Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Yüksek modaya yeni bir soluk getiren Moncler Genius Projesi’ne lüks sokak modası ile Haute Couture dünyasından kimler kimler katılmadı ki… Ama “o”nun listeye eklenişi, hiç kuşkusuz herkeste ayrı bir heyecan yarattı. Jonathan Anderson ile bu yeni ortaklığını konuştuk.
Moncler ve ikonik puffer montları her zaman popülerdi belki; ama doğası gereği yalnızca kış sezonlarında akla gelirdi. Ona yakıştırılan “fonksiyonel lüks” etiketiyse markayı anlamak için yeterliydi. Moncler’in tasarım dünyasında ses getirmesi ve taşları yerinden oynatan bir markaya dönüşmesiyse 2018 yılında, markanın CEO’su ve yönetim kurulu başkanı Remo Ruffini’nin parlak buluşu Moncler Genius projesiyle gerçekleşti. “İçerik çağı”nın gereklerine fazlasıyla cevap veren bu yeni modelde Ruffini’nin sözleriyle; “Moncler, her gün yeni ürünler ve sosyal medya üzerinden müşterileriyle konuşacak”, yaratıcı projelerle gündeme gelecekti.
Sekiz farklı tasarımcı, toplamda on iki partner ve yıl boyu devam eden işbirlikleri etrafında kurgulanan Genius Projesi oldukça yüksek sesle başladı. Yan yana görmeyi hiç hayal edemediğimiz “süperstar” isimler ve markalar Moncler çatısı altında bir araya geldi. Valentino’dan Pierpaolo Piccioli; dış giyime getirdiği Haute Couture yorumlarını sunarken, 1017 ALYX 9SM’den —artık Givenchy’nin de kreatif direktörü— Matthew Williams, lüks sokak giyiminden ilham alan dokunuşlarla yepyeni bir Moncler seyircisi yarattı. Simone Rocha, Craig Green, Hiroshi Fujiwara gibi her biri kendi sınıfında öncü olan isimler de Moncler Genius'ın yaratılışında rol oynadı.
Bir tasarım laboratuvarı olarak da konumlanan projenin en yeni transferi ise son dönemlerin en beğenilen isimlerinden, kavramsal ve cesur çizgisiyle öne çıkan Kuzey İrlandalı tasarımcı Jonathan Anderson oldu. Kendi ismini taşıyan markası JW Anderson’ın yanında, İspanyol lüks modaevi Loewe’nin de kreatif direktörlüğünü yürüten genç tasarımcıyla gerçekleştirdiğimiz sohbette konu, ilk olarak sürece nasıl dahil olduğuna geliyor. Esprili bir dille, “Moncler, teklifle geldiğinde çok heyecanlandım tabii ki. Dürüst olmak gerekirse bana da sorulacağı anı bekliyordum” yanıtını veriyor ve ekliyor; “Genius 2020 kadrosuna katılmanın en heyecan verici yanlarından biri Bay Ruffini’nin yanı sıra, Moncler’in teknik donanımı yüksek, deneyimli tasarım ekibiyle tanışmak oldu.”
Teknolojinin bütün süreçlere dahil olduğu, formüllerin öne çıktığı bir alanda Anderson’ın kendini sınırlandırılmış hissedip hissetmediğini, orijinallik arayışıyla işe yararlık kaygısını nasıl uzlaştırdığını merak ediyorum. Ne de olsa Moncler’in kendini tanımladığı iki anahtar kelime; inovasyon ve fonksiyon.
