Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Alessandro Michele ihtişam ve romantizm dolu modaevi Valentino’ya geçtiğinde, bir anlamda yuvasını buldu. Rebecca Mead bu değerli özgürlük alanı sayesinde yaratıcılığını daha önce hiç olmadığı kadar konuşturan tasarımcıyla bir araya geldi.
Alessandro Michele 1970’lerde Roma’da büyürken, en sevdiği şeylerden biri annesinin dolabını karıştırmak ve ellerini hışırtılı taftaların, parıltılı payetlerin, eski zamanlardan kalma diğer süslemelerin üzerinde gezdirmekti. Annesi bir film şirketinde yönetici asistanı olarak çalışıyordu; daima göz alıcı görünmesini gerektiren bir kariyerdi bu ve elbiselerden özellikle biri, Michele’nin hayal gücünü harekete geçiriyordu. Valentino tarzında krepdöşin kumaştan yapılan elbise, yere kadar uzanıyordu ve yüksek yakalıydı; Michele’ye bir mumu hatırlatacak şekilde dümdüz aşağı iniyordu. Elbisenin ön kısmı tamamen siyahtı –ki Michele’nin annesine göre güvenilir şıklığın ta kendisiydi. Ancak arka tarafında pembe ve leylak rengi devasa bir kelebek vardı –metamorfoz ve geçici güzelliği çağrıştıran zarif ama yıkıcı bir jest. Annesi Michele’ye elbiseyi bir prömiyer için satın aldığını söyledi. “Sanki bana ‘Artık var olmayan bir dünyada giydim’ der gibiydi” diye düşündü daha sonraları.
Dolapta yaptığı keşiflerden 40 yıl sonra, geçen sene yeni bir hazine sandığı geçti Michele’nin eline: 2024 ilkbaharında kreatif direktörlüğüne atandığı Valentino modaevinin arşivi. Roma’da, Piazza Mignanelli üzerindeki geç Rönesans döneminden bir sarayı mesken tutan Valentino ofislerindeki ilk gününde neredeyse mimari titizlikle çelişen zarif bir hafiflikle düzenlenmiş giysiler, ayakkabılar ve diğer eşyalarla dolu olağanüstü deponun derinlerine daldı. 2022’nin sonuna kadar, neredeyse sekiz yıl boyunca icra ettiği Gucci’deki kreatif direktörlük görevinde kendini mükemmel bir küratör olarak kabul ettirmiş, markayı vintage ve bohem tarzıyla yeniden şekillendirmiş, hayranlarını İngiliz kilise kermeslerinde bulunmuş ya da İtalyan soylularının gardıroplarının kıyısından köşesinden ayıklanmış gibi görünen giysilerle donatmıştı. Valentino arşivine dalmak ve teknik bilgileriyle arşivin takdire şayan içeriğini teyit edecek yetenekli teknikerlere erişim izni verilmesi, Michele’ye benzersiz bir fırsat tanıdı: Yere göğe sığdırılamayan selefinin maddi mirasına dokunup tartarak ve onu yeniden tasarlayarak hayal gücünü besleme fırsatı.
Arşivdeki ilk gününden sadece altı ay sonra, eylül ayında bir cumartesi öğleden sonra Paris’te Place Vendôme’daki Valentino ofisinde, ertesi gün öğleden sonra podyuma çıkacak ilk hazır giyim koleksiyonuna son dokunuşlarını yapmakla meşguldü. Aksesuarlar ve ayakkabılar, etek boyları ya da yakalarla ilgili vermesi gereken son birkaç karar kalmıştı. Michele, yüksek tavanı ve yaldızlı alçı işleriyle bir zamanlar büyük kabul salonu olan odanın bir ucundaki sandalyede oturuyordu. Uzun masaların üzeri aksesuarlarla doluydu: türbanlar, gözlükler, yavru kedi şeklinde porselen süs eşyalarını andıran bir clutch seçkisi dahil çantalar… Ekibin diğer üyeleri yanına sıralanmıştı, partneri Giovanni Attili ise arka tarafta geziniyordu.
