Haftalık E-Bülten
Moda dünyasında neler oluyor? Yeni fikirler, öne çıkan koleksiyonlar, en vogue trendler, ünlülerden güzelllik sırları ve en popüler partilerden haberdar olmak için haftalık e-bültenimize kaydolun.
Gazeteci ve yazar Pınar Çelikel ile Can Yayınları'ndan çıkan öykü kitabı Katre hakkında konuştuk.
Gazetecilik ve dergicilik yaparken kurgu yazmaya nasıl karar verdiniz?
Bu yıl gazetecilikte 29. yılım. 1995’te Yeni Yüzyıl’da başlamıştım. Bu sürecin üç yılında da, 2000’lerin basında Yapı Kredi Yayınları’nda kitap editörü olarak çalıştım. Tüm bu süreçte kendim için de bir şeyler yazıyor ve bir kenara koyuyordum aslında. Ama yazdıklarımı birilerine gösterme cesaretini 2014 yılında buldum. İlk romanım 35 Çok Güzel Gelsene, Artemis Yayınları’ndan 2015’te yayınlandı. Ondan aldığım cesaretle Kendimi Ararken Seni Buldum ve Ya Bir Bulutsan romanlarını yazdım. Bu arada dergilerde yayın yönetmeni olarak çalışmaya devam ediyordum. Roman benim kendimle savaşımdı. “Bakalım o kadar sabrın var mı Pınar?” demiştim kendime. Gazeteci olmanın getirdiği bir refleksle de yazdığımın sonucunu sayfada hemen görmenin keyfi damarlarıma işlemişti çünkü. Sabırla yazıp bir sayfa üzerinde günlerce düşünmeyi öğrendim. Sonrasında hayatımın bir parçası haline geldi romana ayırdığım zaman. Yazılanlardan çok süreçte hissettiklerimin bağımlısı oldum. Plan yapmak, ince ince bir yapı oluşturmak. Üçüncü romandan sonra hayatıma yeniden üniversite günleri girince (İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Eski Yunan Dili Edebiyatı) Grekçe ve Latince dersleri ile ödevlerim romana ayırdığım vakitten çalmaya başladılar. Ama yazmadan durmak mümkün değil benim için. Öyküye sığındım bu süreçte de… Hepsini kısa romanlar gibi düşünerek. Fakülte bitmek üzere, klasik filolog olmama 3 ay kaldı ve masamın üzerinde yeni bir roman taslağı var.
Katre isimli öykü kitabınız için ilk fikir nasıl ortaya çıktı, size ne ilham verdi? Biraz kitaptan bahsedebilir misiniz
Ben ilk romanımdan itibaren kadın hikâyeleri yazmayı seviyorum. Katre 13 kadın ve 1 erkek öyküsünden oluşuyor. Aslında her biri birer roman olabilirdi. Bence her birinin öyle bir derinliği var. Şöyle anlatabilirim. Her öykünün bir görüneni ve altta bir gölgesi var. Öyküler ve kadınlar değişiyor ama gölgeler hemen hemen aynı. Kitaba ismini veren Katre su damlası demek. Bir Osmanlıca çevirmen Katre, ailesinden taşıdığı travmalar, yaşadığı kayıplar var çok diplerde. Suçluluk hisleri var. Kendini Burgazada’ya kapatmış, hep masa başında. Bir gün dedesinin mektuplarını çevirtmek isteyen bir kadın ulaşıyor Katre’ye… Mevlevihane’den bir semazen. Katre dedenin mektuplarını çevirmeyi kabul ediyor ve küçük gördüğü tasavvuf yolu ona kendi hayatında açmaya hiç cesaret edemediği kapıları açıyor. Tam olması gerektiği gibi ve olması gereken zamanda. İnanlara karşı çok ön yargılı olduğumuz bir dönemdeyiz. O kadar kolay sınıflandırıyoruz ki. Oysa herkesin bir şeylere inanmaya ihtiyacı var. Toplumda beni en çok üzen şey bu ön yargılar oluyor.
Fatma ve Han’ınki de yıllar önce yazdığım öykülerden. İran’a ilk kez 10 yıl önce gitmiştim. İsfahan, Şiraz, Yezd, Tahran… Sonraki seyahatlerimde ağırlıklı olarak Tebriz’de çok vakit geçirdim. Ateşgahlar, ziguratlar, çarşılar ve kütüphaneler ağırlıklı olarak dolaştığım yerlerdi. Dönünce yazmıştım bu iki öyküyü… İran’da kadın ve erkek olmak arasındaki farklı göstermek için.
