Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Yeni, heyecan verici, ışıltılı… Biz modayı sıklıkla kulağa havalı gelen bu sıfatlarla tanımlıyoruz. Peki günlük yaşam pratiğimizin istemsiz bir parçası olan moda, hak temelli bir mücadelenİn konusu da olabilir mi?
Moda Twitter’ını keşfettiniz mi? Ben keşfettim. Instagram’dan çok daha derin içeriklere, thread’lere, incelemelere ulaşabildiğimiz bir akış var orada. İki uygulama arasındaki “gerçeklik” farkını moda içeriklerinde de görüyoruz. Kusursuzun peşinde koşmaktan ziyade var olanın irdelendiği içerikler bulabildiğimiz bir dünya burası. Tabii klasik Twitter tarzında bolca çatışma, gerginlik ve daha keskin fikirleri de beraberinde getiriyor.
Yakın zamanda yine bolca alıntılanmış, yanıtlanmış bir thread düştü önüme. Şöyle başlıyordu: “Aylar sonra AVM’ye geldim. Bin pişmanım. Moralim sıfır. Üç gram yaşama sevincim kalmadı. Neden mi? Çünkü büyük bedenim ben. O kadar büyüğüm ki kot pantolon almak istediğim bir marka size göre bedenimiz yok dedi. Bana göre, bize göre! Ama sitenizde var, dedim. Bize gelmiyor, dendi. Kapınızda kocaman pano var. Kadınlar kalıplara sığmaz diye akar pano yapmışsınız, dedim. Cevap: Kem küm, ama bedeniniz… Ne var bedenimde 44 ila 46 arasında gider gelirim. Ne var bedenimde, ben mi kendimi bilmiyorum acaba?”
Thread’i yazan kullanıcının sitemini çok iyi anlıyorum çünkü ben 40 - 42 beden ve “mid-size” olarak adlandırılan ölçüler aralığının mensubu biri olarak benzer sorunları yaşıyorum. “O ürün standart beden”, “O ürün 40 bedene kadar var ancak o da elimizde kalmadı.” Bunlar benim için rutin cevaplar. Çok uzun süre bunların beyaz kadın dertleri olduğunu düşündüm. Belki birçok açıdan öyle gerçekten ama giyinmek kadar rutin bir eylemin ve bunun getirdiği bir zorunluluk olarak alışverişin bu kadar zor olmaması gerektiğine inanıyorum. Özellikle de ruh sağlığı için bu kadar yıpratıcı olmaması gerektiğine eminim. Zira aynı kullanıcı, gittiği mağazalarda sorularını yanıtlayan insanların kullandığı dil ve sergilediği tavırların kendisini dışlanmış hissettirdiğinden, bedenine uyan giysiler bulabilmek için spesifik mağazalara gidip iki katı para vermek istemediğinden söz ediyordu. Üstelik tahmin edersiniz ki tweet’leri kendisini destekleyenler kadar, bedenine ilişkin zorba söylemlerle dolu cevaplar da aldı.
Fotoğraf: Hunter Abrams
Bundan birkaç yıl kadar önce beden olumlama, beden nötrlüğü gibi kavramların popülerliğinin zirvesini yaşadığı bir dönemden geçtik. Sonra “trend” olan her şeyden olduğu gibi bunlardan da sıkıldık. O sürecin medyada farklı bedenlerin temsiline ve farkındalığın artmasına olumlu etkileri oldu. Peki, pratikte değişimi getirdi mi? Bence cevap hayır. En azından şimdilik hayır. Özellikle modanın öncüsü olarak gördüğümüz büyük modaevlerine baktığımızda, tasarımlarının yalnızca çok ince bedenlerle uyumlu olduğunu görüyoruz. “Öyle mi gerçekten?” diye düşündüyseniz, bu yıl en sık gördüğümüz parçalardan olan Miu Miu süper mini eteği gözünüzün önüne getirebilirsiniz.
Olaya bir de ticari açıdan bakalım. Ülkemiz dâhil gelişmiş dünyanın üçte ikisinin vücut kitle indeksine göre “kilolu” ya da “obez” olduğunu biliyoruz. Bu gruba giren kişilerin 34 - 44 beden arası satış yapan “standart” bir mağazadan alışveriş yapma ihtimali oldukça düşük. Dolayısıyla markaların bu eğilimi ticari açıdan çok da zekice bir karar gibi durmuyor. Örneğin; 36 - 48 beden aralığında üretim yapan bir tasarımcı olarak Nihan Peker, markalarının satış grafiklerine baktıklarında, satışlarının çoğunluğunu 40 beden ve üzerinin oluşturduğunu söylüyor.
O halde birçok marka neden ince bedenleri temel almayı sürdürüyor? Kişisel kabul, sosyal yaşamdaki ayrımcılıklar gibi konulara dair işler üreten illüstratör Lainey Molnar’ın lüks markalar özelindeki teorisi şu şekilde: “Tanınır markalar yüksek fiyatlarına rağmen o denli erişilebilir bir hâle geldiler ki, ürünlerini var oluşumuzun bir parçası olacak kadar önemli kılmak için yeni zorluklar yaratmaları gerekiyor! Bedeniniz onlara uymuyorsa geride kalıyorsunuz.”
ihan Peker ise bu soruyu şöyle yanıtlıyor: “Öncelikli sebep tabii ki ticari kaygılar. Son yıllarda büyük beden konusunda atılımlar yapmış çokça marka görsek de hâlâ pek çok markanın bu konuda cesaretsiz olduğunu düşünüyorum. Deneyimleyemedikleri bir gerçeklik var ama gerçek tektir ve bence böyle bir ihtiyacı görmezden gelmek onlar için de büyük bir kayıp.”