Odanın en ucunda, kocaman, çerçeveli bir aynanın önünde daha da büyük bir ayna vardı. Her model ona doğru yürürken, Michele kıyafeti aynı anda önden ve arkadan görebiliyor, böylece iç tutarlılığını ve yıkıcılığını –yüksek siyah yaka ve canlı işlemelerle bezeli kelebek arasındaki diyaloğu tekrarlarmışçasına – ölçüp biçebiliyordu.
Atmosfer sakindi. Michele ve ekibiyle tanışırken, “Ortalık darmaduman” diye şakalaştı. “Biraz dinlenebiliriz, çünkü bitmek üzere” dedi kasım ayında 52 yaşına basan Michele; blue jean, Black Watch ekose gömlek ve kırmızı-beyaz Vans vardı üzerinde. Saçı tıpkı Caravaggio’nun tablosundaki İsa gibi her iki taraftan gevşek birer örgüyle omuzlarına dökülüyordu. Bilekleri bileziklerle o kadar ağırlaşmıştı ki –zincirli akikler, ışıltılı taşlar, halka bileklikler– her hareketinde şıngırdıyordu. Modeller de Michele’nin sıradışı bolluk estetiğinden nasibini almıştı. “Ellerin cebinde yürümeyi dene” diye talimat verdi tamamı Valentino arşivindeki desenli ipek-klike kumaştan yapılmış fındık kahvesi etek, yüksek yakalı bluz ve kürk süslemeli ceket giyen bir modele; model ayrıca pullu süslemelerin sallandığı John Lennon güneş gözlüğü ve dul bir düşesin değerli yadigarı ile rapçi zincirinin bir araya gelmiş halini andıran, ışıltılı bir pandantifle bezeli kalın altın bir zincir takıyordu. “Dik durmak zor mu?” diye sordu siyah-altın rengi bantlı ayakkabılarla beyaz dantelli tayt, payetli bir jüpon elbise ve fırfırlı jorjet-krepon sabahlık giyen başka bir modele –Beverly Hills Oteli’nde öğleden sonra odaya havyar ve istiridye siparişi vermek için uygun bir kıyafet. Ardından “Yürümeye devam etsen daha iyi” dedi Michele, sempatik bir tavırla.
Krem rengi puantiyeli kısa ceketi ve yüksek belli, gri pantolonuyla muhafazakarlığa göz kırpan bir kıyafet kuşanmış başka bir model arzı endam etti. Ceket, 2008’de emekliye ayrılmadan önceki 45 yıl boyunca kendi adını taşıyan kıyafetler tasarlayan Valentino Garavani’nin alametifarikası sayılan kırmızı tonunda saten bir fiyonkla tutturulmuştu; ellerinde de işlemeli beyaz beneklerle süslü siyah file eldivenler vardı. Ancak punk tarzı takılar ağırbaşlı kostümü içten içe baltalıyordu: Bir imparator boğası için yapılmışa benzeyen parlak taşlı hızmanın yanı sıra alt dudaktan sarkan mücevherlerle süslü bir hilal. Biri kalp şeklindeki yüzü ve uzun kahverengi saçlarıyla Isabella Adjani’yi andırdığını söylediğinde modelin etrafında bir şamata koptu ve herkes internette Adjani’yi aramaya koyuldu. Yorum karşısında kıpkırmızı kesilen kız öyle bir gülümsedi ki dudağındaki takı kayıp düştü.
DERİN KIRMIZI Kırmızı, Valentino evreninin alametifarikası; ama modaevinin Roma’daki genel merkezinde bulunan odasında, model Ali Dansky ile görülen Alessandro Michele’ye göre her şey bu kadar parlak olmak zorunda değil. “Markayı saran tozu da seviyorum. Toz çok değerlidir.”
Ekip birkaç saat boyunca istikrarla çalıştı, Michele ise akşamın erken saatlerinde ince prosciutto dilimleriyle dolu bir tabakla açlığını bastırdı. Boynuna mezura dolamış, sarı Valentino kazak giyen kadına “Yoruldun mu?” diye sordu –üst katta düzeltmeleri yapan terzilerden sorumlu baş terzi. Michele, Valentino Garavani’nin talep ettiği işin kalitesinin bir çeşit vahiy olduğunu açıkladı bana. Puantiyeli gök mavisi kumaştan yere kadar uzanan, straplez, ipek-şifon bir elbise gösterdi: Korsajı büzgülüydü; düşük bel kısmından fırfırlar fışkırıyor, diz altında daha da katmerlenen fırfırlarla dar plilerden müteşekkil kalem eteği aşağıya doğru iniyordu. “O kadar karmaşıklar ki” dedi Michele, değişken plileri kastederek. “Tıpkı bir origami gibi. İnanılmaz. Bir mühendis tavrına sahipti.” Michele’nin üçüncü tekil şahıs kullanması kafamı karıştırdı: Elbise arşivdeki bir tasarıma yakın bir röprodüksiyon mu yoksa yeni bir tasarım mıydı? Valentino Garavani miydi, Alessandro Michele mi?
