Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
“Çirkin” diyerek yargıladığımız Balenciaga x Crocs terliklerden özür dilememizin vakti geldi de geçiyor bile.
Podyumda yürüyen modellerden, sanat eseri mertebesindeki aksesuarlara, çiçek baskılı elbiselerden, kalın tabanlı plastik ayakkabılara… Yüksek moda başlığı altında varlığını sürdüren bazı modaevlerinden çıkan koleksiyonları “Çirkin moda” olarak adlandırma gücünü kendimizde bulduk. Görsel açıdan tamamen bağıl bir endüstride bazı tasarımları “çirkin” addetmek sadece bir refleks mi, kendimizi otorite olarak görmemizi sağlayan bir özgüven mi, yoksa bize neyin güzel olduğu konusunda vaaz verebileceğimizi buyuran toplumsal öğretiler mi? Sorgulamamızı güncel moda ekseninde sürdürüyor olsak da geçmişten alacağımız referanslar da oldukça önemli; zira sadece toplumsal, sosyolojik ve siyasi tarih değil, moda tarihi de tekerrürle işliyor. Bunun kanıtı 80’ler ve 90’larda ana akım modanın karşısında konumlanan, sanatı yüceltip; kabul gören estetik anlayışına gösterişli ve yüksek sesli alternatifler üreten anti-moda anlayışı. Comme des Garçons, Maison Martin Margiela, Yohji Yamamoto, Issey Miyake, Ann Demeulemeester, Vivienne Westwood, Rei Kawakubo gibi marka ve tasarımcıları kapsayan bu oluşum, endüstrinin dayattığı estetik kavramını hiçe sayarak kendi üsluplarında, üstün işçilikli, mesajlar içeren koleksiyonlar ortaya koydu. Moda Kuramı ve Tasarımı alanında akademisyen ve yazar Şölen Kipöz, dönemi şu sözlerle özetliyor: “Moda dünyasında estetik normların kırılması 80’lerin sonunda ortaya çıkan yapısökümcü harekete dayanıyor. Bu bağlamda Comme des Garçons’un yaratıcısı Rei Kawakubo’nun 1997 yılında sunduğu Body Meets Dress, Dress Meets Body koleksiyonunu değerlendirebiliriz. Bedenin farklı yerlerine hacimsel çıkıntılar yerleştiren Kawakubo, ideal güzellik normlarını da alaşağı ediyordu. Koleksiyon o yıl Vogue Amerika tarafından ‘sezonun en çirkin koleksiyonu’ olarak değerlendirilmişti. İşin ilginç tarafı, Kawakubo, bu beğenilmeme durumuna son derece olumlu tepki verdi. ‘Zaten beğenilseydi amacıma ulaşamadığımı düşünürdüm’ demişti. O döneme damgasını vuran kavramsal tasarım, modanın toplumsal çalkantılara ve sorunlara duyarsız kalamayacağını, ana akım modanın önerdiği basmakalıp güzellik ve cinsiyet normlarının artık toplumda yeri olmadığını vurguluyordu”. Rei Kawakubo’nun da dahil olduğu bu kategorideki tasarımcılara, “anti” ibaresini konduran bakış açısı, günümüzde de “çirkin” sıfatıyla aramızda. Sadece bu sefer, bu sıfatla anılan tasarımların imzası başka modaevlerine, ana akım modanın kalbindeki markalara ait. Gucci ve Balenciaga, “çirkin” olarak damgalanan koleksiyonların ipini çekiyor.
Fotoğraf: Arseny Jabiev
Demna Gvasalia 2014’te kurduğu Vetements’la moda sahnesinde spot ışıklarını üzerine çekti. Maison Martin Margiela’yı hatırlatan dekonstrüktif kalıplar ve cinsiyetler arasındaki sınırları tamamen kaldıran tasarımlarla henüz bir sene sonra, bir moda otoritesi olarak görülebilecek Fransız modaevi Balenciaga’da Alexander Wang’in boşalttığı kreatif direktörlük koltuğuna geçti. 2015’te yapılan tek büyük transfer bununla kalmadı. Gucci, Alessandro Michele’yi dümenin başına geçirdi. Bu iki ismin ortak paydasında kreatif deha, güncel modanın estetik anlayışına aykırı bir üslup ve bu üslubu hayata geçirecek cesaret vardı. Keza sonuç, taşları yerinden oynatacak iki “yeni” marka oldu. Gucci de, Balenciaga da, zarif ve feminen bir duruştan uzaklaşıyor, cinsiyetsizliği başrolde tutuyor, dayatılan güzellik algısını seçtikleri modeller ve yaptıkları çekimlerle yeniden şekillendiriyorlardı.