Fotoğraf: Hunter Abrams
Bu istikrarlı görmezden geliş benim aklıma yıllarca bir başka soruyu getirdi: Küçük beden “sample size” tasarlamak daha mı kolay ya da büyük bedenler için tasarlamak daha mı zor? Büyük beden koleksiyonu hazırlama deneyimi de olan Peker daha zor olmadığını düşünüyor; sadece sektörde belli alışkanlıklar olduğunu ve bunu kırmanın başlarda zor olabildiğini söylüyor. Yeni nesil tasarımcı adayları da her türlü kabulün zaman aldığı ve bakış açılarımızda bir devrimi gerektirdiği konusunda hemfikir. IFA Paris İstanbul’un Moda Tasarımı ve Teknolojileri öğrencilerinden Farah Daylac soruyu şöyle yanıtlıyor: “Fitting modelleri ve kalıplar çok spesifik bir bedene bağlı kalıyor. IFA’da durum farklı ancak çoğu okul büyük beden modanın önemini ve endüstrinin gelecekteki manzarasında oynadığı hayati rolü vurgulamak yerine, büyük beden modayı alternatif bir çalışma seçeneği olarak ele alıyor. Sonuç olarak, bu genel eğilime karşı çıkmanın zor ve pahalı olabileceğini ve çok çaba gerektirdiğini düşünüyorum, ancak günün sonunda değişim hâlâ mümkün.”
Giydirdiği insanları mutlu etmeyi hedefleyen bir tasarımcı olarak kendine hiçbir zaman bir beden sınırı koymadığını söyleyen Gamze Saraçoğlu ise dijitalleşmenin kişiye özel üretimi kolaylaştırarak süreci olumlu yönde etkileyeceğini düşünüyor: “Kişiye özel ölçülerde çalışmak elbette ki çok daha garantili fakat meşakkatli bir yol ve bunu hazır giyime uyarlamak çok da mümkün değil. Yine de bu konu özelinde çok güzel çalışmalar yapan markalar var. Dijitalleşmenin hayatımızın her alanına yayılmasıyla online alışveriş kültürü de bambaşka bir deneyime dönüşmüş durumda. Vücut ölçülerimizin belirlenebileceği 360 derecelik fotoğraf çekimleriyle mağazalara gitmeden kişiye özel ölçülerde ürün sipariş vermeyi mümkün kılan online çalışmalar var. Bu çalışmaların temel sebebi özellikle son yıllarda kişiye özel ürünlere gösterilen talep diyebiliriz. Aslında moda sektöründe kapsayıcılık, sadece büyük beden farkındalığıyla değil aynı zamanda çok daha küçük bedenlere ihtiyaç duyan kişilerin de tüketim taleplerine uygun olarak şekilleniyor.”
Eğer hayatınızın herhangi bir döneminde 40 beden ve üzerinde giysiler için alışveriş yaptıysanız beğendiğiniz bir modelin size özel üretimi fikri muhtemelen çok cazip gelmiştir. Zira TikTok içerik üreticisi Minoo Kristiansen’in “İstanbul’da büyük beden giyim alışverişi” başlıklı video serisinde sıkça şikayetçi olduğu gibi, büyük beden kıyafetlerde çoğunlukla koyu renkler, orta yaşa daha çok hitap edeceğini düşündürecek garip desenler ve erken 2010’ları hatırlatan baskılar tercih ediliyor. İçinde kızını evlendiren bir anne gibi hissetmeyeceğiniz büyük beden gece kıyafeti bulmaya çalışmanın zorluklarındansa söz etmiyorum bile. Kristiansen’in bir diğer şikayeti olan form uyuşmazlığı konusuna ise Peker de katılıyor: “Bana göre 36 - 38 beden giyen bir kadına göre üretilmiş bir modelin aynısının serisinin büyüyerek yapılması da doğru değil, zira farklı vücut gereksinimleri olabiliyor. Her şeyin ve her markanın birbirine benzediği bir sektörde, yenilik fark yaratacaktır ve umarım daha çok gençlere hitap eden büyük beden koleksiyonlar görebiliriz.”
Günün sonunda, pek çok sorunlu söylemi olmakla birlikte kıvrımlı bedenleri ana akım medyaya tanıtan isimlerden biri olan Kim Kardashian’ın protezlerini çıkarttığı, “Being skinny is back in fashion” (Çok zayıf olmak yeniden moda), “Heroin chic is back” (90’ların heroin chic akımı geri dönüyor) gibi haber başlıklarını yeniden görmeye başladığımız bir döneme girerken, belki de bazı taleplerimizi dile getirmek hiç olmadığı kadar önemli. Çünkü kapsayıcı ve yavaş moda markası Atölye Ren’in kurucusu Gözde Karatekin’in de dile getirdiği gibi: “Aslında markaların üretmemesi belki de tüketicinin ihtiyaç duyduğu bir şeyi talep edememesiyle de ilgili. Çoğu markada bu ışık yanmıyor çünkü böyle bir anlayış yok.”
Tam da bu noktada ilhamı Instagram’da 800 bine yakın takipçisi olan bir başka içerik üreticisi Katie Sturino’dan alabiliriz. Sesini ve stilini beden kapsayıcılığını vurgulamak için kullanan Sturino, giysi deneme kabinlerinde içine sığamadığı kıyafetlerin içerisinde video çekerken markalara direkt olarak seslenmekten ve onları sorumlu tutmaktan çekinmiyor: “Benim bedenimde de üret!”