“Bu onun, ama benimle birlikte” diye yanıtladı Michele. “Neredeyse o. Ben biraz farklı hale getirmeye çalıştım. Bazen aynısı kopyalamaya çalışıyorum, çünkü olağanüstü büyüleyici. Ama sanırım ikimiz de aynı elbisenin içindeyiz.” Elbise daha önce gördüğüm hiçbir şeye benzemiyordu; Prenses Diana’nın 1980’lerin başındaki gardırobundan fırlayıp gelmiş olabilirdi. “Hoşuma gidiyor çünkü şu anda çok demode görünüyor, ama sanki eski ve demode görünen şeyler en iyisi” dedi Michele. “Aynı zamanda bir ay içinde çok moda olacaklar.”
Demodeden günün modasına uzanan bu metamorfoz, ertesi gün öğleden sonra koleksiyonun Valentino’nun hep tercih ettiği gibi Paris merkezindeki şık bir mekanda değil Périphérique’de defile için yeniden düzenlenen bir dövüş sanatları merkezinde sergilenmesiyle başladı. Elton John, Harry Styles ve Hari Nef dahil Michele’nin konukları ve arkadaşları, çatlak aynalı zemini arşınlayıp zarif hayaletlerin musallat olduğu, tadilata muhtaç harap bir malikanede rastlayabileceğiniz türden toz tabakalarına bulanmış koltuklara ve sandalyelere oturdu. Modellerden oluşan süvari alayı hayatın beyhudeliğini anlatan 17’nci yüzyıl şarkısı Passacaglia della Vita’nın kederli notaları eşliğinde zengin brokarları, dökümlü kürkleri, dalgalanan şifonları, narin dantelleri, ışıltılı payetleri ve kıvrak fırfırları sergileyerek izleyicilerin arasında kavisler çizen platformda ilerledi. Mavi elbise belirdiğinde onu giyen modelin alışılmadık şekilde sade olduğu görüldü; kafası çıplaktı ve yüzünde neredeyse hiç makyaj yoktu –annesinin giysi sandığında bulduğu elbiseyi henüz üzerine geçirmiş bir çocuk misali. Dimdik yürürken elbisenin uzun kısmı doğruca aşağı süzülüyor; eteğin çatlak zemine yansıyan helezonik şifon kargaşası saf mavi bir alev gibi canlanıp parlayarak titreşiyordu.
Yaklaşık iki ay sonra Michele ile Roma’daki ofisinde buluştum. Kendisine ait 19’uncu yüzyıldan kalma çift kişilik masa ve sarı saten minderli 18’inci yüzyıl koltuğuyla döşeli oda eski sakinlerinden de izler taşıyordu: 16’ncı yüzyıl sonlarından kesonlu tavan ve 19’uncu yüzyıl duvar resimlerinden 1980’lerde Valentino Garavani’nin kaplattığı ve zamanla eskiyen faux boiserie duvar kağıtlarına dek… “Güzeller güzeli tavanla tüyler ürpertici bir diyalog sanki” dedi Michele. “Karmaşayı seviyorum.” Valentino’nun artık vintage sayılan duvar kağıdıyla geçmiş yüzyılların hangi kalıntılarını gizlediğini keşfetmeye can attığını da ekledi sözlerine.