“Moncler gibi bir markayla çalıştığınızda bütün süreçlerde net bir şekilde yönlendiriliyorsunuz. Muazzam bir teknolojileri var. Bunun sonucu olarak tasarım ve performansı doğru bir şekilde harmanlayabildik” diye cevap veriyor. Örnek olarak da ultra teknik detaylar taşıyan montlara ve aksesuarlara eklediği oyunbaz JW Anderson dokunuşlarını veriyor; kapitone XL çantalar, uzun zincir detayları, katlanarak dize kadar uzayabilen botlar…
Kendi sözleriyle, koleksiyon hikayesi, “şişirilmiş arşiv” fikrinden doğuyor. “JW Anderson’ın geçmiş koleksiyonlarından ikonikleşmiş parçaları bulup çıkararak onları Genius için puffer formunda yeniden yarattık” diyerek ilk koleksiyonun nasıl ortaya çıktığını anlatıyor. Kapitone şallar, fermuar detaylı kazaklar, heykel formunda güçlü siluetler, JW Anderson’ın her zaman cömertçe kullandığı cesur renk blokları, çok konuşulan geçmiş sezonların ziyaret edilmesiyle yeniden yaratılan parçalar, eğlenceli aksesuarlar… Sonuç olarak, yalnızca tasarımcının sadık takipçileri için değil, Moncler severler için de birçok özel parçayı içinde barındıran, enerjik bir koleksiyon ortaya çıkıyor.
Konu, Anderson’ın cinsiyet bariyerlerini sorgulayan ve yeni formların peşinde giden uniseks tasarım estetiğine geldiğinde, gelecekte giysi seçimlerimizde kadın - erkek aidiyetini nasıl yorumlayacağımızı soruyorum. “Konu aslında kendini kadın, erkek veya gender-fluid olarak tanımlamak ve kalıplara hapsolmak değil; kendini güzel ve özgür hissetmek” diyerek oldukça ferah ve modern bir şekilde yaklaşıyor konuya. Gerçekten de durum bu kadar basit. Belki de tasarımda geleneksel cinsiyet ezberlerini bozmak, tasarımcının sözleriyle, “herkesin dilediği, kendini iyi hissettiği kıyafeti giymesi” kadar basit bir eylem. Anderson, Moncler için yarattığı ilk koleksiyonda işte bunu hedefliyor; bu dönem tam da ihtiyacımız olan, mutluluk veren esnek parçalar, onları kim seçerse o tarafa gitmeye uygun olarak tasarlanmış.
Modaya multidisipliner yaklaşımıyla bilinen genç tasarımcı, koleksiyonlarının yaratım sürecinde çok geniş bir havuzdan besleniyor ve modayı sanat, zanaat ve mimariyle oldukça bağlantılı bir yaratıcı disiplin olarak gördüğünü dile getiriyor. Bu durum, Moncler’in Danimarkalı elektrikli bisiklet markası MATE.BIKE ve bavul markası Rimowa gibi farklı sektörlerden öncülerle olan işbirliklerine ve kalabalık tasarım fikirlerine ne kadar yakın durduğunu da açıklıyor. Pandemi sonrası dönemde daha sıkça görmeyi umut ettiğimiz yaratıcı projeler ve ortaklıklarla ilgiliyse; “En güzel işbirlikleri iki tarafın orta bir noktada buluştuğu ve birbirlerine saygı duyduğu zaman ortaya çıkıyor” diyerek kafasındaki ideal “iş evliliği” tablosunu anlatıyor.
Belki bütün cevaplara sahipmiş gibi duruşundan, belki de senede on altı koleksiyon yaratıp tempodan asla şikayet etmeyişinden, son bir kez daha sırrını açık eder mi diye şansımı deniyorum. Her daim pozitif kalma gücünü ve devam etme motivasyonunu nereden bulduğunu soruyorum, özellikle de içinden geçtiğimiz bu zor dönemlerde. Karşımdakinin “Yetenekli Bay Anderson” olduğunu unutup yine uzun bir açıklama bekliyorum. Ancak cevap yine çok basit ve net geliyor: “Yalnızca önüme bakıyorum ve devam ediyorum.”
Markanın yepyeni bir döneme girmesine önayak olan Remo Ruffini’nin, Moncler’i birçok farklı disiplinden beslenen ve birbirinden oldukça farklı yaş grubunda ve zevkte müşteriye hitap eden, deneysel bir laboratuvar haline getirmesi yalnızca markaya değil bizlere de fayda sağlıyor. Jonathan Anderson gibi çok özel bir tasarımcıyı ve koleksiyonlarından her daim sızan pozitif enerjiyi daha sık deneyimleme şansını yakalıyoruz. Anderson’a bir sonraki Genius projesini sorduğumdaysa “Bekleyip göreceksiniz” diyor. Ondan gelecek sürprizleri şimdiden sabırsızlıkla bekliyoruz.