Diğer hikayelere göz atarsak, Nalan çok sevmiş ama kandırılmış, hayal kırıklığını dünyadan çıkartıyor. Burcu çağımızın güzellik kalıpları arasında sıkışıp kalmış, kendini hiç beğenmiyor, hatta birinin onu beğenebileceğini hayal bile edemiyor. Ebru mutlu bir evliliği var sanıyor ve hayatı -mış gibi yaşıyor. Sanki her şey yolundaymış gibi. Süreyya hayatın çok başına ve bir aşkın hayatın anlamı olması gerektiğini sanıyor. Elvan ise toplumsal bir olayın tam ortasında içinde olduğu grupla birlikte hissettiklerini özel hayatındaki hisleriyle birleştirip isyan ediyor. İsyanının ortaya çıkışı ise cinsellikle oluyor. Onunki sevişmek değil bilakis hayattan intikam almak. Ve diğer kadınlar… Hepsi bir araya geldiğince bence bir bütünlük ortaya çıkıyor. Bu bütünlüğü ise son hikâyede görüyoruz. “13 kadın ve 1 erkeğin hikâyesini okudunuz. Biz ne yaparsak yapalım her zaman hayatın dediği olur. Sıkı sıkı tutmayın kimseyi, hiçbir şeyi. İlahi plana güvenin ve bırakın hayat aksın” diyor. O hikâyeye gelene kadar okurun zaten bu fikre alışacağını ve olayı kendisinin çözeceğini tahmin ediyorum.
Kadınlar tarafından yazılan kadın hikayelerinin edebiyatta ayrı bir inceleme alanı olması gerektiğini düşünüyorum, özellikle son yıllardaki eserleri düşününce. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz, hangi yönüyle ayrılıyor bu eserler diğerlerinden?
Daha gerçekçi ve detaylı olduklarını düşünüyorum kadınların yazdıkları öykülerin. Ve de bence artık daha cesur kadınlar yazarken. Hikayelerde çeşitlilik ve farklılıkların bir arada olması benim için çok kıymetli. Özellikle herkesi tek tip olmaya zorlayan bir çağda. Kadınların içlerinde kopan fırtınalar, yaşamlarını kendilerinin şekillendirebilmeleri… Otantik kimliklerini bulabilmeleri çok önemli. İlk hikâyede yaşamak için bedenini kiraya veren bir kadın var: Nalan. İkincide ise küçümsediği tasavvuf yolunun önünde kapılar açtığı bir kadın: Katre. İki farklı uç gibi görünen bu iki kadının temelde hislerin, beklentilerinin, arzularının benzer olması ve yaşamın onlara farklı yollar açması tamamen gerçek. Çünkü hayatta hepsi var. Oysa bizler insanları sınıflara ayırmaya ve ona göre değerlendirmeye bayılıyoruz. Oysa her insan bir evren ve içinde neler olduğunu bilmek mümkün değil. Herkesin inanmaya ihtiyacı var, neye inanırsa inansın. Ve herkesin de bu inançlara saygı duymayı öğrenmesi lazım. Kadınlar bunu daha iyi görüyor sanırım.
Bir yandan da Gazete Oksijen'deki yazılarınızı keyifle takip ediyoruz. Gazeteciliğin ve dergiciliğin geleceği hakkında neler düşünüyorsunuz?
Ne güzel, bunu duydukça çok mutlu oluyoruz biz. Ben Gazete Oksijen’in sanat ve yaşam gazetesi O2’nin editörüyüm. Kitaptan sanata, ekrandan sinemaya, yemekten seyahate, modadan dekorasyona, şehirden podcast’e yaşama dair her şeye yer verdiğimiz 20 sayfa yapıyoruz her hafta. Elbette harika yazarlarımız var. Her biri alanlarında uzmanlar. Kimse uzman olmadığı bir alanda yazmıyor. Herkes birer yıldız. Bana ve editör arkadaşım Melis Çalapkulu’na da bu yemeği karıştırmak kalıyor. Oksijen özenli içeriklerin okur tarafından kabul göreceğini ve gazeteciliğin bitmeyeceğini göstermesi bakımından çok önemli bir iş yaptı. Bu iş bitmez. Yeter ki gerekli özen gösterilsin. 29 yıl önce işe başladığımda Yeni Yüzyıl da aynen böyle bir soluk getirmişti sektöre. Sonra Radikal’e de ilham olmuştu. Ne şanslıyım ki o dönemi de yaşamıştım. Şimdi de Oksijen döneminin parçası olmak benim açımdan oldukça tatmin edici.
Ve elbette ben bir yazarım, sadece yöneticilik ve editörlük yapmaya razı gelemem. O nedenle kimi zaman konser izlenimleri yazmayı seviyorum. Tıpkı bir hikaye yazarmış gibi yapıyorum. Bir de artık bir klasik filolog olarak arkeoloji ve antik çağ ile ilgili bir köşe yazıyorum. Bugün yaşanan bir olayın Antik Çağ’daki karşılığını göstermek hoşuma gidiyor. Çünkü pekçok konuda değişen hiçbir şey yok. Bunu sanırım başka gazetede yapamazdım.