Michele ile ilk kez Gucci’nin kreatif direktörlüğüne atanmasından yaklaşık bir yıl sonra, 2016 ilkbaharında Roma’da tanıştım. Yeniden bir araya geldiğim o sabah gür sakalı ve kıskanılacak kadar kalın, koyu renkli, ortadan ayrılmış bukleleriyle çok az değişmiş görünüyordu; ancak bu kez saçlarını iki yandan sıkıca örmüştü. Fark ettiğim tek değişim, parmaklarını donatan mücevherlerdi. Sekiz yıl önce taktığı gümüş yüzüklerden sıcacık parıldayan antika altına terfi etmişti. Bordo kaşmir kazak, kalın fitilli ve dökümlü kahverengi kadife pantolon giyiyordu. Boynunda bir dolu kolye vardı: 18’inci yüzyıl neoklasik akik zincir; bir dizi doğal inci; geç Batlamyus dönemine tarihlenen, ucundan sarkan çiçek süslemeleriyle turkuaz rengi seramik boncuklardan oluşan uzun bir kolye. Her zaman takılabilecek bir parça olmadığını belirtti. Yemek masasında ağzınızdan kaçıracağınız bir lokma, 2000 yıldır imtina edilen bir hasara sebebiyet verebilirdi. Michele’nin kişisel karizması çok yoğun: Açık, ilgi çekici, entelektüel anlamda meraklı. Yakın dostu Elton John, “Onunla geçirdiğin bir saniye, başka biriyle geçirdiğin üç gün gibidir” diye yazmıştı bana bir e-postada. (John, Michele’nin fotoğraflardan tespit edilmesi imkansız diğer bir baştan çıkarıcı özelliğine de dikkat çekmişti: Neredeyse 200 yıl önce Floransalı eczacı Santa Maria Novella tarafından ilk kez üretilen bir kokuya olan tutkusu.) Michele, Gucci’nin başında geçirdiği yıllarda kırmızı halıda Jared Leto ya da Harry Styles’ın yanındayken son derece rahat görünüyordu. Ancak terfisinden önce, şirkette 13 yıl çalışmış olmasına karşın tanınmayan biriydi. Hem kreatif direktörlük koltuğundaki selefi Frida Giannini’nin yardımcılığını üstlenmesi, hem de 1990’larda Gucci’yi 1970’lerin şehvetli şıklığıyla eş anlamlı hale getiren Tom Ford’un altında çalışması sayesinde marka hakkında ansiklopedik bilgiye sahipti. Zirveye yükseldiğinde ise işine Rönesans süslemeleri, Barok draması, 20’nci yüzyıl punk’ı ve düzinelerce başka etkiyle büyüleyici bir çehreye bürünen özgün estetik anlayışını da kattı.
Başlangıçta Michele’nin yeni Gucci tasavvuru ihtiyatla karşılandı, ama çok geçmeden hem eleştirmenler hem de müşteriler vizyonunu coşkuyla kucakladı. Yine de çılgın yaratıcılığı, sağlam bir iş ahlakıyla terbiye ediliyordu. Son yirmi yılın neredeyse tamamında Michele ile çalışan Michela Tafuri, “Alessandro’nun en büyük sırrı, çevrenizde olmasından hoşlanacağınız eğlenceli biri olmasıdır –her zaman gülüp eğlenebilirsiniz– ama ciddiyet de oradadır” diye tarif etti bana. Film yapımcısı, Michele’nin Roma’daki arkadaşı ve komşusu Ginevra Elkann ise “Hayat dolu görünür, ki kesinlikle öyledir. Ama ondan beklemeyeceğiniz kadar intizamlı bir yanı da var –düzenli ve titiz. Asla dağınık değildir” dedi.
Michele’nin organizasyon becerisi ve çalışkanlığı Gucci’yi de bünyesinde barındıran ana şirket Kering’i ziyadesiyle ihya etti; Michele göreve geldiğinde markanın geliri 4 milyar Euro’nun biraz altındayken 2022’de şirketle yollarını ayırdığında yaklaşık 10 milyar Euro’ya yükselmişti. “Şirketten ayrıldım çünkü artık yolunda gitmeyen bir şey vardı” diye anlattı. Büyüme insani olmayan bir ölçeğe ulaşmıştı. “Bu imkansız –doğal değil” dedi. “Büyümenin en iyisi, yavaş büyümedir –nasıl büyüdüğünüzü önemsemeniz gerekir. Tıpkı vücudunuzdaki gibi. Zaman almalıdır.” Bu hız Michele için ne kişisel açıdan hatta ne de yaratıcılık bakımından sürdürülemez duruma geldi. “O yerin tutsağı olma riski taşıyordum –uçakta, otelde hep aynı insanlar. Sanki bir baloncuğun içindeydim.” Öte yandan Valentino, Gucci’nin aşağı yukarı onda biri kadar gelir beyan etti: Kıyaslandığında, butik bir operasyon.
