Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Son yıllarda lüks moda endüstrisinde sıklıkla şahit olduğumuz bir strateji var: markaların klasik tasarımlarını yeniden yorumlayarak koleksiyon seçkilerine dahil etmesi. Peki, birçok prestijli marka neden arşivlerine geri dönüyor? Cevabı birlikte arayalım.
Zaman zaman geçmişin ikonik moda parçalarına özlem duyduğunuz oluyor mu? Yoksa bu vintage klasikler size demode mi hissettiriyor? Sürekli yenilik ve yeni trendler arayan bir dünyada özgünlüğe, farklılığa ve benzersizliğe tutkularıyla bilinen Balenciaga, Chloé, Valentino, Louis Vuitton, Stella McCartney, Chanel, Christian Dior, Gucci gibi lüks markalar neden arşivlerine dalarak sevilen klasikleri ve zamansız tasarımlarını yeniden piyasaya sürüyor? Ancak bu durum diğer taraftan lüks modada yenilik ve gelenek arasındaki denge hakkında, moda endüstrisinde potansiyel bir yaratıcılık eksikliği mi var sorusunu da akıllara getiriyor. Moda her zaman geçmişten etkilenmiştir. Zira nostaljik duygunun günümüzde tüketici tercihleri üzerinde önemli bir etkisi vardır. Bu nedenle ikonik parçaların yeniden piyasaya sürülmesinin ardındaki temel etkenlerden birinin nostaljinin güçlü cazibesi olduğunu söyleyebiliriz. Tüketicilerin hızla değişen trendlere ayak uydurmaya çalıştığı ve hızlı modada kaybolma hissinin yoğun yaşandığı bir çağda, zamana meydan okuyan, klasik tasarımlara olan ilgi de giderek artıyor. Lüks markalar da klasik parçaları yeniden canlandırarak tüketicilerin bu ürünlerle kurdukları derin duygusal bağdan ilham alıyor. Örneğin Valentino’nun 2024 Pre/Fall koleksiyonunda, ilk olarak 1998’de Naomi Campbell’da görülen siyah-beyaz desenli uzun ceket tasarımının yeniden gün yüzüne çıkması bu duygusal bağa en anlamlı örneklerden.
Öte yandan ikonik parçaların güncellenmiş versiyonlarının piyasaya sürülmesi, lüks markaların zengin miraslarını onurlandırırken aynı zamanda onlarca yıldır markaların alametifarikası haline gelen zanaat işçiliğinin de sergilenmesine olanak tanıyor. Bu klasik tasarımların sadece bir moda ürünü olmanın ötesinde, marka mirasının, dönem ruhunun ve sembolik faydanın vücut bulmuş hali olduğunu söyleyebiliriz. Hermès, Louis Vuitton, Christian Dior gibi markalar bu sevilen stilleri geri getirerek tarihe, kült stile ve mirasa olan bağlılıklarını bir kez daha teyit ediyor. Louis Vuitton’un Speedy’si, Hermès’in Birkin’i, Chanel’in 2.55’i, Dior’un Lady Dior ve Saddle’ı ve benzer şekilde Gucci’nin Jackie çantası moda tarihi için bir aksesuardan çok daha fazlası anlamına geliyor. Bu ikonik parçalar, hikayeleri ve anıları beraberlerinde taşıyan bir dönemin adeta simgesi niteliğinde. Tüketiciler nezdinde moda tarihinin bir parçasına sahip olmanın cazibesi, yeniden satışa sunulan bu ürünleri oldukça çekici kılıyor. Markasının miras arşivlerine olan bağlılığını her sezon, her defilede yansıtan en çarpıcı isimlerden biri şüphesiz Maria Grazia Chiuri. Tasarımcı 2016 yılında moda devinin dümenine geçtiğinden beri bu vizyonu ve stratejiyi en iyi şekilde uyguluyor. 