Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Dünyayı değiştirmek istiyor. Ve naif bir dilek değil onunki. Kumaşlardan formülleri var, sağlamasını aldığı denklemleri... Femme fatale bir bilge gibi. Ferrarisi de olur belki.
Fotoğraf: Emre Ünal
Karakterinizi, bedeninizi, stilinizi ve gardırobunuzu dolduran giysileri bir düşünün. Sonra bunlardan bir güvenli alan yaratın kendinize. “Hah şimdi ben gibi oldum” dediğiniz; en iyi hissettiğiniz görünüm nedir, bir kafa yorun.
Soho House İstanbul’da bir Pazar sabahı, Dilara Fındıkoğlu, 2018-19 Sonbahar/Kış koleksiyonundan parçalarla ilk kez Vogue Türkiye için kamera karşısına geçmiş; mavi rugan tulum da giymiş, klasik pinstripe kumaştan korse formuyla daracık belini öne çıkaran ceket de. Sonra “Kendim için tasarladığım kırmızı kadife bir takım var” diyor, “Onunla da bir kare çekelim mi?”
2018 İlkbahar/Yaz koleksiyonunda Şeytan’ı temsil eden (Hayatın İllüzyonu adlı koleksiyonda İnananlar, İsyankarlar, Düşünürler, Politikacılar, Liderler, Asiller ve Tanrı olmak üzere yedi karakter var) 4 no’lu görünümün ceketini kendisine uyarlamış; altına kasıktan yırtmaç açtığı dar bir etek tasarlamış. Görünümü tamamlayan kırmızı sütyeni, siyah jartiyeri ve ipek şeritleri bileklerine dolanan Gianvito Rossi ayakkabılarıyla sahne arkasından çıkıyor ve oh çekiyor: “Güvenli alanıma girdim!”
Bakıyorum da, Dilara Fındıkoğlu’nun güvenli alanı ne kadar az kadını kapsıyor. Birçoklarının kendini bırakın güvende, özgüven yoksunu hissedeceği, şüphelere gark edeceği bir görünüm –çok mu iddialı, çok mu femme fatale, çok mu ‘bana bakın’ der gibi– Dilara’ya bir anlamda ten gibi geliyor. “Güvenli alan diyerek o kıyafeti giydikten sonraki fiziksel rahatlıktan bahsetmiyorum. Kendim gibi hissettiğim an esas olan. ʻBen gibi görünmek’ benim için derinlikli bir şey. Belki de eskiden kendimi ifade etmekte çok zorlandım, travmatik bir şeydi belki de... Tam olarak hiçbir yerde evimde gibi hissetmiyorum ben çünkü. Klişe gelebilir duyduğunda ama, benim evim kendi yarattığım dünya. Bu yüzden kendi kıyafetlerimi giydiğimde o dünyanın içindeymişim gibi geliyor. Markama baktığınızda da yarattığım evrenin, tasarımlarımın benimle direkt bağlantısı olduğunu görürsünüz. Başkalarına bakınca kayboluyorum ben, kendime bakınca net görüyorum.”
Fotoğraf: Emre Ünal
Onunla konuştuğum saatler sonrasında, yıldızı her geçen gün yükselen 28 yaşında bir moda tasarımcısı olarak en büyük başarılarından birinin özgünlüğüyle uluslararası moda otoritelerinden pekiyi almak; Another Man’e kapak olmak; Madonna’yı, Rihanna’yı giydirmenin ötesinde, kendine baktığında gördüklerini “netlemek” olduğunu düşünüyorum. Ve önce ailesine, sonra tasarım dünyasına yeni bir dünyanın kapılarını açmak. Başkaldırarak.
“İnsanların özgünlüğünü konuştuğu tasarımlar yapmam garip aslında. Çünkü genel olarak etrafımda çok orijinal şeyler görerek büyümedim. Dört kardeşin en küçüğüyüm. Annem ev hanımı, babam işadamı. Hem onlar hem kardeşlerimle aramdaki yaş farkı hayli büyük. Kendilerine has insanlardır ama geleneklere bağlıdırlar. Ben evin uç insanı, isyankarıydım. Ortaokul-lisede başladı kimseyi takmayan tavrım. Emo da oldum, metal de, rock da, gotik de. Dinlediğim müziğin, görünümlerime etkisi büyük oldu. Fakat küçük yaşlardan beri asıl kafamı kurcalayan herkesin neden birbirine benzediğiydi... Ergenken giydiklerimle insanları şok etmek hoşuma gidiyordu örneğin... Ailem ʻkızım böyle sokağa çıkılır mı’ diyordu. Üstlerine gidiyordum. Kabuklarından çıksınlar, artık öyle düşünmesinler istiyordum. Böyle şeylerin normal olduğunu kabul ettirmeye çalışıyordum. Normal nedir, ne değildir, bilmeden...”