ANTİK ÇAĞ VE MODERNİTE Kıpkırmızı bir fiyonk, antik parşömenler misali fırfırlar, şeffaflık ve altın işlemelerden oluşan patlamayı dengeliyor. Model Jiahui Zhang Mekan Museo Nazionale Etrusco di Villa Giulia, Roma
Bir yıllığına rekabet yasağı sözleşmesi imzalayan Michele, kendini diğer tutkularına adadı: Ortaçağ kulesiyle ünlü meşhur bir Roma sarayındaki daireyi restore etti; şimdi daireyi Rönesans tabloları ve Hollanda çinisi karolar dahil Michele’nin kendi koleksiyonundan bir dolu nesne süslüyor. Endüstriyel domuz yetiştiriciliğinin zulmünden kurtarmak amacıyla arazinin bir kısmını satın aldığı Roma’nın kuzeyindeki Lazio’da bir kale restorasyonuna başladı. Michele’nin emlak portföyü Roma’daki villası; Paris dışındaki şatosu; New York, Londra, Capri ve Gstaad’daki sığınakları ve yatı arasında mekik dokuyan Valentino’yla boy ölçüşecek durumda değil henüz. Gerçi Michele de 15’inci yüzyıldan kalma bir Venedik sarayında daire satın almış; binanın her iki yanından akan kanalları gösteren bir fotoğraf gösterdi bana telefonundan. “Güzel yerleri severim” dedi iç çekerek. “Arabalar ya da onun gibi şeyler umurumda değil; tek umursadığım şey tarihi mekanlar. İnsanların öldüğü, yaşadığı yerleri seviyorum.”
Şirket CEO’su Jacopo Venturini, Valentino’da 25 yıl çalışan Pierpaolo Piccioli 2024’te kreatif direktörlük görevini bıraktığında Michele’nin bariz bir seçim olduğunu açıkladı. “Arşivde çalışmayı sevdiğini biliyordum ve Valentino’daki arşivimiz çok büyük” dedi Venturini. “Valentino boş bir kutu değil. Canınızın istediğini yapabileceğiniz bir marka değil, çünkü bir geçmişimiz var.”
Valentino Garavani’nin iş ortağı ve eski sevgilisi Giancarlo Giammetti ile tesis ettiği marka, Roma tarihinin bir parçasıydı. Paris’tekilere eşdeğer bir modaevi kurmak amacıyla 1960’ta yola çıkan Valentino prensesleri, başkan eşlerini ve onlar gibi gözükmeye heveslenenleri giydirdi. Roma’da büyüyen Michele ilkgençliğinde Valentino’nun imza attığı haute couture tarzından ziyade müzikten ve Vivienne Westwood gibi tasarımcıların birbirinden beslenen yeniliklerinden etkilendi. Öte yandan Valentino şehrin önde gelenlerinden biriydi. “Tıpkı Papa gibi tanıdık bir simaydı” diye anlattı Michele. “Bazen Papa’nın bir arabanın içinde geçip gittiğini görürdünüz, Valentino’nun da öyle. Roma’da güçle kolayca ilişkilenebilirsiniz –Roma İmparatorluğu’na dokunursunuz ve insanlığın uzun tarihine… Valentino’yu Papa’yla denk tutmayı seviyorum, çünkü Roma hem Tanrı demektir hem de düşkünlük, güzellik, zenginlik ve aşk meşk.” Michele artık 92 yaşında olan Valentino ile yıllar önce sadece bir kez tesadüfen karşılaştı, ancak kreatif direktörlüğe atandığında ünlü tasarımcı genç halefine bir mesaj yazdı. “Aslında Bay Valentino ile gerçekten konuşmadım, ama sanki evinde oturup onunla konuşuyor gibiydim –arkasında bıraktıklarından, hayatının parçalarından pek çok şey çıkarabilirsiniz” dedi Michele. “Size çok farklı bir hikaye de anlatabilirler. Belki de yüz yüzeyken size asla söylemeyeceği şeyleri de söyleyebilirler –ruhunun hassaslığı ve özgürlük ideali gibi.”