Gucci’nin model seçimleri, sanat eseri mertebesindeki ekstrem aksesuarları ve styling’i, Balenciaga’nın ise yine modelleri, devasa montları ve sivri omuzları, “çirkin moda” başlığı altında hem moda dergilerinde hem de dijital mecralarda sıkça karşımıza çıktı. Yazarlara göre çiçekli elbiseleri, yine çiçekli ve ultra-sivri burunlu çizmelerle giymek çirkindi. Balenciaga x Crocs işbirliğinden çıkan kalın tabanlı, metal zımbalı plastik terlikler çirkindi. Michele imzası taşıyan basma elbiseler, dantelli yakalar, haddinden fazla aksesuar kullanımı çirkin, çirkin ve çirkindi. Peki, bu tasarımları bu şekilde yaftalamak için hangi “güzel” ile karşılaştırıyorduk? Ya da asıl soru, ilk başta değişimin yarattığı şok etkisiyle betimlemiş olsak da, aradan yıllar geçmesine rağmen, neden hâlâ farklı olanı kabullenmek yerine, alışılmışın dışında kaldığı için “çirkin” olarak işaret etmeye devam ediyoruz? Farklılığı, orijinalliği sanatta kabullenirken, giysiler söz konusu olduğunda neden stereotipleri referans noktası kabul ediyoruz? Uzman Klinik Psikolog Sinem Pirinalı, konuyu derinlemesine yorumluyor: “Güzellik veya çirkinlik algısı, evrimsel açıdan bakıldığında, geçmişten edindiğimiz kalıp yargılarla zamanla şekillenmiştir. Kalıp yargılar sosyal öğrenme ve kategorize etme süreciyle zihnimize yerleşir. Aslında kalıp yargılar zamanın başlangıcından bu yana hayatta kalmamızı ve soyumuzu sürdürmemizi sağlayan işlevsel bir yapıya sahip. Örneğin; ormanda yaşayan bir mağara insanı olduğunuzu düşünün. Size zarar verebilecek hayvanların belirgin özelliklerine (keskin dişler, pençeler, zehirli olup olmaması gibi) bağlı olarak zihninizde bir kategorizasyon yapar ve bu hayvanlarla karşılaştığınızda kendinizi nasıl koruyacağınızı bilirsiniz. Bu kısayol sayesinde, karşılaştığınız her benzer hayvan için kafanızı tekrar tekrar yormanıza gerek kalmaz.” Ancak taş devrinden günümüze geldiğimizde işler karmaşıklaşıyor. Kategorizasyon zorlaşıyor, sadece kendimizi korumak için değil, sosyal bir gruba ait olabilmek adına kalıp yargıları kullanmaya başlıyoruz. Pirinalı, aidiyet duygusunu beslemek için bize benzeyenlerle yakın olduğumuzu, benzemeyenleriyse dışladığımızı söylüyor ve ekliyor: “Yıllar içinde gerek sosyal öğrenmeyle gerekse kategorize etme süreciyle öğrendiğimiz ve DNA’mıza işleyen kalıp yargıların bazıları işlevini yitirdi. Bunun nedenini yine evrimsel olarak açıklayabiliriz. Çünkü evrimin bize vaat ettiği iki şey var: değişim ve bu değişime bağlı olarak çeşitlilik. Yaşadığımız koşullar değiştikçe adapte olmamız gereken durumlar da çeşitlenmeye başladı. Çeşitliliğin artması farklılıklara saygı göstermenin gerekliliğini daha da ortaya çıkardı. Artık beynimizde ortak bilinç ve birlikte yaşama kültürünü geliştirecek yeni sinirsel bağların kurulması şart oldu. Bu da ancak, kendi yaşantımızda farklılıklara yer açarsak gerçekleşebilir.” Şölen Kipöz ise çirkin giysileri moda penceresinden yorumluyor: “Bugün modanın karşılaştığı insani, ekolojik, sosyal ve küresel krizler daha gerçekçi ve karanlık bir estetik yaratıyor. Mükemmel olmayan, cinsiyetsiz, bedensiz, normlara ve standartlara uymayan, ‘öteki’ni içine alan, daha kapsayıcı ve çeşitliliğe yönelik bir dil yaratıyor. Ancak 80’lere oranla modanın yeni morfolojiler ve yeni estetik diller bulmakta zorlanması, bu norm değişimini stilizasyona ve farklı karakterlerle dramatizasyona kaydırıyor.”
Gucci, 2019’da 9.6 milyar Euro kâr ettiğini açıkladı. Balenciaga, 1 milyar Euro’yu geçti. Yine “çirkin moda” ile anılan Off-White ve içinde bulunduğu New Guards Group, 2019 Ağustos ayında Farfetch’e 675 milyon dolara satıldı ve bu satışın yüzde 50’sinin Off-White’ın karşılığı olduğu söylendi. Rakamlarda 2019’u referans almamızın sebebi, 2020 yılının, pandeminin yarattığı kriz ortamı nedeniyle markaların gerçek değerlerini göstermemesi. Adı böylesi meblağlarla yan yana gelen markalar, “çirkin”lik anlayışının ne denli bağıl olduğunu bir kere daha ispat ediyor. İdrak etmemiz gereken, bizim beğendiğimizin güzele, beğenmediğimizin ise çirkine eş olmayışı, her farklı olanın da çirkin olmayacağı. Birkaç sene önce WhatsApp gruplarından yayılan, “Elbise mavi mi? Altın rengi mi?” fotoğrafını hatırlayalım. Her birey, kendi gözü, beyni, algısına göre farklı bir cevap vermişti. Aynı hikaye yukarıda anlattığımız parçalar için de geçerli. Tıpkı bir yemek, bir sanat eseri ya da bir şarkı gibi. Bireyin güzellik algısı, toplum dayatmasının önündedir. Saygıyı hak eder.