Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Dünyayı yeniden keşfetmedim. Kimsenin ayak basmadığı yerlere de gitmedim. Milano, Barselona falan. Lakin, her bakan göz başka bir şey görür ya, işte o anlatmaya değerdir. Unutmadan anlatmalı.
Milano’yla ilgili hislerim karışık. İtalya dediğimiz ülkeden aslında iki tane var. Boynunuza sarılıp; ‘Mamma Mia’ diyen cankuş, sevimli İtalyanlar, Güney’de. Sicilya’sı, Sardunya’sı, Napoli’si, Lecce’si. Kahkahalar atan, samimi İtalyan imajı oradan geliyor… Ama turistik bir gezinin ana oyuncuları Roma, Venedik, Milano, Floransa, Kuzey İtalya’nın hası. Ve hepsi, İtalya’nın sınır komşusu olan İsviçre’den farksız. Buralarda Akdeniz ülkesinde falan değilsiniz. Unutun. Lüks, hijyenik, sıkıcı, mesafeli ve dışa kapalı. Aynı İsviçre işte. Moda ve tasarım haftaları sayesinde aralarında yüzü dünyaya en dönük olan Milano bile böyle, fikrimce. İnsanları soğuk, asık suratlı, tembel, agresif. Kibirde, katil olup kodeste ömrümü çürütmek istemediğim için itinayla uzak durduğum Parizyenler’den pek farkları yok. Varsa yoksa İtalyan mutfağı. Varsa yoksa cappuccino. İçmeyeceğim ya. Gece gündüz hamur da yemeyeceğim. İçki yanında ikram ettiğiniz lezzetsiz Aperativo adlı yiyecek kültürünüzle de bir yere kadar ilgileniyorum. Ama yemezsen kızarlar. Beğenmezsen döverler. ‘Sen kimsin de koskoca İtalyan mutfağına burun kıvırırsın?’ Kıvırırım. (Bu arada şehrin içindeki tarihi termal spa Terme Milano’nun hakkını yemeyeyim. Açık ve kapalı havuzları, dinlenme odaları ve tüm su oyunları ile şehrin orta yerinde böyle bir deneyim yaşamak başkaydı.)
Velhasıl, Milano’dan Akdeniz’in en güzel çocuğu Barselona’ya geçince -20 dereceden +40’a geçmiş gibi oldum. Hesap edin, kaç derece fark var? 60. Her gittiğimde daha çok seviyorum, sevdikçe de güzelleşiyor kerata. Daha ne kadar güzel, ne kadar şirin, ne kadar pozitif olmak var? Bir şehrin elinden daha fazlası gelir mi? Barselona bir erkeğe dönüşse ona derinden vurulurdum. Ömrümü alır, bine katlardı. Kadın olsaydı da en yakın arkadaşım olurdu, Dünya’nın etrafında saf saf dönen Ay gibi çemberinde döner dururdum. Turistik rehber/blog tadında ‘burada şunu, orada bunu yiyin, bilmem ne parkından sağa dönün orada dünyanın en iyi Sangria’sını bulacaksınız’ gibi toplara girmeyeceğim. Ama söyleyeceğim şu ki, daha pozitif bir yaşam mümkün. Malumun ilanı olacak ama burada insanlar mutlu, yaşam yavaş ama sıkıcı olanından değil, her şey var ama küstah olanından değil. Yılın en az altı ayı iş çıkışı Barcelonetta’dan başlayarak sıra sıra dizilen plajlara gidip, topuklu ayakkabıları fırlatarak denize koşmak mümkünse bir yerde, biralar şaraplar kokteyller makul fiyatlara satılıyorsa, herkes bisikleti ve köpeğiyle kendi rotasında yürüyorsa, barlar doluysa, insanlar hep dışarıda, hep meydanlarda yaşıyor; içkisini alan yere oturup kimseyi süzmeden kendi muhabbetine bakıyorsa… Kızlı erkekli teneffüse çıkılmasında bir sakınca yoksa, el alem adlı bilinmez kişilerin varlığı burada çok zayıfsa ve ‘başkalarına göre yaşama, kendine ona çeki düzen verme’ modeli Barselona’da çoktan iflas etmişse… Erkeğe dönüşse Barcelona, nasıl olur da aşık olmam? Kadın olsa, nasıl olur da çekiminden çıkarım? Amsterdam restoranlarında hayatta kalmak da bir meziyet…
Bir sonraki yazıda Amsterdam’daki garsonların estirdiği terörden ve bu yüzden atlattığımız hayati tehlikelerden bahsedeceğim..