Michele ilk gençliğinde Valentino’nun imza attığı haute couture tarzından ziyade müzikten ve Vivienne Westwood gibi tasarımcıların birbirinden beslenen yeniliklerinden etkilendi. Öte yandan Valentino şehrin önde gelenlerinden biriydi. “Tıpkı Papa gibi tanıdık bir simaydı” diye anlattı Michele. “Bazen Papa’nın bir arabanın içinde geçip gittiğini görürdünüz, Valentino’nun da öyle. Roma’da güçle kolayca ilişkilenebilirsiniz –Roma İmparatorluğu’na dokunursunuz ve insanlığın uzun tarihine… Valentino’yu Papa’yla denk tutmayı seviyorum, çünkü Roma hem Tanrı demektir hem de düşkünlük, güzellik, zenginlik ve aşk meşk.” Michele artık 92 yaşında olan Valentino ile yıllar önce sadece bir kez tesadüfen karşılaştı, ancak kreatif direktörlüğe atandığında ünlü tasarımcı genç halefine bir mesaj yazdı. “Aslında Bay Valentino ile gerçekten konuşmadım, ama sanki evinde oturup onunla konuşuyor gibiydim –arkasında bıraktıklarından, hayatının parçalarından pek çok şey çıkarabilirsiniz” dedi Michele. “Size çok farklı bir hikaye de anlatabilirler. Belki de yüz yüzeyken size asla söylemeyeceği şeyleri de söyleyebilirler –ruhunun hassaslığı ve özgürlük ideali gibi.”
Michele, Valentino müşterileri genellikle elit figürler olsa da, markanın geleneksellik ya da muhafazakarlıktan uzak olduğunu ekledi: “Onun çok klasik bir adam olduğunu düşünüyoruz, ama bu doğru değil.” Yves Saint Laurent gibi Valentino da yenilikçi tavrı yüzünden zarafet standardı olarak kabul edildi. “Kültürde yarattıkları tüm değişimle birlikte, bizzat kendileri kültür haline geldi” diye açıkladı. “Bu yüzden onları klasik diye nitelendiriyoruz. Fuşya gömlek ve siyah kadife etek giyen bir kadın gördüğümüzde ‘Çok şık, çok klasik, çok Saint Laurent görünüyor’ diyoruz. Ya da şık fırfırlı bir elbise giyen kadını ‘Çok Valentino’ diye tanımlıyoruz. Ama o kadar çok devrim yaptılar ki... Hepsini unuttuk. Valentino hayatını 1970’lerde eşcinsel bir erkek olarak yaşadı. Benzerini moda dünyasında kimse yapmadı. Bir şekilde pişmanlık duymadan bunu yaptı.”
Paris’te Michele’nin koleksiyonu ve sergilendiği atmosferik ortam, maksimalist zenginlik estetiğini Valentino’nun rafine işçilik mirasıyla bir araya getirmesini takdir eden eleştirmenler ve moda tutkunları tarafından mutluluk ve heyecanla karşılandı. Michele de genel anlamda durumdan memnundu, ancak defileden iki gün sonra onunla buluştuğumda sosyal medyada bazı gözlemcilerin hatırı sayılır bir öfkeyle Gucci’de yaptıklarını tekrarlamaktan öteye gitmediğinden şikayet eden nahoş bildirimleri arasında geziniyordu. “Bu çağımızla ilgili çok ilginç bir şey –yapmak istediklerini yapmakta özgür olan insanlara karşı böylesine saldırgan olunması” dedi. Bir yorumcu Michele’nin muzip aksesuarları için atıp tutmuştu: “Çantası kedi şeklinde olan bir kadına veryansın ediyor!” dedi Michele. Onu eleştirenlerin kendi güçsüzlük duygularıyla motive olabileceklerini düşünüyordu. “Ne kadar özgür olursanız, insanlar o kadar çıldırır” diye devam etti. “Bence insanlar kendilerini özgür hissetmek istemiyor. Ve eğer siz özgürlüğünüzü yönetebiliyorsanız, ‘Neden sen istediğini yapabiliyorsun da ben yapamıyorum?’ diyorlar. Bu ilginç.”