İnadına yapmamış Dilara. Dilediği gibi görünebilme hakkını savunmuş sadece. İlk dövmesini yaptırdığında, dudaklarını kıpkırmızı boyadığında, gotik giyinmenin karşılığı satanist olduğunda... Örneğin anneni üzünce üzülmüyor muydun, diye sorunca, oturduğu yerden bir diğer yana dönüyor, “Keşke annelerin en büyük derdi kızının ne giydiği olsa” diyor. “Yani bir giysi bir insanı ne kadar üzebilir ki. Sağlıklıyım, akıllıyım...”
Fotoğraf: Emre Ünal
İki yaşından bu yana önce evin duvarlarına, sonra telefon fihristlerine çizim yapmış Dilara. Kadın figürleriyle başlamış. Topuklarını yeterli bulmayıp tabanlarına sonsuz küpler eklediği ayakkabılı kadın figürleriyle evrilmiş primitif çizimleri... Spiritüel konulara, epik fantastik romanlara merak sarmış; büyüdükçe kendi dünyasına dalmış. İstanbul’da İtalyan Lisesi’nden mezun olduktan sonra “Londra’da moda tasarımı okumak istiyorum” diye babasının karşısına çıkınca “İTÜ’ye git” yanıtını almış. “‘Beni Londra’ya göndermezseniz evden kaçarım dedim babama. ‘Ben dünya çapında biri olmak istiyorum’”.
“Central Saint Martins’e daha ilk günden adapte oldum, çok popüler oldum hatta. İnsanlar ‘nasıl yani, Türk müsün, Türkiye’den gelen bir kız nasıl böyle olabilir’ diyordu. Londra için bile marjinal kaldığım zamanlar oldu. Kendimi görüntümle diğerleriyle yarıştırdığım zamanlar da... Bir Londralıya göre daha geriden başladım çünkü yola, öne çıkmak için yaptım ama kendimi başkalarına bakıp geliştirmedim hiç. Kendime döndüm.”
Karakteri, görünümü ve tasarımlarıyla okulun it-girl’lerinden olan Dilara, 2015 yılında mezuniyet günü gelip çattığında bitirme koleksiyonunun okulun düzenlediği basın şovuna seçileceğinden eminmiş. İsimlerin olduğu liste panoya asıldığında, adını seçilenler arasında göremeyen Ms Fındıkoğlu, inanamamış ama yılmamış. Facebook’ta açtığı bir sayfa üzerinden seçilemeyenlere ulaşarak organizasyonla aynı gün, okulun bahçesinde bir gerilla defile düzenlemiş. “Okul yönetimi haber alınca, ‘Yapamazsın, seçilmedin, kaderine razı ol’ dediler. Olur muyum! Bizim defile, okulun basın şovundan daha fazla ilgi gördü tabii. Londra bu... Punk’ın gibi altkültürlerin doğduğu yer... Central Saint Martins de sonuçta bir sanat okulu. İnsanın kendini ifade etme özgürlüğü olmalı.”
Öncelikle Dilara Fındıkoğlu’nun öncülük ettiği seçilmeyenler defilesinin, #encoreCSM etiketiyle bir Central Saint Martins geleneğine dönüştüğünü belirtelim; sonra da Dilara’nın okulun bahçesinde sunduğu mezuniyet koleksiyonundaki parçaları Natalia Vodianova, Mariacarla Boscono, Lindsey Wixson gibi ünlülerin giydiğini... Lady Gaga’nın ondan Next Big Thing/ Geleceğin Yıldızı olarak bahsettiğini... Fantastik kareleriyle düş gördüren moda fotoğrafçısı Tim Walker’ın “Dilara Fındıkoğlu Wants to Change the World” adlı fotoğraf serisiyle tasarımlarını görüntülediğini...
Fotoğraf: Emre Ünal
Evet, Dilara dünyayı değiştirmek istiyor; tasarımlarıyla, duruşuyla. Kendisini de, yaptıklarını da kabul ettirdiği gibi; ailesine, okuluna, moda dünyasına... İyimser bir isyankar o. Kabul etmeyip değiştirmeye çalıştığı her şey,çevresindekileri gururlandıran başarılara taşımış onu. Mesaj kaygısı var, tasarımlarıyla inandıklarını yayma çabası... Çilem Doğan'a bir koleksiyon ithaf etmesi de bundan. “Moda tasarımcısı olmak, benim yolumdan gitmek isteyenler varsa söyleyeceğim bir şey var” diyor, teatral tavrıyla. “Kendine bak, kendini düşün. Etrafı gör. Güncel ol. Haberdar ol. Ama bakıp kopyalama. Yapılmış olandan uzaklaşmak için bak. Bende fikir çok mesela... Araştırıp kendini beslersen sende de fikir çok olur. Yaratıcı olarak gelmişiz bu dünyaya. Olayı bu insanoğlunun.” Yanındaki kül tablasını kaldırıyor havaya; koltuğu, çantasını, pencereyi işaret ediyor parmağıyla. “Etrafımızdaki her şeyi biz yaratmışız. Fikir tükenir mi?.. Herkes içine dönsün biraz da. Her şeyi sorgulasın, her sunulanı olduğu gibi kabul etmesin. Herkesin doğrusu kendine olsun. Herkes doğrusuna tutunsun.”