimseyen Galliano -tam da ondan beklendiği gibi- endüstrinin beklenmeyeni bekleyen yanıyla rezonansa giren yeni bir bakış açısı sunarak normlara meydan okumaya devam etti.
Galliano’nun Maison Margiela’daki görev süresi, sanatsal yeniden icatlara olan sarsılmaz bağlılığıyla uzun soluklu oldu. Tasarımları geleneksel işçilik ile sınırları zorlayan yeniliğin benzersiz birleşimini yansıtmaya devam ediyor. Yeniden yapılandırılmış siluetlerden deneysel üretimlere kadar Galliano’nun Margiela’daki çalışmaları, onun lüks moda dünyasındaki başına buyruk statüsünü güçlendirdi.
Paris Couture Haftası’nın son gecesinde -sisli ve yağmurlu bir akşamda- Maison Margiela, yalnızca John Galliano’nun yaratabileceği duygusal ve kendine özgü bir deneyim için konuklarını Pont Alexandre III köprüsünün altına götürdü. Eski ahşap masa ve sandalyeler, kristal cam bardaklar, yaldızlı çerçeveli aynalar gibi Belle Epoque tarzında detaylarla dekore edilmiş 1920’lerden kalma bir an hayal edin. Model olarak bir dizi karakterin yer aldığı teatral moda, bazı ekstrem siluetler, canlı müzik performansı ve sinematik bir film... Evet, Maison Margiela’nın Couture defilesi, 2024 İlkbahar/Yaz Haute Couture sezonunun en çok konuşulan ve beklenen defilesi olabilir. Müziklerden filme gösterinin her parçası -kıyafetlerden bahsetmeye gerek bile yok- son derece etkileyiciydi. Ancak koleksiyon aynı zamanda güzellik kavramına ve insanların kendilerini dönüştürmek için ne kadar çaba harcadıklarına dair incelikli bir yorumdu. Bu gösteri aslında bir kutlamaydı. İnsanlığın, bireyselliğin, saf yaratıcı ifade olarak modanın ve olağanüstü zanaatın kutlanması… Galliano’nun deneysel tekniği yeni bir zirveye ulaştı. Bu koleksiyondaki farklı yaklaşımları, buluşları ve deneyleri özetlemek sonsuza kadar sürecek, ancak Couture’ün ne anlama gelebileceğini olağanüstü bir şekilde genişleterek eski tarz ve yüksek teknolojiyi birleştirmeyi başardığını söylemek mümkün. Örneğin kumaşların ıslanmış görünmesini sağlayan silikon işlemler dikkat çekiciydi; tüvitler tutkal ve krep ile işlenmiş, ardından malzemeyi küçültmek ve kalıplamak için kaynatılmıştı. Paltolar, ağır yünlere benzeyecek şekilde basılmış organze ve şifon katmanlarından yapılmış, ardından tülle katmanlanmıştı. Dantel elbiseler, ilk bakışta dikişsiz görünecek şekilde dekupajlanmıştı. Kısacası hiçbir şey göründüğü gibi değildi. Şaşırtıcı, olağanüstü, inanmak için orada olmanız gereken bir moda patlaması anıydı.
Bu olağanüstü şovun ardından mükemmel bir zamanlamayla John Galliano’nun mesleki hayatını anlatan, İskoç yönetmen Kevin Macdonald imzalı High&Low: John Galliano belgeseli de gösterime girdi. Tasarımcının renkli, hareketli ve kapsamlı arşiv görüntülerine sıkça yer verilen film Galliano ile özel olarak yapılmış bir dizi derin ve etkileyici röportaja dayanıyor. 8 Mart’ta izleyiciyle buluşan yapıt, John Galliano’nun yaratıcı zihnine, yaşam deneyimlerine ve yaratıcı çabalarına dair bir fikir vermek için ustalıkla hazırlanmış son derece ilgi çekici bir portre sunuyor. Zira John Galliano’nun kişisel yolculuğu bir kurtuluş ve kendini keşfetme öyküsü... Moda serüveni, zorluklarla yüzleşme, kişisel dönüşümden geçme ve yenilenmiş yaratıcılıkla tekrar ortaya çıkma yeteneği, zorluklar karşısında dayanıklılığın gücünün en güzel örneği…