Michele işe ara verdiği dönemde felsefe profesörü Emanuele Coccia ile birlikte La Vita delle Forme (Formların Yaşamı) adlı bir kitap yazdı. Erkek arkadaşı ve şehir planlama profesörü olan Attili’nin entelektüel çalışmalarının da etkisiyle kreatif üretimine hep eleştirel, teorik bir gözle yaklaştı. Çalışmadığı zamanlarda bazen Roma’daki üniversitede Attili’nin derslerine girdi gizlice. “Sonraki hayatımda, hayatım boyunca çalışmak istiyorum” dedi Michele. Attili, Gucci’den ayrıldıktan sonra acele etmemesi için onu cesaretlendirdi. “‘Hayatımızı değiştirebiliriz’ diyen o oldu. Hayatını değiştirebilirsin. Bence sorun yok.”
İngilizce basımı yakında çıkacak olan kitapta Michele, son birkaç yıldır podyumda keşfetmeye çabaladığı şeylerin altında yatan fikirleri açıklıyor. Bunlar arasında nonbinary kimlikleri ve ifadelerini yenilikçi bir biçimde benimsemesi de var –yıllar içinde neredeyse sıradan hale gelen bir jest. Kitapta tasarladığı koleksiyonların hepsinde “Unutulmuş kimliklere sahip bedenlerde canlanan güzellik ve belirsizlik idealinin peşinden gittim… En başından beri… Karşılaştığım her şeyi melezleştirdim: formların her birine çeşitliliği dahil etmenin bir yöntemiydi bu” diye anlattı.
Michele, Valentino’daki görevinde de ister istemez Gucci’de yaptığı keşiflere devam edeceğini söyledi: İçinde çalıştığı maddi miras farklı olsa da entelektüel ve estetik duyarlılığı sabitti. “Sanırım bir parça değişecek –yarı yarıya” dedi. “Şunu kastediyorum: Ruhunu korumak ama markayı daha canlı kılmak. Ama markayı saran tozu da seviyorum. Toz çok değerlidir.” Valentino için ilk haute couture koleksiyonunu planlamaya başladığında, birkaç yıl önce satın alıp Roma’daki evinde yer alan yemek masasının arkasına astığı tabloyu düşünüp durmuş. 16’ncı yüzyıl sonunda Paris’te yaşayan ve Michele’nin eserlerini topladığı François Quesnel’e ait tabloda, beli dar ve korsajı çok düşük kesimli, koyu renk elbise giyen bir kadın var. Yüzü ve dekolte bölgesi zarif, beyaz dik bir yaka ile çevrili; boynunu da inci bir gerdanlık süslüyor.
Valentino ofisine yakın, eski usul bir mekan olan Ristorante Nino’da kızarmış enginar ve Dover dil balığından oluşan öğle yemeğini yerken, “Zengin bir kadınmış” diye açıkladı. “Siyah elbisenin sadece yas tutmakla ilgili olduğu sanılır, ama zenginlikle de ilgiliydi, çünkü gelmiş geçmiş en değerli renkti. Bir çeşit çakma siyah – koyu patlıcan rengi.” Michele’yi cezbeden sadece renk değil tabloda kodlanan sembolizmdi. Kadının arkasındaki duvarda daha genç bir portresi asılıydı ve annelik rolünü vurgulamak için her iki yanında kızları dikiliyordu. Belinden, ucundan merhum kocasının portresini içeren bir madalyonun sallandığı altın bir zincir sarkıyordu. “Bu koca krallık ona kocasının mirasıydı” dedi Michele. “‘Ben güçlü bir kadınım’ demenin son derece ilginç bir yolu.” Stüdyonun baş tasarımcısına tablonun fotoğrafını gönderdi. “Dedim ki ‘İşe buradan başlayalım. Belki çok daha ötesine geçeceğiz, ama başlayalım.’”
KABUL EDİLEN DUALAR Michele’nin Valentino tasarlamak hakkındaki sınırsız yaklaşımını besleyen şey Roma. “Çünkü Roma, Tanrı demek” diye tarif ediyor büyüdüğü şehri, “ama aynı zamanda düşkünlük, güzellik, zenginlik ve aşk meşk.” Sonuç mu? Uhrevi elbiseler.