1967 yılında Marc Bohan tarafından tasarlanan Dior Oblique desenden, New Look akımını sembolize eden 1947 yılına ait The Bar Jacket’a 1999 yılında John Galliano tarafından tasarlanan ikonik Saddle’a ve adını Prenses Diana’dan alan 1995 yılından günümüze uzanan Lady Dior’a kadar birçok kültleşmiş tasarım çıkış yaptığı dönemin bile popülaritesini aşarak günümüz moda endüstrisini domine ediyor. Benzer vizyonla ilerleyen bir diğer marka da Louis Vuitton. Markanın başarılı bir şekilde güncellediği ve pazara yeniden sunduğu ikonik tasarımlardan oluşan zengin bir geçmişi var. 1896’da tanıtılan Monogram Kanvas,Takashi Murakami ve Stephen Sprouse gibi sanatçılarla yapılan işbirlikleri sayesinde cesur yeniden yorumlara tanık olurken, Virgil Abloh canlı renkler ve büyük boyutlu desenler ekledi. Monogram’dan daha önce doğan Damier Canvas ise modern bir dokunuş için Damier Ebene, Azur ve Graphite gibi versiyonlarla yeniden sunuldu. Öte yandan ilk olarak 1930’larda piyasaya sürülen Alma ve Speedy gibi klasik çantalar, çeşitli malzemeler, renkler ve sınırlı sayıda üretimle yeniden tasarlandı. 1932’de tasarlanan Noé kova çantası artık farklı boyutlarda ve güncellenmiş malzemelerle sunuluyor. Petite Malle, Capucines çantaları da yeni renkler, malzemeler ve sanatsal işbirlikleriyle güncellendi. Bu sürekli güncellemeler sayesinde Louis Vuitton, modern zevklere ve trendlere hitap ederken mirasını da canlı tutan markalar arasında ön sıralarda yer alıyor.
Günümüzün çevreye duyarlı dünyasında sürdürülebilirlik hem tüketiciler hem de markalar için çok önemli bir husus haline geldi. İkonik parçaların yeniden piyasaya sürülmesi, yeni yaratılan tasarımların da geleceğe miras kalma misyonuyla uzun ömürlü olmasını teşvik ederek sürdürülebilir moda ilkeleriyle uyum sağlıyor. Bu amaçla lüks markalar, tek kullanımlık moda döngüsünü teşvik etmek yerine, yıllarca sevilip giyilebilecek zamansız parçalara yatırım yapmanın değerini vurguluyor. Bu yaklaşım sadece israfı azaltmakla kalmıyor, aynı zamanda gerçek lüksün geçici değil kalıcı olduğu fikrini de güçlendiriyor. Örneğin Chloé yenilemeyi en cool şekilde yöneten markalardan biri. Gabriela Hearst sürdürülebilirlikle eş anlamlı olarak anılan bir tasarımcı. Öyle ki trendler gelip geçer ama zamansız bir çanta sonsuza dek kalır. Hearst, 2021’in başlarındaki Chloé’ye hazırladığı ilk koleksiyon için Phoebe Philo döneminin en popüler çantalarından biri olan Edith’i arşivlerden çıkardı. Gabriela, kreatif direktörlük koltuğunda olduğu süre boyunca çantayı boyut, işlev, renk ve dokulardaki farklılıklarla her koleksiyonda yineledi. Geçtiğimiz yıl Gabriela’dan boşalan kreatif direktör koltuğuna atanan Chemena Kamali ilk iş olarak geçmişi 50’li yıllara uzanan markanın arşivlerini derinlemesine inceledi. Detayları modern vizyonuyla süzgeçten geçiren tasarımcının kariyerine Phoebe Philo zamanı Chloé’sinde başlaması bu süreci daha da hızlandırdı. Zira markanın bohem ve nostaljik DNA’sına oldukça aşinaydı. Peki Chloé’nin 2024 Sonbahar/Kış defilesine katılan konuklardan Sienna Miller, Anne Watanabe, Liya Kebede gibi isimler neden senkronize olarak ahşap platformlu sandalet giymişti? Sanırım bir ürünün popülerliğine ünlülerin aynı anda o ürünü giymesinden daha fazla katkısı olan bir şey yoktur. Chloé de aynı fikirde olacak ki Phoebe’nin 2006’da tasarladığı ikonik ahşap platformlu sandaleti Maxime sandal adıyla yeniden piyasaya sürdü. Parçayı daha da ikonikleştirmek için ahşap platforma markayı anımsatan detaylar kazınmıştı.