Eski Yunanca, Latince, Antikçağ felsefesi ve tarihine olan ilginiz nereden geliyor?
Yeni bir dil öğrenmek isterken Yunanca’yı seçmiştim bundan beş, altı yıl önce. Epey de ilerlemiştim. Sonra beni yol Eski Yunanca’ya götürdü. Üniversite sınavına girdim 25 yıl sonra. Pandemiden hemen önceydi. Bu dili kurstan öğrenmek pek mümkün değil bence. İstanbul Üniversitesi Eski Yunan Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü kazandım. Yurt dışında Classics dedikleri bölüm. Hem eş zamanlı olarak Eski Yunanca ve Latince öğreniyorsunuz hem de bu dönemi anlamak için Antik Çağ Kültürünü... Elbette o dönemin orijinal metinleri ya destanlar, targedya, komedya ya da felsefe metinleri. İster istemez Platon’u, Euripides’i, Ksenephone’u orijinalinden çevirirken buluyorsunuz kendinizi. Bambaşka bir dünya açtı benim önümde bunlar. Sadece bilgi olarak değil hayata ve insanlara bakış anlamında da. 3 ay sonra bitiyor fakülte ama benim bırakmaya niyetim yok. Yüksek lisans ve doktora ile devam etmeyi düşünüyorum. Özellikle MÖ 5. yy Ionia’sını seviyorum. Biraz daha derinlere inme niyetindeyim.
Nasıl bir ortamda üretiyorsunuz, yazma ritüelleriniz var mı?
Sabahları çok erken kalkarım. Kimseler uyanmadan, her sabah en geç 6 gibi masama otururum. Elimde ne varsa yazmaya koyulurum. Bir bardak kahve olur genelde eşlikçim. Bu gazete için bir yazı da olabilir, o sabah yaptığım gramer ödevi de. Romanlarımı da hikayelerimi de genelde o saatlerde yazdım. Saat 08.00’den sonra başlarım diğer işlere. Pandemiden bu yana zoom’da yaptığım “Bir Roman Yazmak İstiyorum Ama Nereden Başlayacağımı Bilmiyorum” isimli yazı atölyesinde de sık sık söylerim- “Düzenli çalışmak yazı için çok önemlidir. Elbette ilhama inanıyorum. Ama ilham geldiğinde sizi masa başında görmezse geri gidebilir. Kaçırmamak lazım.”
Şu sıralar neler okuyorsunuz, okuma listenizde hangi kitaplar yer alıyor?
Çok cazip gelmeyebilir benim okuma listem. Çünkü okumalarım genelde Antik Çağ’dan. Bu ara Geç Antik Çağ’ın ilk Yunan romanı örneklerini okuyorum. Longus’un Daphnis ile Khloe romanını yeni bitirdim. Bu eserin Maurice Ravel’in bestelediği eserini 28 Mart’ta Tekfen Filarmoni çalacak, Merve Dizdar hikaye anlatıcısı olarak sahnede olacak. Bir aşk romanı. MS. 3. yy’dan çok önemli bir eser. Romeo ve Juliet’in de ilham kaynağı.
Aphrodisiaslı Khariton’un MÖ 1. yüzyıldan Khaireos romanı var şu anda elimde. Eski Yunanda ilk roman örneği olarak geçiyor kaynaklarda. Ne yazık ki Türkçe çevirisi yok. Biraz Eski Yunanca biraz İngilizce idare ediyorum. Yine MS 1. yüzyıldan Lukianos’un Hakiki Hikayeleri’ni tavsiye ederim. Jules Verne’nin Aya Seyahat ve Denizler Altında 20 Bin Fersah için ilham kaynağı.
Bir de komedya yazarı Aristophanes’in hayatı algılama biçimine ve hazır cevaplığına bayılırım. Kadın Mebuslar ve Thesmophoria Kutlayan Kadınlar’ı özellikle o dönemdeki kadın başkaldırısı olarak herkesin çok eğlenerek okuyabileceğini düşünüyorum. 2 bin yılda hiçbir şeyin değişmediğini göreceksiniz.
Son olarak, kitabınız yeni çıksa da hep bir sonraki kitabın konusu ve zamanı da merak edilir. Yeni bir kitap fikri ve yayın zamanı için bir öngörünüz var mı?
Hikayeleri biriktirmeye devam ediyorum. Gelecek yıl yeni bir öykü kitabı olabilir. Diğer yandan yeni bir roman için de çalışmaya başladım. Şu anda okuma ve biriktirme aşamasındayım. Antik Çağ’dan bir kadını İstanbul’a getirmeyi planlıyorum. Bu yaz yazma aşamasına gelmiş olurum. Hayat izin veririse 2025’in yaz aylarında yayınlanabilir. Kısmet.