Michele Gucci’deyken kişiye özel muhteşem tasarımlar yaptı –2016 Grammy Ödülleri’nde Florence Welch’in üzerindeki etekleri yerleri süpüren, fırfırlı derin V yakası yıldız ve ay aplikeleriyle süslü, pembe ipek-şifon elbise onlardan biriydi. Daha sonra “Çok rahat hissettim kendimi –çok kendim gibi hissettim. Alessandro nasıl giyinmek istediğime dair güzel ve heyecan verici olanı gördü” diye açıklamıştı bana Welch. Michele ocak ayındaki ilk couture koleksiyonundan önce bile Gwyneth Paltrow ve Chris Martin’in kızı Apple Martin’in kasım ayında Paris’te düzenlenen Le Bal des Débutantes’te giydiği, altı kat ipek pilise şifondan gök mavisi straplez elbiseyi tasarlayarak Valentino virtüözlüğüne getirdiği yorumu sergiledi (Paltrow ve Chris Martin de Valentino giydi.) Ancak ocak ayındaki couture defilesi Michele’nin performans sanatçıları ya da onların çocuklarına değil yemek masasının arka duvarındaki portrede gülümseyen kadının günümüzdeki eşdeğeri sayılabilecek varlıklı hanımların gardıroplarına özel tasarlanmış, el yapımı ve eşsiz elbiselerden müteşekkil bir koleksiyonun tamamını sunmak için ilk fırsatıydı.
Michele hazır giyimde refleks olarak yapacağı gibi bir tasarımın nasıl kopya edilebileceğini düşünmemenin bilişsel bir değişim gerektirdiğini; Valentino terzilerinin teknik maharetinin, hayal gücünü neredeyse metafizik anlamda zorladığını açıkladı. Dedi ki, haute couture “gerçek hayatta karşılığı olmayan bir giysi.” Şöyle devam etti: “Elbiseye istediğiniz her şeyi koyabilirsiniz, sınır yok. Bu zor olabilir, çünkü sınırların olmasını severim. Her zaman sınırlarla mücadele ederim. Daima su gibi olmaya çalışırım, sınırlardaki şeyleri yıkmak için ufacık boşluklara dolarım. Burada ise bana karşı olan kimse yok.” Açıklamayı sürdürdü: “Özgürlük öyle hassas bir şey ki…Tamamen çıplak olmak anlamına geliyor. Tamamen kendiniz olmanız anlamına geliyor.” Manalı bir fark daha vardı: Hazır giyim koleksiyonlarında Paris’teki provada olduğu gibi ekibi Michele’ye modeli giyinik halde sunuyor. Ama söylediğine göre couture’de model neredeyse tamamen çıplak halde önünde dururken kadın terziler elbiseyi onun üzerinde inşa etmiş –Michele’nin kutsal terimlerle tarif ettiği bir atmosferde çıplak bir bedenin etrafında kümelenmişler.
“Couture her şeyin başladığı bir tohum – canlı tutmaya çalıştığımız arkeolojik bir ayin” diye anlattı. “Terzilerin kızın etrafını sarıp benimle birlikte onu giydirdiğini, o ayini canlı tutmaya çalıştıklarını gördüğümde, orada muhafaza etmemiz gereken çok güçlü ve kudretli bir ruh olduğunu hissettim. Tıpkı dini bir şey gibi.” Terzilerin “Vesta rahibeleri gibi ayini nasıl yöneteceklerini bildiklerini” söyledi –Vesta rahibeleri antik Roma’da Valentino sarayına kısa bir yürüyüş mesafesindeki tanrıça Vesta’nın tapınağında kutsal ateşi diri tutmakla görevliydi. Bu mukayese Michele’ye bir kez daha yaşamın beyhudeliğini ve binlerce yıllık tarih karşısında bireysel var oluşun faniliğini hatırlattı. Daha açık olmak gerekirse, modanın ölümlü doğasını… Valentino’nun mirası haline gelen kültür hakkında da, “Alevi sonsuza kadar korumak ve diri tutmak istiyorlar; ben de alevi yaşatmaya çalışan insanlardan biri olacağım. Ama sadece biri… Canlı tutmanız gereken şey alevin ta kendisi” diye konuştu.
Saç: SHIORI TAKAHASHI; Makyaj: YADIM