Sürdürülebilirlik denince aklına Stella McCartney gelmeyen sanırım yoktur. Tasarımcı 2002 yılında çıkardığı ilk denim serisinden ilham alarak arşivlerinden çıkardığı mirror denim tasarımı, güncellenmiş kalıpları ve sürdürülebilir malzemeleri bir araya getirerek zamansız denim parçalara yeni bir bakış açısı getiriyor.
Bazı eleştirmenler klasik tasarımları yeniden piyasaya sunmanın yaratıcılık eksikliğine işaret edebileceğini savunurken, birçok lüks marka gelenek ve yenilik arasında bir dengede olması gerektiği bilinciyle hareket ediyor. Bu dengeyi kurmayı başaran markalardan biri de Balenciaga. İlk olarak 2001 yılında dönemin kreatif direktörü Nicolas Ghesquière zamanında tasarlanan city çantası, daha önce motorcycle city bag olarak biliniyordu ve o dönem yeterince ilgi görmemişti. It-bag statüsüne giden yollar dümdüz değildi ve yıllar sonra city bag modaevinin en çok beğenilen tasarımlarından biri haline geldi. Popülerliği öyle arttı ki, yeniden canlanmaya yanıt olarak şu anki kreatif direktör Demna Gvasalia le city olarak modeli arşivden geri çıkardı. Ayrıca arşiv detaylarından ilhamla 2021’de piyasaya sürülen Le cagole, 2000’li yılların orijinaline gönderme yapan yeni bir siluetle piyasada büyük ilgi gördü. Canlanmanın diğer bir göstergesi olarak ikinci el satış platformu Vestiaire Collective, Balenciaga çantaların yılın en çok istenen 10 çantası arasında yer aldığını ve haziran ayında le city için yapılan aramalarda yüzde 13’lük bir artış olduğunu bildirdi.
Lüks markaların tozlu arşivlerden çıkardığı tasarımlar ve detaylar marka kimliğini güçlendirmek ve rakiplerden farklılaşmak için de stratejik bir hareket olabilir. Sürekli olarak yeni marka ve trendlerin ortaya çıktığı kalabalık bir pazarda, klasik tasarımların yeniden gözden geçirilmesi, yerleşik lüks evlerin benzersiz konumlarını sağlamlaştırmalarına da olanak tanıyor. Bu yaklaşım tüketicilere, bu markaların zengin bir geçmişe sahip olduklarının sinyalini veriyor. Ayrıca bu sayede markalar hem sadık müşterilerle hem de bu ikonik parçaları ilk kez keşfeden yeni müşterilerle daha geniş kapsamlı bir etkileşim kurma fırsatı yakalayabiliyor. Markalar ağırlıklı olarak arşivlerine güvenerek yenilikçi tasarım yerine garantili gelire öncelik veriyor da olabilir. Bu strateji, kısa vadede mali açıdan sağlam görünse de sonuçta her zaman modanın ayırt edici özelliği olan yaratıcı yönüne de zarar verme ihtimaline sahip. Lüks sektörü yavaşlama işaretleriyle karşı karşıya kalırken, yeniden piyasaya sürme stratejisi markalar nezdinde bu eğilime olan inancı tetikliyor. Ancak yenilik ve farklılığa olan tutkusuyla bilinen Z kuşağının ve geleceğin lüks tüketicileri Alfa’lar için arşivin tozlu raflarının her zaman güvenli bir liman olmadığını unutmamakta fayda var.